26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 MERVE BÜYÜKSARAÇ 27 MAYIS 2012 / SAYI 1366 Survivor’un formatına itirazım var Eski Türkiye güzellerinden Merve Büyüksaraç, Survivor yarışmasıyla adından bir kez daha söz ettirdi. Ama bu sözler pek de hoş olmadığı için o da ilk ve belki de son röportajını bize verdi. Adada yaşadığı yoklukların kendisine sahip olduklarının kıymetini bilmeyi öğrettiğini söylüyor Büyüksaraç ama yarışmanın formatına eleştirileri var: “Survivor Arjantin formatlı bir program. Orijinalinde elemeler halk oylamasına sunuluyor. Yüzme bilmeyen bir yarışmacının orijinal formatta yer alabileceğini de sanmıyorum.” Baştarafı 1. sayfada Geçen yıl İngiltere’deki Elite Model Ajansı’ndan teklif aldın. Aynı dönemde Survivor da gündemdeydi, şimdi İngiltere’ye gitmediğine pişman mısın? İngiltere’ye gitmediğime pek pişman değilim. “Elite Model EBRU Agency”ye hâlâ irtibat halindeyim ve yeni GÜZEL fotoğraflarımı sık sık gönderiyorum. Modellik yapmayı çok seviyorum ve bu meslekte başarılı olduğumu düşünüyorum. Kısacası İngiltere benim için kapanmış bir kapı değil; hâlâ gitme olasılığım var. Survivor bana aynı dönemde gelen güzel bir teklifti ve katılmayı çok istiyordum. Bu teklifi değerlendirmek sanırım İngiltere’ye gitmekten daha cazip geldi ve seçimimi bu yönde kullandım. Seni net’te araştırırken başarılı olduğun şeylere rastlayamadım. Sence neden? Bunlara rastlamamış olman çok normal çünkü ben bunlardan pek bahsetmiyorum. Zaten bunları anlatsam da ya yayımlanmadığını gördüm ya da magazinde yer alan insanların bu yönleri pek ilgi çekmiyor. Benim ailemde eğitim çok önemlidir. Bu yüzden tasarım alanında yüksek eğitimime yurtdışında devam edeceğim. Türkiye güzeli olmak dışında hiçbir özelliğin dile getirilmiyorken, ünlüler grubuna nasıl alındığın eleştirildi. Almeda ve Anıl ünlü bile değil, sence insanlar bunu neden sorgulamıyorlar? Televizyon izleyicisi beni tanımıyor olabilir fakat moda sektöründe tanınan bir modelim. Ayrıca son altı aydır bir televizyon kanalında güzellik ve estetik programı sundum. Öte yandan bir üniversite bitirdim ve genelde derslerime yoğunlaştığım için çok göz önünde olmadım. Sonuç olarak altı yıldır İstanbul’da hem modacılarla hem de televizyon sektöründeki insanlarla çalıştım ve bu sektörde bilinen biriyim. Bence Türkiye güzeli olmak ünlüler grubuna alınmak için yeterli bir kimliktir. Diğer saydığınız isimler ise sanırım şimdi popüler bir kimlik kazanmak üzereler. İzleyicinin neyi sorguladığını anlamak zor çünkü ülkemiz insanı o kadar duygusal ki televizyonda izlediğini sorgulamadan kabul ediyor. Örneğin bir dizide ölen bir karakter için gerçek hayatta cenaze töreni bile düzenleyebiliyor. Peki “Survivor”da itici bir imajın oldu, çok eleştirildin. Oysa meslekten arkadaşların seni öyle tanımıyor. Sen kendini iyi ifade edemediğini düşünüyor musun? Beni tanıyan insanlar gerçek kişiliğimi bildikleri için yansıtılan imajdan etkilenmediklerini ifade ettiler. Tanımadığım insanlardan gelen yorumlarda ise belli bir kesimin beni çok doğru anladığını fark ettim. Ben adadayken itici bir kişilik veya eleştirilen bir karakter değildim. Bunun böyle yansıtıldığını ancak döndüğümde sosyal medyadan öğrendim. Medya şirketi orada günde 16 saat çekim yapıyor; haliyle bunun hepsini yayına koyamazlar. Kendi yayın süreleri içinde montajlanan görüntüyü izleyiciyle paylaşıyorlar. Beni itici gösteren kısım, aslında 25 dakikalık kaydın sadece yayımlanan 3 dakikalık bölümüydü. Ben kendimi adada da doğru ifade ettiğimi düşündüğüm için diğer yarışmacı arkadaşlarımla daha sonra sorun yaşamadım. Hatta dikkat ederseniz tartışma sonrasında Nihat beni haklı bulduğu için savundu. Ben orada tam sekiz hafta kaldım; bu da bir başarıdır. Bu süre zarfında orada pek çok işe yarar şey yaptım. Bunların es geçilip sadece o tartışmanın ön plana çıkarılmasının nedenini anlamış değilim. İstatistiklere göre 22 oyunun 17’sinde başarılı olmuşum ve denge oyunlarının en başarılı ismi seçilmişim. Bu bir dayanıklılık yarışıysa mantıklı düşünürsek başarılı olanın yarışa devam etmesi gerçekçi olurdu. Ama bunun önemsiz olduğunu yarışın akışını izleyenler kolayca anlayacaktır. Küçük yaşlarda pırıltılı bir dünyaya adım atmak, tek başına kararlar almak ve yaşamı tek başına yönetmek seni biraz sinirli yapmış olabilir mi? Ben aslında çok soğukkanlı ve sakin bir insanım. Tepkimin nedeni bir birikimdir. Yoksa kimse nedensiz yere kimseye bağırmaz. Ben küçük yaşımdan itibaren bu sektördeyim ve yaşıtım arkadaşlarıma oranla çok daha fazla insan tanıdım ve kimlere güvenmem gerektiğini küçük yaşlarda öğrenmeye başladım. Tek başıma kararlar almak beni sinirli değil aksine daha temkinli ve cesur yapmıştır. Kararlı oluşum ve gerçekleri dile getirme tarzım sanırım insanlara biraz ters geldi. [email protected] Survivor’da birbirine denk güç ve sayıdaki yarışmacılar yer almalı Sence Survivor nasıl olmalıydı? Survivor Arjantin formatlı bir program. Orijinaline bakarsanız halkoylamasına sunulmadığını, elemeleri yarışmacıların yaptığını göreceksiniz. Bence doğru olanı da budur. Çünkü izleyicinin adada yaşanan her olayı bilmesine imkân yok. En doğru kararı ancak yarışmacılar verebilir. Oyunlara katılmayan veya yüzme bilmeyen bir yarışmacının orijinal Survivor formatında yer alabileceğini sanmıyorum. Bence yarışma gerçekçi olmalı ve birbirine denk güç ve sayıdaki yarışmacılar yer almalı. Ancak Arjantin formatındaki sert koşulları kabul edecek ünlü sayısının ülkemizde çok az olduğunu düşünüyorum. Ada psikolojisi çok farklı Hakkında çıkan olumsuz yazılar, yorumlar ya da Twitler seni incitti mi? Ada psikolojisi çok farklı ve yaşanmadan anlaşılamaz. Çıktıktan sonra yazılanlardan etkilendim tabii ki ama neden bunlar yazıldı sorusu kafamı daha çok kurcaladı. Zaten sosyal medya düşünce paylaşma yeri değil bir nevi küfredip tatmin olma yeri haline geldiği için bundan sadece ben değil ünlü olmuş her isim şikâyetçi. Zaten tüketim toplumuyuz, her yapılan ertesi gün unutuluyor. Bu da bir balon köpüğüydü, geldi ve geçti. Horultusuz bir ortamda uyumayı hayal ettim Bu kadar tepki gören şu meşhur yoğurt olayını bir de senden dinleyelim. Aslında olay yoğurt değil, ortada bir hırsızlık olmasıydı. Buzdolabı ödülünden sonra dolapta kalan son yiyecekler aramızda paylaşıldı. Kadınların tatlıya olan düşkünlüğünü herkes bilir. Biz de kalan son yiyeceklerden peyniri almak yerine meyveli yoğurdu almayı tercih ettik. Sonra yoğurtlardan biri eksik çıkınca, Almeda yoğurdu Anıl’ın aldığını söyledi ve onu “Ben görmesem bile Allah görüyor” diyerek iğneledi. Bunun üstüne Anıl korkmuş olacak ki ilerleyen saatlerde “Kızlar yoğurdunuzu Nihat çalar diye sakladım şimdi size veriyorum” dedi ve verdi. Biz de haliyle çok sinirlendik ve Nihat’a söyledik. Arkasından çıkan tartışmada Anıl yalan söylemeye devam edince ben çok sinirledim. Karşınızdaki insan gözünüze baka baka yalan söylüyor ve kendi ayıbını örtmek için beni ortalık karıştırmakla suçluyor. Ben de zaten çok sinirliydim ve o an aklıma gelen ilk şeyi söyledim. Herhangi bir firmadan yoğurt reklamı teklifi aldın mı peki? Hayır, henüz almadım. Ama sosyal medyadaki tepki ve yorumlar beni çok güldürdü. Hatta mizahi bir cevap olarak yoğurt yerken çektiğim bir fotoğrafı “yoğurduma kavuştum” diyerek Twit attım. Adada geceleri soğukta, horultular içinde kumlara kafanı koyduğunda en çok neyi hayal ettin? Adada soğuk ve yağmurda uyumak gerçekten çok zordu. Zeminin sertliği yüzünden kemikleriniz batıyor ve periyodik aralıklarla insan uyanıyor. En uzun uykum sanırım yarım saat sürüyordu. Çoğu zaman burada ne işim var diye düşündüm. En çok sıcak evimi, sevdiklerimi, rahat yatağımı ve horultusuz bir ortamda uyumayı hayal ettim. Bir de kahve olsa hiç fena olmazdı. O zaman Survivor sana başka bir gerçeği gösterdi. Bunları unutmamak için ne yapmayı düşünüyorsun? Survivor bana normal yaşamda sahip olduklarımın kıymetini bilmeyi öğretti. İnsan aç kalmanın, ıslak uyumanın, geceleri üşümenin, tanımadığınız insanlarla gidecek bir yeriniz olmadan aynı ortamda barınmak zorunda kalmanın ne demek olduğunu yaşamadan anlayamaz. Bir lokma ekmeğe muhtaçken küçücük bir yoğurdun ne anlama geldiğini, bu konuda yorum yapıp ahkâm kesenlerin anlamasını beklemiyorum. Orada yaşadıklarımdan edindiğim dersi hayatım boyunca unutabileceğimi sanmıyorum. Elendikten sonra Dominik’te tatil yaptın. Biraz oradaki yaşamdan bahseder misin? Ada psikolojisinden çıkmak üç günümü aldı. Yani pek tatil yaptım denemez. Otele yerleştiğimde gerçek anlamda keyfim yoktu. Las Terenas şehri ve çevresi fakir bir bölge ve toprakların çoğunluğu Fransızlar tarafından satın alınmış. Bana ilginç gelen kısım bu kadar fakirlik ve işsizliğe rağmen halkın çok mutlu ve güler yüzlü olması. Derme çatma evlerde yaşıyorlar, kapılarının önünde toplanıp bütün gün gülüp muhabbet ediyorlar. Kaliteli yaşamak gibi bir kaygıları yok, günü yaşıyorlar. Geçimlerini balıkçılık ve hindistan cevizi toplama yoluyla sağlıyorlar. ZÜLAL KALKANDELEN Tutarsızlık C M Y B C MY B witter’ın faydalarından birisi, bazen ıskalayabileceğiniz yazıları görmenizi sağlaması. Geçenlerde bu sayede bir yazıya rastladım. Ece Temelkuran, bir süredir Lübnan’da yayımlanan Hizbullah’a yakın El Akhbar gazetesine makaleler yazıyor. Bu konudaki haberleri bizim medyadan izlemiştim ama yazılarını okumamıştım. Ta ki 11 Mayıs tarihli makalesine verilen bağlantıyı Twitter’da görene kadar... “‘Dubaiziation’ versus... what?” başlığını taşıyan yazısına Viyana’da gerçekleştirilen Bruno Kreisky Forum’da kendisine Türkiye’nin İslamileştirildiğini düşünüyor musunuz?” sorulan “T sorusu ile başlıyor Temelkuran. Bu sorudan hoşnut olmadığını Sadece sorması kolay ya da yanıtlaması da şöyle anlatıyor. “S neredeyse olanaksız olduğundan değil, Avrupalıların Doğu Avrupa ve Ortadoğu demokrasileri ile ilgili beklentileri o kadar düşük ki, Türkiye hakkında konuşulduğunda İslamileştirmenin eskiden beri gelen dehşetine odaklanmayı tercih ediyorlar.” Aslında Viyana’da o soruyu soran kişi, Türkiye ile ilgili en temel sorunlardan birini işaret etmiş ama Temelkuran aynı Olabilir de olmayabilir de. Ama asıl sorun bu görüşte değil; “O değil” diyerek yanıtlamış soruyu. Bunu anlatıp görüşünü Ben pekiştirmek için şu satırlarla devam ediyor makalesine: “B hâlâ gerçek sorunun, toplumun İslamileştirilmesi ya da T yükselen muhafazakârlaşma değil, ülke doğasının ‘Dubaileştirilmesi’, dolayısıyla alışveriş merkezleri olduğunu düşünüyorum.” Yazının geri kalanında, ülkenin her yerinde mantar gibi biten alışveriş merkezlerinin gerek genel görüntü olarak gerekse toplumun kültürel yapısında yarattığı travmalar anlatılmış. O bölüme bir itirazım yok elbette ama giriş kısmına takıldım. Siyasi İslam ve Cemaat toplumu her alanda giderek baskı altına alır, 4+4+4 yasasıyla imam hatiplerin orta kısmı açılıp, ortaokul ve liselerde Kuranıkerim ve Peygamberin hayatı sözde seçmeli ders olarak müfredata girerken, Temelkuran, asıl sorun siyasi İslam değildir diyor. Belediye başkanları kentlerde alkollü içkiyi yasaklamaya cesaret ediyor, bütün Batı medyasında Türkiye’den artık Müslüman demokrasi” diye söz ediliyor, anayasasında sözde “M tek din” de olsa hâlâ laik olduğu yazan bir ülkede Başbakan “t nutuğu atıp, tepki gelince “dilim sürçtü” diyor; ama sol görüşlü bir gazeteci muhafazakârlaşmayı temel sorun olarak görmüyor. Türkiye, ABD’de The New York Times gazetesi bile “T inzivaya çekilmiş din adamının egemenliğini hissediyor” diye başlık atıyor, Amerikalı diplomatlar Cemaat hakkında, “Nüfuz ve güç istedikleri açık. Laik Türkiye’ye meydan okumak ve ülkeyi daha İslami bir yöne götürmek konusunda gizli bir ajandaları olduğundan endişeleniyoruz” diyor, International Herald Tribune “Türkiye’deki gölge güç büyüyor” yazıyor; ama Temelkuran bunu dert etmiyor. Acaba hangi aşamada dert edecek? Fakat burada bir gariplik yok mu? Kendisinin de Dokunan yanar!” arkadaşım dediği gazeteci Ahmet Şık, “D demedi mi? Ne demek istedi bununla? Türkiye’nin giderek daha radikal bir İslami yöne çekilmesinden Batı bile endişe duymaya başlamışken, Temelkuran’ın gidip yurtdışında “Asıl sorun bu değil” demesi, sonuçta kendi düşüncesidir, istediğini savunabilir; ama tutarsızlığını eleştirmek de bizim hakkımız. Ülkenin siyasi İslamın baskısının altına alınması, hukuku geri plana iten, otoriter bir yönetim doğurdu. Dubaileştirme, rant peşinde gözü dönen kapitalist açgözlülüğün sonucu. İkisi de Türkiye’nin temel sorunudur. www.zulalkalkandelen.com [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle