01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 18 MART 2012 / SAYI 1356 Babamın stil BUSE TERİM danışmanı benim Fatih Terim futbol dünyasında bir fenomen. Küçük kızı Buse Terim de moda dünyasında aynı yoldan ilerliyor. Amerika’da eğitimini tamamladıktan sonra geldiği Türkiye’de sosyal medyayı kullanarak kendine isim yaptı. Kişisel bloguyla İstanbul'da trend belirleyicilerden biri haline geldi. use Terim son günlerin dikkat çeken isimlerinden biri. Attığı bir tweet ortalığı karıştırdı. Galatasaray’ın Sivasspor’u yendiği maçta Necati Ateş’in attığı gollerden sonra, dün oynanan Fenerbahçe maçına gönderme yaparak “Fener’i ateş basacak” demesi ortalığı tam anlamıyla karıştırdı. Fenerbahçe cephesinden kendisine cevap verenler oldu. Sarılacivertlilerin Teknik Direktörü Aykut Kocaman bu olay yüzünden futbolcularına “tweeter” yasağı getirdi. Ancak Buse Terim’de bundan ve Fatih Terim’in kızı olmaktan çok daha fazlası var. O uzun süredir kendi blogunda yazdığı moda yazılarıyla İstanbul’un trend belirleyicileri arasında yer alıyor. Takipçisi çok, elbette eleştireni de. Ancak Buse Terim daha öğrenecek çok şeyi olduğunun farkında. Blogunuzla moda dünyasında bir hayli dikkat çekiyorsunuz. Gelen tepkiler nasıl? Çok güzel tepkiler alıyorum ve bu, beni çok mutlu ediyor. Yola çıkarken bu kadar ilgi Yazılar: göreceğimi tahmin etmemiştim. Ancak DENİZ blogum hem kişisel ilgi ÜLKÜTEKİN alanımdan hem de eğitimimden beslendiği için ortaya iyi birşeyler çıkacağını biliyordum. Yine de etki alanımın kısa sürede bu kadar büyüyeceğini düşünmemiştim. Aldığım olumlu tepkiler daha iyi olmam konusunda beni teşvik ediyor ve şevkle çalışmamı sağlıyor. İnsanlar tarafından takip edilmek ve onları biraz da olsa yönlendirebiliyor olmaktan mutluluk ve gurur duyuyorum. Daha gidecek çok yolum ve gerçekleştirmek istediğim hayallerim var. Bu yüzden de çok çalışıyorum. Kendimi her gün yenilemek ve geliştirmek için uğraş veriyorum. Stradivas dergisinde yer almanızın hikâyesi nedir? Stradivas dergisi aslında ünlü İspanyol markası Stradivarius’un aylık olarak yayınladığı dijital bir dergi. Farklı şehirlerden farklı blog yazarları kendi yaşadıkları şehri ve bloglarını her ay bu dergide tanıtıyorlar. Bana ulaşmaları ise şöyle oldu. Daha önce staj yaptığım şirketten arkadaşlarım bu ay için beni önermişler ve dergi de bu vesileyle bana ulaştı. Ben de İstanbul’u, İstanbul’da en sevdiğim mekânları, blogumu ve stil önerilerimi Fatih paylaştım. Çok güzel ve keyifli Terim bir röportaj oldu. Hem şıklığını İstanbul’u hem de blogumu kızına yurtdışına tanıtma fırsatı borçlu. bulduğum için mutluluk ve gurur duydum. Tiyatrokare tarafından sahneye konulan Onca Yoksulluk Varken’in başrolü dört yıl sonra tiyatroya dönen Rüçhan Çalışkur’un. Çalışkur, anneleri tarafından terk edilen farklı dinlerden çocuklara sahip çıkan bir hayat kadınını canlandırıyor. Rol içine alıyorsa tedirginlik olmaz nca Yoksulluk Varken, ırklar ve kültürlerarası bir sevgi hikâyesi. Nedim Saban tarafından uyarlanıp, yönetilen hikâyenin ortasında da Rüçhan Çalışkur’un oynadığı Rosa karakteri yer alıyor. Zenne ve Türkan filmlerindeki rolleriyle beyazperdeye yelken açan Çalışkur bu rolüyle dört yıl sonra sahnelere döndü. Rolü için de oldukça heyecanlı. Onca Yoksulluk Varken, alışılagelmiş kimlikler ve önyargıların üzerinde bir dostluktan yola çıkıyor. Sizin rolünüz de bu konuda en can alıcı noktada. Hikâye bir hayat kadını olan Rosa’nın mesleği bıraktıktan sonra aynı meslekten insanların çocuklarına sahip çıkmasını anlatıyor. Tabii buradaki bana göre en önemli nokta Rosa’nın dil, din, ırk ve cinsiyet farkı gözetmeden bütün çocukları evladı gibi benimseyip, onlara kol kanat germesi. Aynı zamanda farklı din ve ırktan olan bu çocukları din ve ırklarını koruyarak kendi çabalarıyla eğitmesi. Rosa, Nazi kamplarında işkence görmüş ve korkularına ve onca çektiği acıya rağmen bunları başaracak kadar da güçlü bir kadın. Son zamanlarında Müslüman bir çocukla yani Muhammet ile baş başa kalıyor ve ölüm anına kadar ona hayatın gerçeklerini göstermeye çalışıyor. Böyle bir oyunu ve rolü seçerken hiç tedirginlik yaşadınız mı? Malum günümüzde pek çok çevreden tepki almaya müsait bir hikâye. Hayır. Ben bir sanatçıyım ve bir sanatçı olarak görevlerim var. Bütün toplumlarda sanatın gücü tartışılmaz. Eğer bana gelen metnin vermek istediği bir mesajı varsa bu beni daha mutlu eder. Ayrıca ben bir oyuncuyum, tedirginliklerden uzak bir dünyada görevimi yapmak isterim. Rol beni içine alıyorsa, benim için tedirginlik diye bir kavram olamaz. Bu oyun sevgi kavramını, hiçbir şart gözetmeden sevginin anlamını gösteriyor bize. Ben Rüçhan Çalışkur olarak doğaya, insanlara, hayvanlara sevgimi diri ve ayakta tutmaya çalışıyorsam böyle bir metni hiçbir tedirginlik duymadan oynarım. Özel tiyatroda çalışmanın bir dezavantajı oldu mu? B O Buse Terim’in enleri En severek takip ettiğiniz markalar nelerdir? Steve Madden, Fabrika, NARS, H&M, Topshop, ZARA ve Massimmo Dutti’yi severek takip ediyorum. Hangi Türk modacıların tasarımlarını takip ediyorsunuz? Dilek Hanif, Arzu Kaprol, Hakan Yıldırım ve Elif Cığızoğlu’nun tasarımlarını seviyorum. En sık gittiğiniz mekânlar nereler? Mezzalluna, Nusret, Big Chef’s, Casita. En iyi giyinen futbolcular kimler? Lionel Messi, Ribery, Cristiano Ronaldo, Gerrard, Ibrahimovic (sağda) ve David Beckham’ın (üstte) giyim tarzını beğeniyorum. İlk kez özel tiyatroda çalışıyorum. İlk konuşmamızda önce bir yapabilir miyim sorusu geldi aklıma, özel tiyatro çalışma biçimini bilmediğim için, ama sonra metni okuyup Nedim Saban’la konuştuktan sonra rahatladım. Çünkü karşımda benim gibi düşünen bir insan vardı. Provalar ilerledikçe mutluluğum daha da arttı. Çok iyi anlaşan bir ekip olduk. Zenne ve Türkan gibi iki ağır film ve ağır rollerden sonra tiyatroya dönüş size nasıl hissettirdi? Tiyatroya 4 yıl ara vermiştim. Ondan önce 8 yıl “Leane’nin Güzellik Kraliçesi”ni, 7 yıl da “Ben Defileleri çok yakından takip ediyorsunuz. Aynı zamanda röportajlarınız da yer alıyor. Bu birikimi televizyona taşımayı düşünüyor musunuz? Böyle bir düşüncem yok, ama zaman ne gösterir şimdilik bilemiyorum. Şu anki kariyer planlarım arasında böyle bir proje bulunmuyor. Günlük hayatta ve gece yaşamında nasıl giyinmeyi seversiniz? Günlük hayatta spor ve daha sade giyinmeyi terich ediyorum. Tabii gün içinde nereye gittiğime göre bu tercihim değişiyor ve daha şık giyindiğim günler de olabiliyor. Geceleri dışarı çıktığımda ise her zaman şık olmaya özen gösteriyorum. Genellikle elbise, etekbluz ve bol aksesuvar tercih ediyorum. Fatih Terim’in giyim tarzını nasıl buluyorsunuz? Babamın kendine has çok özel bir tarzı olduğunu düşünüyorum. İtalya’da kaldığı süre de giyim tercihleri konusunda etkili oldu. Kendisi size danışıyor mu? Şu anda babamın stil danışmanlığını ben yapıyorum, maçlarda da günlük hayatında ve özel davetlerde de ne giyeceğine beraber karar veriyoruz. Jose Mourinho’nun giyim tarzı da kendinden çok bahsettiriyor. Siz Fatih Terim’le Mourinho’yu kıyaslarsanız ne söylersiniz? Bence her ikisinin de kendine has ve ayrı bir tarzı var. Jose Mourinho da çok şık giyinen bir teknik direktör ve İspanyolların fenomeni. Ruhi Bey Nasılım” oyununu oynadım. Aynı anda iki tiyatro oyununda birden oynadığım için zaten hiç boş vaktim yoktu. Önce Zenne projesi geldi. Senaryoyu çok beğendim. Dediğim gibi bir yarayı anlatmış olması benim için çok önemliydi. Ardından Türkan Saylan senaryosu geldi. Zaten Türkan Saylan hayranlıkla izlediğim bir insandı. Benim için onu canlandırmak büyük bir onurdu. Oynarken onu kaybetmiş olmanın acısını hissettim. Ağır bir üzüntüydü. Keşke son günlerinde böyle bir sıkıntıyı ona yaşatmasalardı. Dört yıl gibi bir aradan sonra böyle bir oyunla dönmek son derece keyifli, bir o kadar da mutluluk verici. Ben mesleğine âşık biriyim. Her gün bir şeyler öğreniyor ve bunları mesleğimde uyguluyorum. Öğrenmenin yaşı yok. Oyunculuk benim için bir nevi terapi. Öğrenmek ve öğretmek, okumak kendini yenilemek yani gelişmek. Tiyatrokare tel: (0212) 243 44 85 [email protected] B ADNAN BİNYAZAR Öç alma duygusu C M Y B C MY B undan on beş yıl önce gerçekleştirilen 28 Şubat olayını eğitimde yıkım say, “yıkım” saydığının karşısına, öç alma duygusuyla, yeni yetişen kuşakları daha büyük yıkımlara sürükleyecek değişimlere giriş! 4+4+4, doksan iki yıl önce yüzünü aydınlığa çeviren bir toplumu geriletip çağdaşlığın dışına itme eylemidir. Ailede de, en büyük aile sayılan toplumda da, öç alma duygusuyla girişilen her eylem, yıkımın başlangıcı olmuştur. Hele bu, eğitim gibi, işlevi toplumsal kaynaşmayı sağlayan bir konuda ise... Öç alma, son günlerde hemen her alanda görülüyor. Hiçbir neden yokken, düşünceleriyle laik Türkiye’nin temeline dinamit koyma amacı güden bir adamın, Atatürk’ün gençliğe seslenişini okullarda fazla görmesi, ulusal bayramları işlevsiz kılmaya kalkması nasıl açıklanır?.. 4+4+4’le yapılmak istenen eğitimde yenileştirme değil, bilinçlenmeyi körelterek çağdaşlığın kökünü kurutmaktır. Ekranlarda yalnızca dindar aynı zamanda kindar gençlik yetiştirme nutukları atılırken neden kimsenin kılı kıpırdamıyor, neden “yüreklerin kulakları sağır?” İktidar sahipleri, neden öç duygusunun, halkı bir anda ilkel kalabalıklara dönüştüreceğini düşünemiyor? Siyasetçilerin derin düşünmeden kararlar alıp eğitim kurumlarını yozlaştırması en başta gençleri etkileyecektir. Oysa devletin görevi gençlere aydınlık bir gelecek hazırlamaktır. Türkiye’de nice yetkin eğitim uzmanı, ileriyi gören düşünür, sanatçı var. Onca üniversitenin ilgili fakültelerini, öğretmen kuruluşlarını, STK’leri, aileyi, her aklına esenin kobaya çevirdiği öğrenciyi dışla, tek bir kişinin kaprislerinin ardında sürüklenerek eğitimde reform yap! Eğitimde eskiye dönüşün saçmalığını, beynini bağnazlık ateşi sarmış olanların dışında, her sağduyu sahibi bilir. Eskiye doğru yol almak, donanımlı bir gemiyi ters yönde yüzdürmeye benzer. Son elli yılın tarih sayfalarını çevirelim: Koca kayaların dibinde, tersine yüzdürülen nice geminin iç acıtıcı enkazıyla karşılaşılacaktır. Ülkemizde önemli sorumluluklar üstlenmiş kültür adamlarından Bozkurt Güvenç, “Senin istediğin olmayacak, milletin dediği olacak!” türünden sözlerle tartışma düzeyi giderek düşürülen eğitimin amacını şöyle belirliyor: “Eğitimin amacı, değişmeyen inanç değil, değişime açık bilinçtir.” İşte eğitimin dar kapısını açacak altın anahtar! Düne kadar masasının başında mesleğini yerine getirirken, Meclis’e girince, gökkuşağının altından geçmişçesine birden siyasetçi kaftanına bürünenlerin yapacağı, ona buna şerefsiz, ahlaksız diye saldırmak değil, bilimsel gerçeği kavrayarak sorunlara çözüm üretmek olmalıdır. O çatı altında sesini duyurmak istiyorsa, yoğun düşünüp, “değişmeyen inanç”, “değişime açık bilinç” türünden kavramları beyninin algılayıcı bölgelerinden geçirmek zorundadır. Kişi, kendini aczine kurban etmemeli. Bu insan, bu ülke bizim. Millete egemen olduğu hayallerine kapılan iktidarlar ülkelerinde büyük çöküşlere yol açmışlardır. Gelişimden yana olanlar ise, toplum içinde birey olmanın bilincine ererek, Kemal Atatürk’ün çizdiği ilkeden sapmamış, ülkelerini “çağdaş uygarlık düzeyi”ni aşacak bir hedefe doğru ilerletmişlerdir. Bilinçlenmemiş kişinin ormanın dışına çıkmamış filden farkı yoktur. Fili sokun, her gün mantar gibi türeyen görkemli alışveriş yerlerinden birine; ortalarda şöyle bir gezinsin... Görün, ortalığın bir anda nasıl enkaz yığınına döndüğünü... İnsan, değişime açık bir bilinçle yarattı uygarlığı. Kendi yarattığı uygarlıktan, iradesiyle özgür düşünme bilincine kazanan “insan” doğdu. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle