16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Rakıyla birlikte devri âlem Çağrı Çankaya yaklaşık bir yıldır farklı kültürleri tanımak için yollarda olan bir tasarımcı. Designer On The Road (gezgin tasarımcı) isimli projesiyle bu süre içinde Doğu Asya’daki birçok ülkede çalışmış, farklı kültürlerin iş ve yaşam alışkanlıklarına uyum göstermeye çalışmış. Yolculuğu sırasında kendisine eşlik eden en iyi dostu da rakı. Bir rakı markası sponsorluğunda bu projeyi gerçekleştiren Çankaya gittiği ülkelerde insanlara rakı konseptli ofis partileri sunuyor. Mesleğinizi yapma konusunda ne gibi avantajlar ve dezavantajlar yaşadınız? Tasarımla dünya turu yapmak belli zorlukları beraberinde getiriyor tabii, sonuçta garsonluk ya da kasiyerlik gibi beklentinin kesin olduğu bir iş değil. Örneğin taşlı takılar takan ve rengârenk kıyafetler giyen Hintli bir tasarımcı, benim yaptığım bir tasarımı feminen bulabiliyor. Mühendislik ya da fizik gibi mutlak doğrulardan ziyade, zevkler, tabular, lokal dil ve tipografi gibi birçok şeyle şekillenen ve her ülkede değişmekte olan bir işle dünyayı gezmeye çalışıyorum. Tam bir yeri sindirmişken hemen başka bir ülkede başka bir tasarım şirketinde buluyorum kendimi ve her seferinde her şeye yeniden başlıyorum. Kulağa biraz yorucu geliyor ama inanılmaz eğitici bir süreç. Bunu yapmaya karar verdiğimde çoğu kişi bana inanmamıştı. Mesela babam beni dinlemek bile istememişti. Şimdi her gün işten gelip benim blog’a bakıyormuş. Çalıştığınız şirketlerde Türkiye’den daha farklı olarak neler buldunuz? Hepsi birbirinden çok farklı yapıda şirketlerdi ve Türkiye’de bizim alışageldiğimiz ortamdan çok farklı şeyler gördüm. Örneğin Hindistan’da çalıştığım şirketlerden bir tanesi, gelirine çok ihtiyacı olmasına rağmen çok büyük bir projeyi sırf teslim tarihi çok yakın olduğu için kabul etmedi. Aynı şirket parası olmayan bir hayır kurumu için vaktini harcamayı tercih etti. Şirketin patronuysa: “O işi kabul ederdim ve yetiştirirdik, bu mümkündü ama bu, insanlarımın akşam ofiste kalmaları, üzerlerinde baskı yaratmak demek ve onları mutsuz etmek demek, ben bunları istemiyorum. Hem iyi tasarım yetiştirerek yapılan bir şey olamaz” dedi. Hayatımda ilk kez böyle bir patron görmüştüm. Özellikle bizim sektörde çalışan ve bu satırları okuyan insanların şaşkınlıklarını tahmin edebiliyorum. Tayland’da akşam 6’da telefonların fişleri çekiliyor ve müşterilerin ajansa ulaşması engelleniyordu. Bu da insanların özel hayatlarına ve iş dışındaki yaşamlarına gösterdiği özenin bir kanıtı bence. Bizdeyse ajanslar insanları ofislerde tutmak için her şeyi yaparlar. Mesai sonrası sigara serbest derler, Playstation bile kurarlar. Yeter ki insanlar evine gitmesin. Yolda başınıza gelen ilginç ya da zorlayıcı şeyler oldu mu? Mumbai’de iki kez hastanelik oldum. Kaldığım odada karıncalar tarafından yendim ve birkaç gün ellerim şişti. Pune’de evlilik teklifi aldım. Bir tapınakta ayakkabılarım çalındı, yalın ayak muson yağmurlarında eve yürüdüm. İş ortaklığı teklifi Doğu Asya’da yaklaşık bir yıldır süren bir yolculuk. Tasarımcı Çağrı Çankaya, farklı bir gezgin rotası izlerken kendisine rakı eşlik ediyor. Gittiği ülkelerde insanlara rakı konseptli ofis partileri sunan Çankaya ilginç maceralar yaşamış. DENİZ ÜLKÜTEKİN aldım. Üç sarhoş Hintli tarafından dağa kaçırıldığımı sandım. Goa’da kayboldum. Küçük bir motor kazası yaşadım. Sarhoş iki İngiliz kızı adını hatırlayamadığı otellerine bıraktım. Chiang Mai’nin yağmur ormanlarında uçtum. Üç dev kaplanla aynı kafese girdim, dört tonluk bir fili sürdüm. Ho Chi Minh’de zehirlendim, mide kanaması geçirdim. Rakı konseptli ofis partileri yapmak nereden aklınıza geldi? Bilirsiniz insanlarda kendi ülkesine, kültürüne ait en ünlü ve güzel şeyleri yabancıya gösterme huyu vardır. Bu bir içecek de olabilir bir film de. Doğal olarak onca şirkete boş gitmemeliyim dedim ve onlarla kaynaşmam konusunda da bana yardımcı olacak hediyeler düşündüm. Rakı benim de sevdiğim ve bize ait bir tat olduğu için listede ilk yerini aldı. Rakı hangi ülkelerde nasıl karşılandı? Genel olarak herkes suyla karışınca rengi değişen bu esrarengiz Türk içkisine ilgi gösteriyor ve şaşkınlıkla karşılıyor. Genelde seven çok seviyor, sevmeyense nefret ediyor diyebilirim. Hindistan’da ve Vietnam’da rakı büyük beğeni topladı. Taylandlılar rakı içmenin bizdeki adabı ve ritüelleri konusunda çok ilgiliydiler. Mesela mezelerimizi anlattım ve orada bulmamı sağladılar. Koreliler içmeyi seven bir toplum olsa da, iş konusunda çok disiplinli ve iş yaşantısında taviz vermeyen insanlar oldukları için bazıları ofiste uzattığım içkiyi geri çevirdi ama deneyenler genelde sevdi diyebilirim. Hangi ülke insanları rakıya daha dayanıklı çıktı? Hindistan ve Vietnam. Özellikle Vietnamlılara alkol işlemiyor. Şimdi biri yüzünü ekşitecek diyorum ama yok. Kocaman bira bardaklarını shot olarak kullanan bu adamlara rakı vermek otobanı scooterla geçmeye çalışan adama son model bir chopper hediye etmek gibi. Partilerinizde rakının yanında misafirlere meze olarak ne sundunuz? Tayland’da bir Iran restoranı bulduk ve haydari aldık. Başka bir yerden de Rus salatası alınca iki tane mezemiz oldu. Diğer yerlerde ne bulursak onu yedik. Mumbai’de kavun ve beyaz peynir bulabildim o güzeldi ama Pune’de pizza söylediler, o hiç olmadı. www.designerontheroad.com ATAOL BEHRAMOĞLU Konuşma dilinin şiiri Sevdiğimiz şiirlerden aklımızda yer etmiş bazı dizeler ille de simgesel, mecazsal sözler değil, kimi kez, hatta çoğu kez sıradan sözcüklerdir. İzninizle dilimin ucuna bu bağlamda ilk gelen bazı dizeleri sıralayayım: Ne güzel şey hatırlamak seni (Nâzım Hikmet) / Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış (Yahya Kemal) / Her şey yerli yerinde havuz başında servi (A.H. Tanpınar) / Tahtadan yapılmış bir uzun kutu (Necip Fazıl) / Yaş otuz beş yolun yarısı eder (Cahit Sıtkı) / Üfleme bana anneciğim korkuyorum (Dağlarca) / Beşikler vermişim Nuh’a (A. Arif) vb… Her biri bir güzel şiiri başlatan bu dizeler bütündeki bağlamdan koparılarak okunduğunda pek de şiirsel gibi gelmeyebilirler... Sıradan düz yazı cümlelerinden farksız oldukları bile söylenebilir. Onlara şiir lezzetini kazandıran, sonraki dizeler ve böylece de şiirin bütünü içinde kazandıkları işlevselliktir. Şimdi birkaç tanesiyle bunu örnekleyelim: Ne güzel şey hatırlamak seni / Ölüm ve zafer haberleri içinden / Hapiste / Ve yaşım kırkı geçmiş iken Şairin bu dizeleri hangi ortamda, kendi yaşamının, ülkesinin ve dünyanın hangi döneminde yazdığını bilmek, bu olgulara yakınlık duyanlar için şiirselliği daha da arttıran etkenlerdir. Yukarıdaki dizelerin her birini böylece bütünseldeki bağlamına oturtarak, anlama ve sese ilişkin örgünün oluşumunu göstererek, nasıl şiirsellik kazandıklarını görebiliriz. Bunlar konuşma dili cümleleridir, fakat bütün içinde anlamsal ve biçimsel öğelerle şiirsellik kazanmışlardır… Buna gereksinimi olmayan, başlı başına şiir olan dizeler de vardır. Bu tür dizeler genellikle simgesel, mecazsal, konuşma dilinden alınmamış öğelerle yapılmışlardır… Birkaç örnek: Gülün tam ortasında ağlıyorum (C. Süreya) / Örneğin rakı içiyoruz içimize bir karanfil düşüyor gibi (E. Cansever) / Sular bizden akıllıdır (Dağlarca) / Sabah şaire saldırıyor (İ. Özel) / Eflatun gözlerin olduğunu bilmiyordum (A. İlhan /) Ben senin krallığın ülkene yetiştim (İ. Berk) vb… Bu örneklerden sonra asıl söylemek istediğime geliyorum… Yine konuşma dilinden alınmış, hatta konuşma dilinin tam içinden çıkmış olup, herhangi bir mecaza ya da simgeye de dayanmaksızın ve bağlama da gereksinim duymaksızın başlı başına şiir tadı taşıyan dizeler de vardır… Bence Orhan Veli bu türden bir şiirin, daha açık bir deyişle de konuşma dilinden çıkarılmış, konuşma dilinin kendisinin şiire dönüştürüldüğü bir şiirin öncü şairidir. Farklı şiirlerinden dizeleri yan yana sıralayarak ne demek istediğimi anlatmaya çalışayım: Gün olur alıp başımı giderim / Bakakalırım giden geminin ardından / Her bir tüylerinde ayrı telaş / İçmeyip de ne halt edeceksin / Yazık oldu Süleyman Efendiye / Bir acayip kuşların hali / Serde erkeklik var ağlayamam vb… Şimdi biraz daha ilerleyerek Metin Eloğlu’na ve oradan da Can Yücel’e geliyorum: Hasan değil sen değil sürahiyi kim kırdı (M. Eloğlu) Orhan Veli’nin izinden giden bir şair olarak Metin Eloğlu, işi “lettirisme”e (sözcükçülüğe) vardırmadan önce ya da irini dozunu çok abartmadığında, “Horozdan Korkan Oğlan” vb kitaplarındaki şiirleriyle, şiirimizi konuşma dilinin doyumsuz tatlarıyla, yanı sıra da günlük yaşamın kendisinin canlı şiiriyle donatmıştır… Can Yücel de öyledir. Onun birçok şiirinde dil, şiirin kendisi gibidir. Sanki şiiri değil, dili okuyor gibiyizdir… Söz gelimi, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim”i böyle okuyun, ne dediğim daha iyi anlaşılacaktır… Ve Turgut Uyar… İkinci Yeni şairleri içinde, tek tek dizeler bağlamında, simge ve mecazı en az kullanan belki odur… Sana bir boyun atkısı gerek çünkü kış geldi… Ne kadar yalın, insanca, mecazsız, simgesiz ve şiirle dolu… Ya da: İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım… Aynı şey… Ya da: Halbuki korkacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar / Ve ölünce beş on bin ölüyorduk güneşe karşı… Sıradan sözlerle yapılmış büyük bir şiir… Bunları bana, bir kez daha, şu günlerde yayınlanan “Aşkla Kedi Arasındaki Yedi Benzerlik” adlı kitabındaki şiirleriyle Barış Pirhasan düşündürdü… Pirhasan’ın şiirleri, yukarıdaki örneklerde olduğu kadar açık, aydınlık, anlaşılır değil… Ama dikkatli bir okuma, bu şiirlerde, bölünmüş hayatlarımızın parçalanmış kırıntılarından, kırpıklarından oluşturulmuş, acıtıcı, hakiki, canlı, somut imgesini görecektir… Belki tümüyle mecazsız ve simgesiz değil, fakat kesinlikle abartısız, yaşamın kendisi gibi karmaşıklığı içinde yalın, savrukluğu içinde tutarlı şiirler… Konuşma dilinin, somut yaşamın, başkaca bir aracıya gereksinimi olmaksızın şiir oluşu… [email protected] / www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle