16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 26 ŞUBAT 2012 / SAYI 1353 Külkedisi değil, işçiyiz ZÜLAL KALKANDELEN Yıldız Ay ve Serpil Kemalbay Fotoğraf: VEDAT ARIK Direniş Öyküleri Yaşadığınız dünyayı nasıl “Y değiştireceksiniz?” Bu soruyu size sorsam Gücüm yanıtınız ne olur? “G yetmez ki buna...” ya da Umurumda değil” mi dersiniz, “U yoksa yanıtı bilmediğinizi itiraf mı edersiniz? Dünyayı kökten değiştirmek belki bir ütopya ama insanın içinde yaşadığı toplumdaki haksızlıklar ve zulüm karşısında güdülenmeyi reddedip, yapabileceği bir şeyler olmalı. Sosyoloji Profesörü John Holloway’in dediği gibi, iktidar olmadan dünyayı değiştirmek olanaklı olmalı. Bireyin tek başına çıkardığı ses duyulmuyorsa, aynı düşünceleri paylaştığı insanlarla bir araya gelip çıkan sesi güçlendirmeli. Yukarıdaki satırlarımı okuyan bir kişi benimle hemfikir olabilir ama zalimlerle, düzenbazlarla mücadele için harekete geçer mi? Ben her zaman yazıyı düşünceyi aktarmanın en etkili yolu olarak gördüm; yazının görsel imajlardan daha güçlü olduğunu savundum. Fakat bazen bu konuda kendi kendimle tartışmaya girdiğim durumlar oluyor. Geçen hafta !f İstanbul Uluslararası Bağımsız Fimler Festivali’nde izlediğim bir belgesel, yine aynı tartışmayı yaşattı bana. Danimarkalı yönetmenler Ralph Christensen Pockets ve Malene Nielsen’in “P of Resistance” (Direniş Öyküleri) adlı filmi, yazının girişinde aktarmaya çalıştığım düşünceleri çok etkileyici örneklerle sinema dilinde anlatıyor. Filmin girişinde, sivil itaatsizlik eylemleri gerçekleştiren bir grupta yer alan direnişçi, arkadaşlarına şöyle diyor: Kuşların sürü olarak zekâsı, “K tek bir kuşun zekâsından daha etkili ve sürü olarak tepki süreleri çok daha hızlı.” Ben de buna bir başka belgeselden öğrendiğim bilgiyi ekleyebilirim. Küçük balıklar büyüklere yem olmamak için, bir araya gelir ve binlercesi kocaman tek bir balık şeklini alır. Balina ile karşılaştıklarında hepsi birbiriyle uyumlu hareket ederek, adeta tek bir balık yüzüyormuş izlenimini yaratırlar ve böylece av olma riskini atlatmaya çalışırlar. “Pockets of Resistance” da, kuşlar ve balıklar gibi, beliren tehlikeye karşı şiddet kullanmadan kukla olmayı reddedenlerin öyküsünü belgeliyor. Danimarka’da küresel ısınmaya karşı iktidardakileri uyarmak için bisikletli eylemler düzenleyen COP 15, Kahire’de baskıcı politikalara karşı sokakta şarkı söyleyerek insanları uyaran genç müzisyenler, Nepal’de zengin evlerinde köle olarak çalıştırılan kadınların dramını halka anlatan sokak tiyatrocuları, Bolivya’da kadın haklarını savunmak için sokaklarda graffiti eylemi başlatarak, çarpıcı yazılarla konuyu gündemde tutan kadınlar, bu öykülerin kahramanları... Bu grupların uyguladıkları yöntemleri ayrıntısıyla yazmayacağım ama özellikle Nepal’deki Bhimsanti Theatre Group’un gösterilerinden etkilendiğimi söylemek isterim. Zengin evlerinde köle olarak çalıştırılan Pahari Chaudhari, filmin bir yerinde yanında annesi ve babasıyla oturmuş, köle olduğu dönemde dövüldüğünü, sürekli aşağılandığını ve hiç dinlenmeden çalıştırıldığını söylüyor. Annesinin gözlerinden yaşlar sicim gibi inerken, babası Onu okutmak istedik ama “O paramız yoktu” diyor... Bir başka sahnede Pahari’nin kendi yaşadıklarını anlatan interaktif bir sokak tiyatrosunda rol alırken her şeyi yeniden yaşadığına tanık oluyoruz. “Pockets of Resistance”, İstanbul’da bu akşam son kez gösterilecek ama gelecek ay festival Ankara ve İzmir’i ziyaret ettiğinde izleme fırsatı olabilir. Tehlikelerden kaçınmaya “T devam edebileceğimiz bir durumda değiliz artık. Dünya güvenli olmaktan çıktı. Tehlikelerden kaçınmaya çalışırsak ehlileştirileceğiz” diyenler kaçırmasın bu belgeseli. www.zulalkalkandelen.com / [email protected] YILDIZ AY Düştüm, ama neyse ki süpürge kırılmadı B ankada genel müdürlere garsonluk yapıyordum. Genel müdürüm, işinden memnun musun dedi, değilim dedim. Beni evine aldı, 97’de, o gün bugündür ev işçisiyim. 47 yaşımdayım. En büyük zorluk; başkasının evinin anahtarını almak! İki taraflı güven gerekiyor. Altı yıl yanında çalıştığım bir kadın İstanbul’u terk edince kızına, kuzenine yönlendirdi beni, güvendiği için. Onlarla çalışıyorum şimdi. Sağlık sorunlarım yüzünden haftanın dört günü çalışıyorum. Omuzumda yırtık var sürekli cam silmekten, yukarı kaldırmaktan kaslarda yırtılma olmuş. Meslek hastalığı yani. Sigortalı olmadığım için tedavi göremedim. Oğlum işe başlayınca onun üzerinden sigortadan yararlandım... İki oğlumu bu işi yaparak tek başıma büyüttüm, okuttum. Eve katkı diyorlar ya ev işçiliği için ev geçindiriyoruz biz; kira, faturalar, çocuklar... Bahçeşehir’den Emirgan’a gittiğimden işe geç başlıyorum, 9.3010.00 gibi. Girer girmez yataklardan başlıyorum, çamaşırı makineye atıyorum, o arada yemeğe girişiyorum. Bir yandan da makineyi boşaltıp yeni kirlileri atıyorum. Geçen hafta yıkananları ütülüyor, çıkanları çamaşırlığa seriyorum. Onlar bitince toz alıp, yerleri, duvarları, kapıları siliyorum ve süpürmeye geçiyorum. Sonra camlara... Bu işi yaparken en büyük korkum, hırsızlıkla suçlanmaktı. Suçlandım da, birçok ev işçisi gibi... Robert Koleji’nin genel müdürünün evinde çalışıyordum, yüzüğü kaybolmuş, sürekli bana soruyor, yarım Türkçesi’yle, “Annemin çok değerli bir yüzüğü vardı, evde çalışan hizmetçi götürmüştü” diye anlatıyor. Dört katlı konağı aradım, aradım, bulamadım. Eve gittim, uyuyamadım. Ertesi gün “Yüzüğü buldum” dedi. Meğerse köpeğine eliyle mama kararken düşürmüş, allahtan köpek akıllıymış da yememiş yoksa suçlusu ben olacaktım. İş kazası mı? Tabii ki geçirdim. Dubleks bir evi temizlerken, elektrik süpürgesiyle daracık merdivenlerden inmeye çalışıyordum ki düştüm. Makineye öyle bir sarılmışım ki, bir şey olmasın diye. Çünkü Amerikalılar mallarının zarar görmesine hoşgörü göstermezler. Daha önce bir sürahi kırmıştım, ödettiler. Neyse... Merdivenin sonuna geldiğimde sırtım ağrıyor, kalkamıyorum, ama makine sağlamdı. Tüm aylığımı versem alamazdım... Yıllarca çalıştığımız halde emekli olmak gibi bir ihtimal yok yasalar değişmedikçe. Değişse de biz olamayız ama en azından bizden sonrakiler olur. Ne bir istatistik var haklarında ne de onları koruyan bir yasa. Oysa çoklar, yüz binlerle anlatılacak kadar çoklar... Sadece Türkiye’de değil, dünyanın pek çok ülkesinde görmezden gelinseler de artık bu kaderi değiştirmeye kararlı ev işçileri. İMECE Kadın Sendikası Girişimi’nden Serpil Kemalbay ve ev işçileri Yıldız Ay ile Minire İnal anlatıyor... atıma Aldal, 5 Mayıs 2011’de 20 yıldır yaptığı gibi erkenden kalkıp, Maltepe’deki temizleyeceği evin yolunu tuttuğunda onu neyin beklediğini bilmiyordu. Dördüncü kattaki evin camını silerken düştü ve öldü. “Sigortam olsaydı şimdi emekli olmuştum” lafı hâlâ çocuklarının kulaklarında dolanırken ev sahibi Sevim Öztürk’e “taksirle ölüme sebebiyet vermek” suçundan 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası istemiyle Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Bu bir kamu davası, çünkü ev hizmetleri iş yasası kapsamında değerlendirilmiyor, ancak İmece Kadın Sendikası Girişimi’nin kampanya ve eylemlerinin de etkisiyle Türkiye’de ilk defa bir ev işçisi için Çalışma Bakanlığı’nca iş müfettişi görevlendirildi. Şimdi gözler davanın nasıl sonuçlanacağında. Çünkü Fatıma Aldal Türkiye’de güvencesiz, kayıt dışı çalışan yüzbinlerce ev işçisinden sadece biriydi. Sözü fazla uzatmadan, özellikle ev işçileri, ev eksenli çalışanlar ve ücretsiz ev emeği yani ev kadınları başta olmak üzere emekçi kadınları hedefleyen İmece Kadın Sendikası Girişimi’nden Serpil Kemalbay’a verelim. Ev işçiliği yaparken üçüncü kattan düşen Minire İnal ve ev işçisi Yıldız Ay’sa yaşadıklarını anlattı. Söz önce Kemalbay’da... İmece Kadın Sendikası Girişimi’nin çalışmaları arasında ev işçileri önemli bir ayağı oluşturuyor. Ne gibi tespitlere ulaştınız? Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) araştırmalarına göre dünyada yaklaşık 50 milyonun üzerinde ev işçisi var. Bir ülkede, kayıtlı çalışan istihdamının yüzde 4’ü10’u arasında ev işçisi olduğu düşünülüyor. Yani Türkiye’de bir milyonun üstünde ev işçisi olduğunu tahmin edebiliriz. Ne yazık ki tahminlerle konuşuyoruz çünkü bütün devletlerce işbirliği edilmişçesine kayıtdışı bırakılan bir alan bu. Ancak ev işçilerinin tüm dünyada ayağa kalkmasıyla geçen sene ILO’da gündemleştirildi; ev işçilerine insanca iş “ILO C189” şartı kabul edildi. Devletler bu sözleşmeyi imzalamalı. Bu konuda imza kampanyası yürütüyoruz. 5 Mart’ta imzalarımızı Ankara’ya götürecek, Çalışma Bakanlığı, hükümet ve muhalefetten vekillerle görüşeceğiz. Neler talep edeceksiniz? Öncelikle 189’un imzalanması ve hayata geçirilmesini. Bir kadın haftanın yedi günü yedi farklı işverene çalışabiliyor, bu nedenle sürekli çalışan olmalarına, ağır iş koşullarına rağmen emekleri sayılmıyor. Ev hizmetleri, iş kanununda yok. Sadece sosyal sigortalar kanununda ev işçisi sürekli çalışıyorsa sigortalı yapılabilir, deniyor. Peki hiç sigortalı çalışan ev işçisi var mı? F verilmiyor. Yatılılar köle gibi Tek tük. Bu prosedürle gecenin geç saatlerine kadar uğraşan işveren çok az çalıştırılıyor. Özellikle de bulunur. Genelde bir işyeri göçmen ev işçilerinin kaçak sahibiyse oradan olmasından yararlanılarak sigortalıyorlar. Bu emek ücretleri düşük tutuluyor, bilinçli olarak sigortasız alana terk ediliyor. Kadınların evde dışarı çıkartılmıyorlar. Cinsel taciz, tecavüz gibi riskler karşılıksız yaptıkları işlerin ESRA yüksek ve bunlar gizli kalıyor. ücret karşılığı yapılması, ek Türkiye'de kaç ev işçisinin gelir getirici bir iş olarak AÇIKGÖZ çalışırken öldüğünü bile görülmesi, yok sayılmasındaki bilmiyoruz. ideolojik etken. Bu noktada özellikle Fatıma Aldal Ne gibi sorunları var ev işçilerinin? davası önemli bir örnek teşkil ediyor... İş kazaları ve meslek hastalıkları riski yüksek. Hemen her ev işçisinin meslek Aldal’dan önce Gültekin Özben hastalığı var; menisküs, astım, lif pencereden düşerek öldüğünde eylem yırtılmaları... Yüksek bir yerde çalışmanın yapmıştık. Sonra yetinmeyelim, Çalışma kuralları vardır, mesela cama cam kemeri Bakanlığı konuyla ilgili ne yapıyor, takarak çıkabilirsiniz. Ancak ev işçileri için araştıralım dedik. Bakanlığa gittik. bu öyle normal karşılanıyor ki onuncu, Müsteşar yardımcısıyla görüştük, yerden onbeşinci katta cam silmeleri isteniyor, göğe kadar haklı olduğumuzu söyledi. O kaldı ki üçüncü kattan sonra zaten ölümle gün Fatıma için bir iş müfettişi sonuçlanıyor düşmeler... Toplum da, görevlendirildi. Müfettiş de “Haklısınız, çalışma bakanlığı da görmezden geliyor. ancak yasa müsaade etmiyor” dedi. İşin Bir standartın olmaması da sorun. Bir ilginci, davaya müdahil olmak dairenin de, dört katlı villanın da aynı istediğimizde hâkim de “Size hak sürede temizlenmesi bekleniyor. Düzgün veriyorum, ancak yasaları uygulamak yemek verilmiyor, yemek saatleri çalışma zorundayım” diyerek müdahilliğimizi kabul saatine karıştırılıyor. Dinlenme, çay molası etmedi. Yasa önümüzde ciddi bir engel. Ben camdan düştüm, siz sustunuz A dı bir şey ifade etmeyecek sizin için, oysa evinize girip çıkan kadınlardan biri o, bir ev işçisi. Daha doğrusu işçisiydi. Çünkü temizlik için gittiği evin camlarını silerken üçüncü kattan düştü Minire İnal... Antalya’da yaşıyor. Bir oğlu liseye gidiyor, diğeri 26 yaşında, evin yükü onun omuzlarında, çünkü eşi de işsiz. Ev işçisi olarak çalışmaya 2006’da başladı İnal. İkinci sınıf insan muamelesi görmeye de, aradıkları bir şeyi bulamadıklarında hemen temizlikçiyi suçlayan ev sahiplerine de tahammül etti. Ta ki 05.03.2009’a kadar... “Evin hanımı” işteydi, eşiyse evde. Saat 10 civarında, salon camlarını silmeye girişmişti ki sekiz metre yüksekten düştü! “Evin beyi diğer odada olduğu için beni görmedi” diyerek anlatıyor o günü, “Yoldan geçen biri yardıma gelmiş. Kendime gelince ev sahibine haber verdi. Ev sahibi geldi, ambulans çağırdılar”. Hastaneye gittiklerinde öğrendi iç kanama geçirdiğini, kaburgaları da kırılmıştı. 15 günden fazla kaldı hastanede, masrafları ev sahipleri ödedi, ancak taburcu edildiğinde ayağa bile kalkamıyordu. Kendi imkânlarıyla ambülans kiralayıp eve gitti. Bir 15 gün de evde yattı, ağrı ve acıyla. “Bir akşam ev sahipleri ziyarete geldiler. Ortopedi uzmanı bir aile dostlarına kontrole götürdüler. Omurilikte kırıklar ve geçirdiğim iç kanamadan kaynaklanan akciğerime sızan kan, enfeksiyon ve su toplamasına neden olmuş. Tekrar hastaneye yatırdılar. Birkaç gün sonra akciğer, 10 gün sonra omurilikten tehlikeli bir ameliyat geçirdim. İki ay acı ve sancı içinde hastahanede kaldım. Taburcu edildim. Eşim o sıralar 600 TL maaşla, sigortasız çalışıyordu. Evimiz kira, bir oğlum asker, diğeri öğrenci... İkinci kez hastaneye yatışımda ev sahipleri iki kez ziyarete geldi ve bir daha uğramadı. Hastahane masraflarımı yeşil kart çıkartarak karşıladık”... Ev sahiplerini kıyafetlerini istemek için aradığında cep telefonlarının kullanılmadığını gördü. Ev telefonuna çıkan kişi de taşındıklarını söyledi. Dava açmak için bir girişimde bulunmadığı için pişman İnal. Yatağa mahkum kaldığı bir yıl annesi baktı. Bir daha asla eskisi gibi olamayacak. “Doktorum 'Özürlü kadrosunda çalışabilirsin' dedi. Farklı hastanelerden farklı oranlarda özürlü raporları verildi, ancak İşkur düşük diye müracatımı kabul etmedi. Kendi imkânlarımla bir iş buldum, asgari ücretle çalışıyorum” diyor. Onun bu hale düşmesinde ev sahipleri kadar bunlara göz yuman sistemin de payı olduğunun farkında; devletten ev hizmetlerinde çalışanların güvenceye kavuşması için gerekli yasal düzenlemeleri bir an önce yapmasını istiyor. “Ev temizliği, aşçılık, çocuk ve hasta bakıcılığı gibi ev hizmetlerinde gündelikçi, aylıkçı ya da yatılı çalışan on binlerce ev işçisi şimdiye kadar yok sayıldı” diyor, “Hiçbir sosyal güvence olmadan, hatta iş yasası kapsamına dahi alınmadan bu kadar çok sayıda işçinin çalışıyor olabilmesi, devlet eliyle güvencesiz çalışmanın teşvik edildiğinin de göstergesi. Kendileri için bir gecede kanun çıkardıkları gibi, zahmet edip bizim içinde çıkarsınlar”. Ev işçiliği eski bir meslek, ama... C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle