29 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 ŞUBAT 2012 / SAYI 1351 7 Elinde kamerası ile göklerde bir kadın ZUHAL AYTOLUN Türkiye’nin ilk kadın hava kameramanı, 30 yaşında. İsmi Özge Deniz Özker. Bu kadar genç bir kadın hava kameramanının ilk olması sizce de enteresan değil mi? Özker, “Kadın kimliğinizle bu alanda yer bulabilmek, bulabildiyseniz kalıcı olabilmek o kadar da kolay değil. Ne yazık ki yaptığınız işten önce kadın kimliğinizi kabul ettirmeniz gerekiyor” diyor. düşüyor. Dolayısıyla pahalı bir sektör. Böyle olunca da hava kameramanlığı alanında çalışan kişi sayısı da oldukça az oluyor. Bir diğeri de halihazırda hava kameramanlığının kullanılabileceği projelerin olmaması. Ağırlıklı olarak bireysel çabalarla ilerleyebilen bir sektörden bahsediyoruz. Bu sebeple de kimse cesaret edip elini taşın altına sokamıyor. Nasıl tanımlarsınız bu işi? Hava kameramanlığı yapmak, yukarıdan bakma eylemidir. Yukarıdan bakar, görür ve gördüğünüzü kayıt altına alırsınız. Aslında kadın hava kameramanının az olmasını biraz buna da bağlayabilirsiniz. Yukarıdan bakmak, bir anlamda iktidara ait bir alan. İçinde yaşadığımız erkek egemen sistemde iktidar, erkeklerin meselesidir. Dolayısıyla kadın kimliğinizle bu alanda yer bulabilmek, bulabildiyseniz kalıcı olabilmek o kadar da kolay değil. Ne yazık ki yaptığınız işten önce, kadın kimliğiyle bu işi yaptığınızı kabul ettirmeniz gerekiyor. zge Deniz Özker, 1981 Tekirdağ doğumlu. Eskişehir Anadolu Üniversitesi'nde sinema ve televizyon okuduktan sonra bir süre kameraman olarak çalışıyor, sonra özel bir sivil havacılık firmasında hava kameramanı olarak devam ediyor mesleğine. Özker, Türkiye’nin ilk kadın hava kameramanı. Türkiye'nin pek çok şehrini havadan görüntülemesinin ardından, çalıştığı diğer projelerle de kendini yetiştiriyor. Şimdilerde İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Görsel İletişim Tasarımı Bölümü’nde fotoğraf stüdyosu teknikeri olarak çalışıyor, fotoğraf kulübü eğitmenliğini yürütüyor ve tasarım çalışmaları bölümünde master yapıyor. Ancak Kabuk Yapım’la birlikte belgesel projeleri tasarlayan Özker için hava kameramanlığı çok özel bir yerde duruyor. Türkiye’de ilk diyoruz ama insanın aklına derhal bir soru düşüyor ve biz de röportaja bu soruyla başlıyoruz. Türkiye’nin ilk kadın hava kameramanı demek için yaşınız oldukça genç. Öncesinde kadın hava kameramanı olarak anabileceğimiz bir isim neden yok sizce? Pek çok sebep sayabiliriz. Bunlardan ilki zaten Türkiye'de genel havacılığın yaygınlaşmış olmaması. Amerika’da genel havacılık, havacılık sektörünün yüzde 80’ini oluştururken Türkiye’de bu ne yazık ki yüzde 8’lik bir paydaya denk Ö Nasıl tepkiler ve geri dönüşler alıyorsunuz peki? Çünkü kadın olduğu için bu alanda reddedilen kişilerin hikâyesi de mevcut. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde “Hava Kameramanlığı ve Belgesel Film Yapımı” konulu bir seminer verdim. Orada kadın öğrencilerden biri şöyle bir soru sordu: “Ben kameraman olmak istiyordum fakat bu fikrim değişti. Çünkü bir kadın işveren, kadından kameraman mı olur diyerek beni stajyer olarak yanına kabul etmedi. Ne yapmam gerekir?” Genç insanların daha iş hayatına atılmadan, işveren kadın bile olsa, erkek söylemiyle umutları kırılıyor. İlk deneyiminiz nasıl oldu, hangi projeydi? Bir gün internette hava kameramanlığı ile ilgili bir iş ilanına rastlamıştım. Maceracı, sürekli gezmesi gereken ve hava çekimleri yapabilecek teknik bilgi ve beceriye sahip birini arıyorlardı. Hemen iletişime geçtim. Bir hafta içinde istifa ettim, oturduğum evi boşalttım ve yedi yıldır yaşadığım şehirden ayrıldım. Sonrası ise sürekli yollar ve yolculuklar... Ruhumda da göçebelik varmış ki hiç zorlanmadım. Çalıştığım ilk proje BakuTiflisCeyhan ham petrol boru hattının havadan video ve fotoğraf çekimlerinin yapılmasıydı. Ortalama 1082 km’lik bir hat bu. Hiç kolay değildi. Sonrasında da uzun soluklu projeler gerçekleştirdik. Havada nasıl bir özgürlük hissediyorsunuz? Biz çekimlerimizi Cessna 172 model tek motorlu uçaktan ve ortalama 1000 feet yükseklikten yapıyoruz. 80 knot hızla giden bir uçaktasınız ve istediğiniz görüntüyü yakalayabilmek için normalde olduğundan daha fazla enerji harcamanız ve konsantre olmanız gerekiyor. Ama tabii ki yukarıda yaşadığınız duygu tüm zorluklarını unutturuyor. Yerden teker kestiğiniz anda başlıyor o özgürlük duygusu. Evler kibrit kutusuna, insanlar noktalara dönüşüyor. Muhteşem doğayla baş başa dağların arasında süzülüyorsunuz. Aslında yukarıda yaşadığınız o mutluluk, o özgürlük duygusu biraz da canınızı yakıyor. Çünkü yukarıdan bakarken yaşadığınız coğrafyaya ve o coğrafyada yaşanan trajedilere yabancılaşıyorsunuz. Bu tarifi mümkün olmayan bir ikilem içine düşürüyor insanı. Tehlikesi de büyük mü? Her ne kadar tehlikeli gibi görünse de, oranlara baktığımızda taksi şoförü, öğretmen ya da aşçı olmaktan daha tehlikeli bir iş değil bana sorarsanız. Hava kameramanı olarak hayalleriniz neler? Tabii ki öncelikli hayalim Türkiye’de genel havacılığın hak ettiği seviyeye ulaşması. Küçük uçakların inişkalkış yapabilmesi için gerekli pist uzunluğu ortalama 800 metre. Ben de Anadolu’nun her köşesinde böyle pistlerin bulunmasını isterim. Anadolu’daki çocuklarımızı uçurmak, onlarla birlikte yukarıdan çekimler yapmak en büyük hayalim. Çalışmalarınıza artık Kabuk Yapım olarak devam ediyorsunuz? Neleri hayata geçirmek istiyorsunuz? Belgesel film, kukla canlandırma, film müziği tasarımı gibi uzman oldukları alanlarda bağımsız üretimler sunan insanların gönüllülük temelinde buluştu. Söyleyecek sözümüz çok! Anadolu masalları, efsaneler, kaybolan kültürel mirasımız, farklı kültürler, doğa ve doğal olandan beslenerek yaptığımız projelerle bu konu başlıklarına dikkat çekmek istiyoruz. ADNAN BİNYAZAR Özgürleştirici eğitim ğitim, yaşamın her anını dolduran doğal bir süreç. Düş görme bile bu sürecin bir parçası. Dalıp gittiğimizde, uykuların derinliklerinde neler yaşamıyoruz! İstesek de kendimizi bu sürecin dışında tutamayız. Topraktan, sudan, ışıktan yoksun bitki ne ise, sürecin dışında kalan insan da odur. Doğa, oluşumsal devinim üzerine kuruludur. Her şey, evrimleşme dediğimiz bu devinimin verimi. Bir de, insanın, kendini yeniden var ettiği süreç var. Milyonlarca, on binlerce yıl önce bugünkü gibi miydik? Gül, böyle bir gül müydü? Zaman, nice çelimsiz gülün dalında katmer güller yarattı... Varoluş süreci, devingenliklerin derinliklerindedir. Düşünürlerin, soluk alıp vermekle bir tuttukları “ruh”, derinlikler âlemi duyumsamasıdır. Bu âlemin ayırdına, sanatsal eğitimin ürünü olan güzelduyusal algılamalarla varılıyor. Ruh da beden gibi sürekli yenileniyor. Yenilenme, eğitimin temel ilkesidir. Yaratıcı aklın sentezinden geçirilmemişse, eğitimin işlevselliğinden söz edilemez. Akla sırt çevirmiş bir eğitim ortamında özgür düşünceli yurttaşlar yetişmiyor. Üç hafta önce bu köşede yayımlanan “Benzemezliklerin Uyumu” başlıklı yazımda, “Aydınlanmanın özü, insanlığı kalıp beyinlerden kurtarma düşüncesine dayanır. Doğa bir benzemezlikler bütünü ise, insan neden adına eğitim denen bir süreçten geçirilerek, aldatıcı düşlerle sürü ruhlu kitleler oluşturmanın aracı kılınsın!” demiştim. Yazdığı bir iletide, aldatıcı düşlerle sürü ruhlu kişiler nitelemesinin altını çizen bir üniversite öğrencisinin şu gözlemlerine bakalım: “Küçüklükten beri birilerine benzetiliyoruz ya da biz kendimizi onlara benzetmeye çabalıyoruz. Bir anlamda buna mecbur da kılınıyoruz. Aynı kulvarda yarıştığımız veya o kulvarda birlikte yer aldığımız belli kişilerin seviyesine ulaşmak için onları örnek alıyoruz. Bu örnek alış dış görünüşümüz kadar düşüncelerimizi de etkiliyor. Bu da belli bir yerden sonra bizde tekdüzeleşmeye yol açıyor. Genellikle belli kişilerin yapıtlarını okuttukları için ne yazık ki düşüncemizde de bir değişiklik olmuyor.” Eğitimde belli kalıpları uygulayan öğretim üyelerinin belli kalıpta öğrenci yetiştireceğini savunan öğrenci, “Böyle bir kalıba girmemek için her konuda, her türde yapıt okumaya çalışıyorum” diyerek, eleştirdiği eğitim ortamını değiştirecek gerçekçi bir çözüme varmış. Okuma, yazarla okur arasında eytişimsel (diyalektik) bir etkileşim yaratır. İyi bir okur, kitabı eline aldığında, düşüncesiyle, duygusuyla yazarla baş başadır. Yazıda dayatma yoktur. Yazar şu iyidir, bu kötüdür demez; ders vermeye kalkmaz. Onun işi okura iç dünyasını açmaktır. Kitabı da kendi iç dünyamızı yaşamak için okuruz zaten. Yazarokur etkileşimi bu yönüyle özgür düşünceli kişilerin yetişmesine elverişli bir ortam yaratmış olur. Bunu içine sindiremeyenler, her çağda aydınlanmanın, güzelduyusal yaratının düşmanı kesilmişlerdir. Eğitim, aydınlanmacı aklın yörüngesinden saptırıldı mı, insanı geliştireceğine, ilkelliğin batağına sürükler. Yukarıdaki alıntıda olduğu gibi, gencecik bir öğrenci, eğitimdeki bozuk düzeni dile getirmek için kafa yorarken; laikliği anayasasının değiştirilemez maddesi sayan bir toplumun kimi yöneticileri, dinselliği eğitimin temel amacı haline getirerek, gençleri yalnızca çağına değil, öz benliğine de yabancı kılıyor. Oysa oluşumsal devinim durdurulamaz. Bunlar, insana kulluk ruhu aşılamak isteyenlerin ilkel çırpınışlarıdır. Bunun önünü alacak tek güç, özgür düşünme bilincine ermiş gençlerin benliklerine yerleşen “tam bağımsızlık” ruhudur... [email protected] E C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle