29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 15 NİSAN 2012 / SAYI 1360 Kitapta ve sahnede aşkın renklerini keşfedin “Aşkın Renkleri” David Foenkinos’un altıncı kitabı. Kendi deyişiyle, “izahı olmayan, tuhaf bir cazibe hikâyesi”ni anlatıyor kitap. Bir de “Kalbin kapısını asla kapatmamak” gerektiğini. Çünkü hayatın büyük gizemi aşk, biz istemesek de hep, her şeyin merkezi. Foenkinos, kitabını filme de çekti, 27 Nisan’da vizyona girecek. ESRA AÇIKGÖZ ugünlerde Fransa’da bir roman elden ele dolanıyor, haftalarca çok satanlar listesinde kaldı. Onlarca dile çevrildi, ödüller aldı. David Foenkinos’un bu kitabı geçen hafta Turkuvaz Kitap tarafından Türkçe’ye de çevrildi. Aşkın Halleri, âşık olduğu adamı kaybeden modern bir kadının hayatta kalma mücadelesini ya da mücadelesizliğini ve hayatın karşısına çıkardığı süprizleri anlatıyor. Mesajı basit: “Kalbinizin kapısını asla kapatmayın”. Bu mesajı sadece kitabıyla değil, kitaptan yola çıkılarak çekilen, kardeşi Stephane ile birlikte yönettiği filminde de veriyor David Foenkinos. 2012 Cesar ödülüne aday gösterilen ve başrollerinde Audrey Tautou ve François Damiens’in oynadığı film Türkiye’de 27 Nisan’da gösterime girecek. Ama önce yazar ve yönetmen David Foenkinos’ın anlattıklarını bir dinleyin... giriyor. Bu hoşlandığım bir şey, yani zamanlamanın doğru olması. İşte en baştan itibaren yapmak istediğim şey, izahı olmayan, tuhaf bir cazibe hikâyesi anlatmaktı. Bu arada kişilerin de büyük ölçüde hayal ürünü olduğunu belirteyim. Ölüm ve aşk gibi iki temel duygu üzerine yoğunlaşıyor kitap. İkisi de yaşadığımız çağda çok da konuşulmayan, korkulan şeyler. Siz niye bu iki duyguya yöneldiniz? Yazmak tam da budur işte! Girilmemesi gereken yollara girmek. Şaşırtacak patikaların peşine düşmek. Sevdiğinizin ölümünü yaşadıktan sonra âşık olmak, yeniden doğuşun garipliğidir. İnsanın, her şeyin sona erdiğini sandığı bir sırada, yine de içinde bir şeylerin yaşamaya devam etmesidir. Buna karar veren de bedendir. İşin bu yanı hoşuma gidiyor. Bu gibi durumlarda bedenin sesini dinlemek gerek. Markus için her duygunun bir rengi var, utancınki kırmızı, huzurunki beyaz... Ama aşka renk bulamıyor... Evet, ama aşkın tek bir rengi yoktur, zira aşk her zaman farklıdır. Tanımlanamaz. Cioran’ın Burukluk kitabına ithafla başlıyor roman. Markus’un da okuduğu kitap o. Ciddi ve gülünç, kaygı ve gülümseme dolu bir şüpheyi barındırır Burukluk. Sizin hangi yönüyle ilgi odağınızda? Cioran, Markus’un evrenini çok iyi temsil ediyor. Bir tür nüktedanlık ve karamsarlık karışımı. Markus, tam da neşeli bir depresif! Cioran’da da hoşuma giden şey bu. Hayat berbat, haliyle alaycı olmak daha iyi. [email protected] Kitabın kadın kahramanı Nathalie'yi Audrey Tautou, Markus'u ise François Damiens oynuyor. Kitaptan sinemaya aşk Romanın sinemaya uyarlanması nasıl gelişti? Bu kitapta anlattığım hikâyeyle işim daha bitmemişti. Roman yayımlandıktan sonra roman kişileriyle olmaya devam etmek istiyordum. Birlikte çalıştığım kardeşim “Bundan iyi film olur!” dedi. Senaryoyu yazmak ve kitabın ambiansını filme yansıtmak için elimden gelen her şeyi yapmak hoşuma gitti. Sonra, sanki düşteymişiz gibi Audrey Tautou’ya bu rolü teklif edelim dedik... O da olur, dedi. Neden o, oyuncuları nasıl belirlediniz? Audrey Tautou yılda bir filmde oynuyor, dolayısıyla hikâyenin hoşuna gitmesi bizi sevindirdi. En zoru, İsveçliyi bulmak oldu! En sonunda, Fransa’da çok tanınan Belçikalı bir aktör bulduk. Müthiş biri! Daha iyi bir aktör hayal edemezdik! Filmin tanıtıldığı her yerde onu görenler kendilerini gülmekten alamadılar. Nasıl geçti set, bize anlatabileceğiniz bir hikâye var mı? Kitaptaki kişilerle birlikte soluk alıp verdim. Audrey Tautou, Nathalie’yi oynadı. Onunla konuşmak çok etkileyiciydi. Müthişti! Aslında anlatılacak o kadar çok şey var ki! Mesela Markus’un annebabası rolünü gerçek İsveçli aktörler oynadı, ilginç bir durumdu, zira dillerini anlamıyorduk. Kitapların sinemaya uyarlanması zordur. Genelde yazarda da okurda da bir boşluk bırakır bu tür filmler. Kitap filme uyarlanırken sizin de kaygılarınız oldu mu? Evet, böyle bir risk vardı. Özellikle de kitap başarılı olunca. İzleyici filme kendi yorumlarını getirir. Ama çoğu izleyici filmin kitaba sadık kaldığını söyledi. Bu içimi rahatlattı. Elbette, aynısı değil ama çok benzer. İkisi birbirini tamamlıyor. Filmin harika müziklerini de Emilie Simon yaptı... Filmin yapımında yer aldığım için binlerce kez, parça parça gördüm filmi. Ama en büyük heyecanı film seyircinin karşısına ilk çıktığında yaşadım. Zira 600 kişinin güldüğünü duymak inanılmazdı. Bu, kitaplarımla yaşayabileceğim bir durum değil, kitabı okuyan her okurumun yanında olabilirsem, o başka! B Bu altıncı kitabınız, çoğunun ortak noktası aşk duygusu. Aşkın Halleri de öyle. Nasıl gelişti bu kitabın hikâyesi, nereden çıktı? Aşk her şeyin merkezindedir. Hem aşk engin bir gizemdir! Neden şu kişinin cazibesine kapılırız da bir başkasının değil? Kitabın kahramanı Markus bu kadar tuhaf biriyken, Nathalie neden ona ilgi duymuş olabilir? Markus nüktedan biri, zarif, ayrıca kontrolü elinde olmayan bir durum söz konusu: Nathalie’nin hayatına doğru zamanda Kitabı İstanbul’da bitirdim Yazma süreci sizin için nasıl işliyor, nasıl çalışırsınız? Yazmak sizin için ne ifade ediyor? Yazmak benim bütün hayatımdır, takıntımdır. Audrey Tautau’nun filmde oynaması çok hoşuma gitti. Ama benim tutkum, her şeyden çok, yazmaktır. Her yerde yazmak hoşuma gider. Yapıtları bütün dünyada birçok dile çevrilmiş şanslı bir yazarım. Seyahatlerde, evimden uzaktayken yazmayı seviyorum. Bu arada şunu da söyleyeyim, Aşkın Renkleri’ni İstanbul’da bitirdim! Kitabınız Fransa’da uzun süre çok satanlar listesinde kaldı, 10 ödül aldı ve bildiğimiz kadarıyla şu ana kadar 15 dile çevrildi. Sinemaya da uyarlandı. Bütün bunlar size ne ifade ediyor? Evet, en son 30’un üzerinde dile çevrilmiş durumda ve toplamda 1 milyon nüsha sattı. İnanılmaz rakamlar bunlar. Okurlarıma kitap imzalamak, onlardan mesajlar almak beni mutlu ediyor. Ama artık yeni romanım üzerinde kafa yoruyorum. Zira Aşkın Renkleri’ni sürekli düşünerek, harika bir başarı deyip duramam. David Foenkinos BİR anımsatma Komşunun paskalyasını unutma AYŞE YILDIRIM Hıristiyanların en büyük bayramı Paskalya, İsa’nın gökyüzüne uçuşunu yani yeniden dirilişini sembolize eden gün. Müslüman çoğunluğu olduğu için Kurban ve Ramazan gibi dini bayramlarını kutlayan bu ülkede Hıristiyan azınlıklar da olduğunu unutmayın ve onların bu bayramını bir paskalya yumurtası ya da çikolatadan yapılmış paskalya tavşanı vererek kutlayın. Metin Göktepe jüri üyeliği uğurlu geldi etin Göktepe Gazetecilik Ödülleri, sadece gazeteci Metin Göktepe’nin anısını yaşatmak için değil, haber peşinde koşan gazetecilerin yaşamına, çalışma koşullarına ve baskıya karşı güç ve cesaret katabilmek için konuldu. Bunun için “Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri Türkiye’nin Pulitzer’i olacak” diye yola çıkıldı. Bu yıl düzenlenen 15. ödül töreni Metin Göktepe türü gazetecilere olan ihtiyacın daha da arttığını ortaya çıkardı. Ne demek istediğimi anlamak için isterseniz gelin Metin Göktepe Ödüllerinin geçmişine bir yolculuk yapalım. Ödüller her yıl Metin Göktepe’nin doğum günü olan 10 Nisan’da veriliyor. Ne ilginçtir ki polisler tarafından Ahmet Şık, Fadime Göktepe öldürülen Göktepe’nin doğum günü Türkiye’de Polis Günü’ne denk geliyor. BİR ödülden sonra ilk gazetecilik Ödül komitesi Göktepe’nin çalıştığı gazete faaliyeti nedeniyle verilen ödüldü bu. Evrensel’deki yoldaşlarından, gazeteci Dördüncü yıl yani 2001’de ödülü arkadaşlarından, avukatları ve ailesinden oluşuyor. “Yeraltındaki Katiller” haberiyle Ahmet 1998’de ilk ödül, davanın peşini bırakmayan Şık aldı. 2002’de Ahmet Şık bu kez “Gerçeğe gazeteciler adına dönemin Türkiye Gazeteciler Dönüş” başlıklı haberiyle Jüri Özel ödülünü alırken Cemiyeti Başkanı Nail Güreli’ye verildi. İkinci yıl Ragıp Zarakolu jüri üyesiydi. 2003’e gelindiğinde Milliyet Gazetesi’nde yayımlanan “Utanç Ekspresi” Nedim Şener de Ragıp Zarakolu ile birlikte Metin haberiyle Nedim Şener aldı. Sembolik olarak verilen M Göktepe jürisinde yer almıştı. 2005’te Ragıp Zarakolu yine jüride. 2007’de ödüllerin 10. yılında Nokta dergisinde yayımlanan “İki Tür Gazeteci Vardır: TSK Karşıtları, TSK Yandaşları!” haberiyle ödülü yine Ahmet Şık aldı. (Zaten bu haber Ahmet tutuklandıktan sonra Darbe Günlükleri’ni onun yazıp yazmadığına dair yanlış bilgilerin dolaşmasına neden olmuştu). 2008 yılında bu kez Ahmet Şık jürideydi.Geçen yıl ise ödül jürisi cezaevinde bulunan Ahmet Şık ve Nedim Şener adına da bir ödül vermeyi kararlaştırdı. O jüride ben de vardım. Ödül, Evrensel gazetesinde yayımlanan “Bu ni e Manşet 301’lik Olur” haberiyle r tö Hilal Yağız’a verildi. ül d ö Bu sene jüri üyeleri arasında Ahmet Şık, Nedim Şener ve Ragıp Zarakolu gibi ikisi Ergenekon’dan biri KCK’den tutuklu isimlerin yanı sıra Banu Güven, Ece Temelkuran gibi ekrandan ve köşelerinden uzaklaştırılan gazeteciler de yer aldılar. Yarışmanın zamanlaması ve son katılma tarihi, eserlerin Silivri Cezaevi’ndeki Ahmet ve Nedim’e, Kandıra Cezaevi’ndeki Ragıp Zarakolu’na ulaştırılmasına göre belirlendi. Süreç işlerken, eserlerin cezaevine ulaştırılıp ulaştırılmadığı konuşulurken Ahmet ve Nedim dışarı çıktı. Sonunda jüri bir eksikle ödülleri belirledi. Dicle Haber ajansından Zeynep Kuriş “Pozantı Cezaevinde Cinsel İstismar” haberiyle Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü’nü kazandı. Jüri Onur Ödülü gazetecilik faaliyetini cezaevinde de sürdüren ve cezaevinde yaptığı BirGün Gazetesi’nde yayımlanan “Kadınlar Vardır Kadınlar Hapiste” başlıklı haberiyle gazeteci Zeynep Kuray’a verildi. Ödüller 10 Nisan’da Gazeteciler Cemiyeti lokalinde düzenlenen törenle sahiplerine verilecekti ki jüri üyesi Ragıp Zarakolu’nun da tahliye edildiği haberi geldi. Doğal olarak ödül gününün bilançosu salonda şöyle açıklandı: “Cezaevinde tutuklu üç jüri üyesinin sonuncusu da bugün dışarı çıktı. Metin Göktepe ödülü alan bir gazeteci hâlâ içeride; Zeynep Kuray.” Nedim ve Ahmet, tören öncesi “Türkiye’de gazeteci olmak” konulu panelde yaşadıklarını anlattı. İlk kez bir panelde yan yana konuşuyorlardı. Nedim’in içerideyken satılan Milliyet Gazetesi’nden kadrosunun Aydın Doğan tarafından alınıp Posta’ya verildiğini yazmıştık. Ama panelde öğrendik ki meğer Milliyet’in yeni sahibi “Biz bununla çalışmak istemiyoruz” diyerek Nedim’in işine son vermiş. Bunun üzerine Aydın Doğan, Hanzade Doğan ve Posta Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Rıfat Ababay devreye girip, Nedim’in Posta gazetesinde işe başlamasına karar verip, kadrosunu oraya aktarmışlar. Gazeteciysen iyi ya da kötü yaptığın haberlerde insanların isimlerini kullanırsın. Ama bir gün sen haber olursan ve adın yapmadığını söylediğin haberlerde geçmeye başlarsa ne hissedersin? İşte Ahmet Şık içerideyken bunun muhasebesini çok yapmış. Bir tek isim onun içini acıtmış. “Üzeyir Garih’in katil zanlısı olarak 12 yaşındaki bir çocuğun adı bize ulaştırıldı biz de manşet yaptık. Ama ertesi gün çocuğun olayla ilgisi olmadığını, sorguda ciddi bir eziyet gördüğünü onun için böyle bir şey söylediğini öğrendik. Çok üzülmüştüm tabii. Uzun uğraşlar sonucu çalıştığım gazetede bunu düzelttim.” Ahmet’le Nedim’in Metin Göktepe Ödülleri için bir araya geldiği panel bir şiirle bitti: “Bıraksalardı, / Bir bıraksalardı bizi, / Kör kayanın gözüne / Gül dikerdik bir dizi” Her şeye karşın ne mutlu ki, Metin Göktepe’nin öldürülüşünden bu yana geçen 16 yılda her şeye karşın hâlâ dayanışmayı bilen, başkaldırının gücüne inanan, meslektaşlarını “halkın haber alma hakkı” adına korumayı yeniden öğrenen yani “kör kayanın gözüne gül dikme” inancında olan gazeteciler hâlâ var… [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle