Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
20 OCAK 2013 / SAYI 1400 7 Ağrı tek başına bir hastalıktır... ESRA AÇIKGÖZ H epimizin yaşadığı ve çok da önemsemediği bir durum, ağrı. Oysa her yıl kronik ağrıya bağlı olarak 700 milyon işgünü ve 60 milyar dolar zarar olduğu hesaplanıyor! Türkiye’de en sık görülen ağrıların başında baş, bel, boyun ve kol ağrıları geliyor. Ve tabii ki insanların ağrılarından kurtulmak için ilk yaptıkları şey, doktora danışmadan ellerinin altında bulunan bir ağrı kesiciyi yuvarlamak oluyor. Yılda 150 milyon kutu ağrı kesicinin yanlış kullanılması bundan. Oysa ağrı için “standart” bir çözüm yok. Çünkü ağrı kişiye göre değişim gösteriyor. Dünya Ağrı Enstitüsü’nün dört kurucusundan biri, İstanbul Ağrı Merkezi’nin kurucusu Prof. Dr. Serdar Erdine’nin Hayykitap’tan çıkan “Ağrının Kitabı” size bu konuyla ilgili bilmeniz gereken her şeyi anlatıyor. Kitabı okumadan Prof. Dr. Erdine’ye kulak verin... Türkiye’nin ilk algoloji bilim dalı İstanbul Tıp Fakültesi’nde sizin tarafınızdan kuruldu. Ağrı üzerine çalışmaya sizi ne itti? Asistanlığımın ilk yıllarında yani 197980’de dünyada ağrı konusundaki çalışmalar ivme kazanmaya başladı ve benim ilgimi çekti. Kronik ağrının bir hastalık olması, girişimsel yöntemler adını verdiğimiz cerrahi dışı müdahalelerin ağrı tedavisinde yaygın olarak kullanılmaya başlaması en çok ilgimi çeken konular oldu. Bu nedenle asistanlığımın ikinci yılından itibaren ağrı üzerine çalışmaya başladım. Uzmanlık tezim bile ağrı üzerineydi. Daha sonraki yıllarda ve 1986’da doçent olduktan sonra sadece kronik ağrı üzerinde çalıştım. Akut ağrılar, kronik ağrılar, nedense bir türlü tedavi edilemeyen ağrılar, bel ağrıları, baş ağrıları, romatizmal ağrılar, doğum ağrıları, psikolojik ağrılar, boyun ağrıları, göğüs ağrıları, kanser ağrıları… Kitap bütün bunları oldukça geniş bir şekilde ele alıyor. Ağrı üzerine bir kitap yazma fikri nereden çıktı? Kitap aynı zamanda tarihteki ağrı algısı, ağrı çalışmaları, ağrının kültürel boyutuna dair de bilgiler veriyor. Bu araştırmalarda sizi en çok şaşırtan, ilgi çekici gelen ne oldu? İnsanoğlu varolduğundan beri ağrı çekiyor. Her zaman da ağrıya karşı bazı yöntemleri kullanmaya çalışıyor. İnsanoğlu varolduğundan beri kullanılan ilaçların en etkilisi hâlâ morfin ve binlerce yıldır ister bitki biçiminde, ister ilaç olarak kullanılıyor. Tarihsel sürece bakıldığında ağrı çalışmalarında iki dönemde devrim yaşanıyor. Birincisi 19. yüzyılın sonundaki anestezi devrimi, yani ağrısız ameliyatların yapılmasına olanak tanıyan anestezi ilaçlarının bulunması ve şırınga ile iğnenin bulunması. İğnenin bulunduğu tarih 1850’li yıllar. Yani bugün milyonlarca kez kullanılan iğne ve şırınganın tarihi sadece 150 yıl. İkinci devrim 196570’lerde hale geçerli olan ağrı teorisinin ileri sürülmesi. Bizim de kongrelerimizde misafirimiz olan Melzack ve Wall isimli iki araştırmacı ağrının nasıl ortaya çıktığını “Kapı Kontrol Teorisi” adı verilen bir teoriyle açıklıyor. Bu teorinin temeli beyin ve omuriliğin ağrıyla kendi kendine başa çıkmaya çalıştığını, başarısız olduğu takdirde ağrının algılandığını ortaya koydu. Bu teoriden sonra bugün ağrı tedavisinde kullanılan birçok yöntem bulundu. Çoğu insan “sadece ağrı” deyip geçse de aslında o başlı başına bir hastalık. Öyle ki, her yıl kronik ağrıya bağlı olarak 60 milyar dolar zarar yaşanıyor. Prof. Dr. Serdar Erdine’nin “Ağrının kitabı” size onunla başa çıkmanın yollarını gösterecek. Ağrıya dair tarihsel bir bakış Bugüne değin hekimlere ve öğrencilere yönelik, ikinci ve ücüncü baskılarıyla birlikte toplam sekiz İngilizce ve 23 Türkçe kitap yazdım. Üç kitapçık da halka yönelik yazıldı. “Ağrının Kitabı” ise çok daha kapsamlı ve halkın eğitimine yönelik. Çünkü hangi tedaviyi uygularsanız uygulayın, halkın eğitimine önem vermezseniz kronik ağrıların tekrarlama olasılığı çok yüksek. Bu nedenle bu kitabı yazma gereksinimi, hastalarımın teşvikiyle oldu. “Ağrı deyip geçmeyelim, çünkü”?.. Çünkü kronik ağrı bir hastalıktır ve tıp kronik ağrının başlıbaşına bir hastalık olduğunu yeni yeni kabul ediyor. Gerçekte bakarsanız insanların en çok yakındığı olay ağrıdır ve ne yazık ki tıp bunun yeni farkına varıyor. Türkiye’de insanların en çok çektikleri ağrılar neler? Neden? Türkiye dünyadan soyut değil. Bu nedenle genellikle aynı ağrılar daha çok görülüyor. Türk Ağrı Derneği ve Türk Eczacılar Birliği’nin ortak yaptığı bir çalışmada ülkemizde en sık görülen ağrıların başında başağrıları, bel ağrıları, boyun, kol ağrıları geliyor. Bu da toplumun gelişimi içerisinde streslerin ve iş yükünün artması, korunma yöntemleri konusunda bilincin gelişmemesine bağlı olarak ortaya çıkıyor. Ağrı hâlâ toplumda bir hastalık olarak algılanmıyor ne yazık ki. Doktora gitmek yerine, herkes kendi doktoru kesilerek hemen ağrı kesiciye başvuruyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Ülkemizde yanlış kullanılan ilaçların başında ağrı kesiciler ve antibiyotikler geliyor. Ağrının önemsenmemesi yüzünden insanlar genellikle bir yakınlarının kullandığı bir ağrı kesiciyi yeğliyorlar. Bu da büyük bir sorun olarak ortaya çıkıyor. Ülkemizde yanlış kullanılan ağrı kesici miktarının kişi başına yıllık iki kutu olarak hesaplandığını, yani yılda yaklaşık 150 milyon kutu ağrı kesicinin yanlış kullanıldığını söylemek abartılı olmaz. Başka istatistikler de var mı ağrıya dair? Ağrı, özellikle kronik ağrı tıbbi olduğu kadar toplumsal bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Her yıl kronik ağrıya bağlı olarak 700 milyon işgünü ve 60 milyar dolar zarar olduğu hesaplanıyor. Kronik ağrı için harcanan maliyetler, kalp ve damar hastalıkları ve şeker gibi hastalıklar için harcanan maliyetin çok daha üzerinde. Ağrılar günlük hayatı nasıl etkiliyor? Kronik ağrı bir insanın tüm yaşamını etkiliyor. Kendisini toplumdan ve yakınlarından soyutlamaya başlıyor. Kronik ağrıya bağlı olarak tedirginlik, depresyon gelişiyor. Hastanın kendisinde çıkan bu bozuklukların yanı sıra yakınları da bir süre sonra kendilerini hastadan soyutlamaya başlıyorlar. Psikolojiyle ağrı arasındaki bağlantı nedir? Ağrı ile psikoloji arasında doğrudan bir bağlantı var. Kronik ağrılı bir hastada sonunda psikolojisinin bozulması doğal bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. Buna karşın tam tersi bir olay da psikolojisi bozuk hastaların ağrıyı ikincil bir kazanç olarak kullanmaları, yani ağrım var, şeklindeki yakınmalarla yakınlarının ve tıp sisteminin ilgisini çekmeye çalışmaları. Ağrı, cinsiyete, sosyoekonomik duruma, toplumsal algılara, kültürlere, dine göre nasıl değişimler gösteriyor peki? Ağrı beyin tarafından algılanan bir olaydır. Tansiyon, şeker gibi şikâyetlerden tümüyle farklı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir, yani özneldir. Çünkü her insanın beyninin bir mimarisi vardır ve bu mimari yapıya doğduğu andan itibaren birçok bilgi aynı bir bilgisayar gibi kaydolur. İnsanın davranışları da bu bilgi ve kültürel birikimin bir sonucudur. Bu nedenle ağrıya karşı yanıtlar da toplumsal algılara, cinsiyete, kültürüne, dini inançlarına göre değişkenlik gösterir. Nasıl ki her insanın imzası birbirinden farklı ise ağrıya karşı yanıtı da tüm bu değişkenlerin katkıda bulunduğu bir süreçte farklılık gösterir. vrupa yakasının Taksim’i neyse, Anadolu yakası için de onu ifade eder Kadıköy. Şu günlerde bu durum daha da güçlendi. Çünkü eğlenceyi geniş bir mekâna KadıköySahne açıldı. İşletmecisi Aysun Göndoğdu Çevik anlatıyor. KadıköySahne’nin açılma fikri nasıl gelişti, neden ihtiyaç duydunuz? Kadıköy’de 23 yıldır var olan Livane’de çeşitli konserler düzenliyorduk. Neşet Ertaş, Fuat Saka, Bülent Ortaçgil, Leman Sam, Gülay, Birsen Tezer, Hüsnü Arkan, Cengiz Özkan, Bayar Şahin, Erdal Güney, Jehan Barbur, Marsis gibi birçok grupla konser düzenledik. Ancak Livane’nin yüz kişilik kapasitesi istediğimiz birçok konser için yeterli değildi, ikinci sahneyi kurma kararı aldık. Kadıköy’e nasıl bir hava getirecek bu mekân, ne sağlayacak? Kadıköy’de bu büyüklükte, bu ses ve ışık sistemine sahip bir mekân eksikti. Birçok konseri izlemek için karşıya geçmek gerekiyordu. Kadıköylüyüz ve Kadıköy’ü çok seviyoruz. 23 yıldır var olduğumuz “bizim mahalle”de beş yüz kişiyi ağırlayabileceğimiz bir mekân hazırladık. Müziği kaliteli dinlemek ve izlemek için. Bu sahne dostlukla kuruldu; baştan beri bize inanan, yüreklendiren, her biri bir işin ucundan tutan dostlarımıza tekrar tekrar teşekkür ederiz. Ne gibi sürprizler bekliyor insanları? Ocakta Luxus, Halil Sezai, Mabel Matiz, Gür Akad, Pilli Bebek, Pinhani ve Marsis var. Şubatta Yeni Türkü ve birçok konserimiz olacak. Tiyatro gruplarına, resim ve fotoğraf sergilerine de ev sahipliği yapacağız. Önümüzdeki aylarda, müzik workshop’ları da düzenlenecek. KadıköySahne her zaman “yapım aşamasında”… Sürekli yenilenmeye, her türlü öneriye her zaman açık bir sahne. KadıköySahne huzurunuzda A Karne sendromuna dikkat!.. arıyıl tatiline çok az kaldı ve pek çok öğrenciyi şimdiden karne korkusu sardı! Birçok annebaba, karnesinde zayıf notu olan çocuklarına şiddet uyguluyor, onları cezalandırıyor. “İyi karne” getiremeyecek çocuklar da ceza alacakları korkusuyla “karne sendromu” yaşıyor. Oysa “zayıf karne”nin sorumlusu çocuklar değil! Reem Nöropsikiyatri Merkezi’nden Uzman Dr. Mehmet Yavuz, karne sendromunun, FİGEN öğrencilerin, başarısız olduğu ATALAY Trafik sorununu çocuklar çözecek T Y oyota Uluslararası Çevre ve Yenilikçi Fikir Yarışması’nın yeni dönemi başlıyor. Türkiye’de bulunan Eko Okullar ile Toyota bayilerinin ortak çalışması ile oluşturulacak projelerin yer alacağı yarışmanın teması “Sürdürülebilir Ulaşım” olacak. Öğrenciler Toyota bayileriyle hazırladıkları uygulanabilir proje tekliflerini Mayıs 2013 tarihine kadar sunabilecek. 5 “yeşil okul” daha anasonic, “Okulumuz Yeşil” programı kapsamında Kadıköy Belediyesi ile işbirliği kurarak 5 okulu daha projeye dahil etti. Böylelikle çevre bilinci eğitimi yaklaşık 35 bin öğrenciye ulaştırılmış olacak. 711 yaşlarındaki çocuklara yönelik çevreci bir eğitim sunulan bu program çerçevesinde şimdiye kadar dünya çapında yaklaşık 140 bin öğrenci eğitim aldı. Proje İstanbul, Balıkesir, Antalya ve Gaziantep illerindeki bazı okullarda uygulanıyor. P dersler karşısında ailenin vereceği tepkilerden korkması ve psikolojik olarak etkilenmesi olduğunu belirtiyor. Bu dönemde öğrenci, yaşadığı şaşkınlık, korku ve endişe nedeniyle depresif davranışlar sergileyebiliyor, aileden ve okuldan uzaklaşabiliyor. Ailenin zayıf bir karne karşında göstereceği tutumun, öğrencinin tüm eğitim hayatında önemli rol oynadığının altını çizen Dr. Yavuz, “Zayıf bir karnenin sorumluluğu sadece öğrenciye yüklenmemelidir çünkü çocuğun okuldaki başarısı, aileden aldığı eğitimle paraleldir” diyor. figenatalay@yahoo.com Nasıl davranmalı? Başarısızlığının alt sebeplerini inceleyin, okuldaki rehber öğretmenle ya da bir uzmanla çeşitli metotlar geliştirerek öğrencinin başarı düzeyini artırmaya odaklanın. Çocuğunuzu dinleyin, ona birey olarak davranın ve yaşadığı sorunları küçümsemeyin. Karnesini başka çocukların notları ile kıyaslamayın. Bu durum çocuğu rencide ederek aileden ve okuldan uzaklaşmasına yol açar. Baskıcı davranışlar sergilemeyin. Bu durum çocuğun derslerindeki başarıyı artırmaz, aksine depresyona girmesine sebep olur. Öğrencinin yeteneklerini keşfedin ve onu bu yetenekler doğrultusunda yönlendirin. Çocuğunuzu eleştirirken yapıcı olmaya çalışın fakat kötü olan dersleri için de motive edici aktiviteler geliştirin. Başarısızlığını yüzüne vurmak yerine ona inandığınızı gösterin ve onu başarılı olacağına ikna edin. Başarılı karne getiren öğrenciyi ödüllendirirken abartmayın. Çocuğun büyük hediyeler için değil, geleceği için çalışmasını sağlayın. C MY B