01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 Erkan Can, bu sezon iki tiyatro oyunuyla karşımızda; Alevli Günler ve Bezirgan. İkisi de İstanbul Halk Tiyatrosu’nun, ikisinin de konusu inançlar ve dinin sömürülmesi üzerine. Bundan sonra daha çok tiyatroda göreceğiz Can’ı, çünkü kendini yenilemek istiyor. Belki ocaktan sonra bir de dizisi olacak. 25 KASIM 2012 / SAYI 1392 Ölümlere engel olmalıyız H Fotoğraf: UĞUR DEMİR ayatı zorlamayı sevmiyor Erkan Can. Ama önüne geleni de en iyi şekilde değerlendiriyor. Kendi anlatışıyla, “Gol olursa olur, olmuyorsa da bana ne abi, canımı sıkamam”. Hırslarını, egosunu dizginleyeli çok olmuş, “Herkesin egosu var tabii ama bizimkisi devamlı bağlı” diyor; “kapının önünde. Tasmasını kısa tutuyoruz. Tedavi edemezsen bitirir seni.” Hayatta peşinde olduğu şey basit, ama Türkiye’de elde etmesi de oldukça zor: Huzur. Peki huzurlu musunuz? Huzurluyum. Bazı sıkıntılar oluyor, o da olmadan olmaz, sonuçta hep huzur da bozar. Dengeyi bulursak, zırıltı olmuyor. Ülkede de dengeyi sağlayabilsek güzel olacak. Aydınların, açlık grevleriyle ilgili dilekçesinde sizin de imzanız var... Nasıl değerlendiriyorsunuz süreci? Bir yerde insanlar açlık grevindeyse, yolunda gitmeyen, tökezleyen, tıkanan bir şeyler var ve onlar da bunu anlatmaya çalışıyorlar, demektir. Dikkat etmek, bakmak, kulak vermek, soru sormak gerekir. Hiçbir tarafa dayanmadan söylüyorum bunları, çok insani bir durum bu. Ölmek üzereler, bu bir şaka değil. Üzülüyorum. Gerçekten üzülüyorum. Ankara’daki, dediklerine göre hepsi okumuş o insanlar ne yapıyorlar? Oturup konuşsunlar. Tabii ki tartışmalar olacak, tartışmadan olmaz zaten, ancak sonuç da alınsın. Bu ölümlere engel olmalıyız. Bir insanın kendi canına kıyması ne zor bir şeydir. l Bulunduğum yer gerginse kaçarım Bana hâlâ Temel diyen var Tekrara düşmek dışında oyunculuğa dair başka korkunuz var mı? Bu her aktörün korkusudur. Ama rahat olmalı, strese girdin mi yapamazsın bu işi. Yaptığımız işte eğleniyorsak rolü çıkartırız. Bulunduğum yer gerginse kaçmaya çalışırım. O stres insana ket vurur. Yapacağın varsa da yapamazsın. Hep eğlendiğiniz işlerde mi çalıştınız yani? Tabii. Bu bir oyun sonuçta. Anlattıklarınız ciddi olsa da oyun. Ekşisözlük’te sizin için “Oscar bile alsa annelerimiz ‘Aa bu Mahallenin Muhtarları’ndaki çocuk değil mi’ diyecek” diye yazmışlar... Kesin diyecekler. Ama bu beni rahatsız etmiyor. Temel durumunu bir sürü filmle kırdığımı düşünüyorum. Onları görmeyenler de beni Temel diye çağırıyor. 20 yıl geçti üzerinden, hâlâ mı? Tabii canım. Bir iki kuşak o diziyle büyüdü. İnsanların beynine kazındı, daha televizyonla yeni tanışmıştık. İnsanlar şimdiki gibi “Ya abi çok dizi var, hangisine bakacağımızı şaşırıyoruz” diye yakınmıyorlardı. Ama bu da bir dönem. Geçecek bence. Onun yerine başka bir şey olacak, belki, ama geçecek. l O nlarca dizi ve sinema filmi: Son, Üsküdar’a edecek. Tartuffe’ta da amacımız kimseyi kırmak, ötelemek, Giderken, Kapalıçarşı, Siyah Beyaz, Bıçak Sırtı, dışlamak değil, sadece bu konuya dikkat çekmek istiyoruz. Takva, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Gemide, Zaten sanat çözmez, gösterir. Oyunu izleyenler bu işe kafa Mahallenin Muhtarları... Ve tabii ki tiyatro: Paçi, yorsun, tartışsın istiyoruz. Sürmanşet, İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu?, Alevli Günler de, Tartuffe da komedi. Son Sofokles’in Antigone’si, Demokrasi Gemisi... Geride zamanlarda komediye ağırlık verdiniz. Neden? bıraktığı yıllara rağmen sahnede olmayı hâlâ büyük bir Komedi daha eğlenceli, insanları daha çok çekiyor, aşkla sürdürüyor Erkan Can. Dizi ve sinemayı da seviyor, derdini daha iyi anlatabiliyorsun. Ama dünya klasiklerini de ama tiyatro başka. Paslanan kasları açmanın oynayacağız. Antigone oynayabiliriz, bir Brecht da, rol torbasını doldurmanın da yolu ondan koyabiliriz, bunlar programımızda, ama tabii geçiyor çünkü; her sahneye çıkışta yenileniyor. zaman istiyor. Oynanacak çok oyun var. O yüzden onu bundan sonra daha çok Oynarken, çok çaba sarf etmeden tiyatroda göreceğiz. İstanbul Halk rollerinize bürünüyormuşsunuz gibi bir Tiyatrosu’nun dört sezondur devam eden Alevli his bırakıyorsunuz insanda, gerçekten Günler’inin yanında yeni bir oyunla daha göründüğünüz kadar rahat mısınız? karşımızda; Bezirgan. Tartuffe’un Yıldıray Yok yok, size öyle geliyor. Orada durmak gerçekten zor. Her defasında ayrı bir heyecan Şahinler tarafından uyarlanıp yönetildiği oyun yaşıyorum. Çok heyecanlanıyorum. Ama için yine sınırlarını zorluyor Can, evin ESRA başladıktan sonra geri dönüşü yok, kendinizi büyükannesi olarak çıkıyor karşımıza. Ona AÇIKGÖZ ateşe atıyorsunuz. Üstelik hiçbir rol hiçbir zaman Şebnem Bozoklu, Cem Davran ve Bahtiyar tam çıkmaz. Rol seyirciyle buluştuğunda çıkmaya Engin eşlik ediyor. Molière’in ünlü oyununu başlar. Yarısını seyirci oluşturur oyunun; tepkileri, alkışı... izlemek isteyenler yarın Yunus Emre Kültür Merkezi’nin Geçmişe gideceğim ama 1975’te, 17 yaşındayken yolunu tutmalı. Gelin önce Erkan Can’a kulak verelim... Bursa’da tiyatro kurslarına başladınız... Bezirgan oyununuz başladı. Ali Cengiz Çelenk’in açtığı kurslarda yetiştim. Devlet Evet, çok yoğun çalıştık. Tartuffe, Molière’in ünlü oyunu. Tiyatrosu oyuncuları turneye gelip, 15 gün, bir ay İnançlar üzerine, din bezirgânlarını anlattığı oyunu yüzyıllar kaldıklarında bize de ders verirlerdi. O dönemki kurs önce yazmış Moliere. Onu Bezirgan diye uyarladık... şimdiki konservatuvarların eğitimini sollar, eskrimden, ışık Türkiye’de din üzerine laf söylemek de, iş yapmak teknikten, dekor ve kostüme, pandomime kadar pek çok da zordur. Sizin için kolay oldu mu? konuda eğitim aldık. Alevli Günler oyunumuz da inançlar üzerineydi. Oraya götüren neydi sizi? Kırmadan, dökmeden ve her kesimden insanın seyrettiği bir Mahalledeki abilerimiz. Onlar yönlendirdiler. Para oyun oldu. Dört sezondur oynuyoruz. Bu sezon da devam almadan fotoğrafımızı çekip, bizi gönderdiler. Sizde ışık gördüler yani. Ben hep taklit yapardım kahvede, abilerimizin yanında, Nejat Uygur’un, Yavru ile Katip’in taklidini yapardım, biri Erol Günaydın’ın, diğeri Altan Erbulak’ın sesi. İlk oyununuzu hatırlıyor musunuz? Park’ta Bir Sonbahar Günü. Ozan Orhon’un dedesi ve babaannesi Coşkun ve Hikmet Orhon vardı başrolde. Repliğim yoktu, bankta oturan iki öğrenciden biriydim. Devlet Tiyatrosu’nun bütün çocuk oyunlarında oynadım. Sinemaya 1986’da Kemal Sunal, Demet Akbağ’ın Davacı filmiyle girdiniz... Görünmüyordum bile. Pantolon satıcısıydım. Demet Akbağ beni tavsiye etmiş. Ve 1992’de başlayıp on yıl süren Mahallenin Muhtarları ile televizyon dünyasına girdiniz, hepimizin akıllarına da ilk o zaman kazındınız. Bugünden düne bakınca ne görüyorsunuz, ne kadar yol almışsınız? Az, çok az. Oyunculuk adına yapacak çok şey var daha. Yenilenmek lazım. Bu da tiyatroyla oluyor. Onu bırakınca bir süre sonra mekanikleşiyorsun, bir erozyon oluyor. Bir bakıyorsun torbada rol kalmamış. Şimdi tiyatrodaki on yıllık arayı kapatmaya, yenilenmeye çalışıyorum. Sağlığım el verdiği sürece tiyatro yapacağım. Gençlerle çalışmanızın, pek çok öğrencinin bitirme tezinde oynamanızın nedeni de bu mu? Zaman hızlı gidiyor, yeni dünyayı gençlerin gözlerinde yakalıyorum. Bilmediğim o kadar çok yenilik var ki. Sanatla uğraşan gençleri seyredip, onlarla konuşarak öğreniyorum, çok iyiler işlerinde. Onlarlayken kendimi genç hissediyorum. Ama bir süre uzak duracağım bu işlerden, tiyatroyla ilgileneceğim, belki bir de dizi olur. Var mı bir proje? Bakıyoruz. Yılbaşından sonra olabilir. l Çolpan İlhan: Alzheimer hastaları sesimi hatırladı DENİZ ÜLKÜTEKİN A hmet Uz ve Çolpan İlhan yaklaşık bir seneden fazladır Son Baharı Beklerken isimli oyunla sahnelerde. Oyunda İrlandalı yazar ve filozof Iris Murdoch’un Alzheimer hastalığıyla allak bullak olan hayatını ve eşi John Murdoch’la paylaştığı kaderi izliyoruz. Ahmet Uz aynı zamanda benim dayım olur, tesadüf eseri anneannem de Alzheimer hastalığı yaşamıştı ve ikimiz de onun hastalık hallerine çok sık şahit olmuştuk. Bu sayede anneannemin bize bıraktığı anıları da yâd etme şansı bulduk. Oyun 28 Kasım akşamı Sadri Alışık Kültür Merkezi’nde oynanacak. Üstelik aynı gün açılacak Çolpan İlhan Sahnesi de oyuna ev sahipliği yapacak. Bu oyunu adapte etmek kimin aklına geldi? Çolpan İlhan: Benim; uzun süredir oyun yapmıyordum, seyirciden de istekler oluyordu. Ancak istedim ki farklı bir şeyler olsun. Eski oyunları filan getirdiler, ama bana pek iç açıcı gelmedi. Naşit Özcan’la birlikte düşünüyorduk. “Bir film görmüştüm ama filmi nerden buluruz bilmiyorum” dedi. “Sen bana elindeki bilgileri ver” dedim. Yazar, felsefeci İngiliz, Iris derken ben araştırmaya başladım. Bebek’te bir kütüphanede kitabı buldum. Kitabı da kocası yazmış. Gökhan Eraslan senaryolaştırdı. Orada kadının gençilğini de işe katmamız gerektiğine karar verdik, sadece yaşlılığını göstersek olay küçülecekti. Böyle bir hastalığı anlatırken farkı görmek çok önemli olmalı. Ç. İlhan: Evet, onun için böyle bir karar aldık. Ortaya böyle bir oyun çıktı. Provalara başladık. Iris rolü sizi ilk anda çekti mi? Ç. İlhan: Evet, neden çekti? Birincisi, entelektüel ve çalışkan bir kadın. Her şeye bulaşmış. Komünist Partisi filan, varoluşçu edebiyat dünyasından çok sevgilisi oluyor, kadın sevgilisi de var. Hayatı boyunca iyi şeyler yapmak için çalışan, önemli eserler veren bir insanın elinde olmadan ne hale geldiğini göstermesi önemliydi. Bir de oyunculuk gerektiriyor. Biraz da kendimle özdeşleştiriyorum. Ben de çalışkan, hareketli ve hep bir şeyler yapmak isteyen biriyim. Ahmet Uz: Atom karınca diyoruz kendisine. Ç. İlhan: İnşallah sonum benzemez ama o bakımdan da yakınlaştım. Birçok hastaneye gittim, mesela bir yemekhanede gördüm, bir kısmı hiç etrafıyla ilgili değil. Yemeğini yiyor. Bazısı daha bakınıp konuşarak yiyor. Garson bir şeyler ikram etmeye çalıştı. “Yok istemiyorum” dememle iki kişi “Çolpan İlhan’ın sesi” diye dikildi. Bizim çok uzun bir Uğurlugiller Ailesi vardı radyoda. Dönemin insanlarının kafasına yerleşmişti. Herhalde oradan akıllarına geldi. Ben de başhekim de şaşırdık. Geldiler Sadri’yi, Kerem’i sordular. Tamamen normal insan gibiydiler. Seyirciyi de çok etkiliyor. Hem içleri yanıyor hem de yaptığı saçmalıklara gülüyorlar. Alzheimer olmak kötü bir şey ama bir Alzheimer’liyle hayatı paylaşmak da çok kötü olmalı. Ç. İlhan: O da John’un dramı. Peki anneannemden gördüklerin seni nasıl etkiledi? A. Uz: Dediğin gibi annemden gördüklerim biraz tüyo verdi. Biz de çok gülerdik. Komik şeyler yapardı. Brezilya dizileri izlerdi, sonra beni Alfonso diye çağırırdı. Kardeşime Carlos filan derdi. Gülerdik ama üzülürdük de. Son zamanlarda yemek yemeyi unutmuştu. Ben çok yakınım, bire bir yaşadım. Ancak oyunu oynarken o yönden bakmadım. İşin estetik tarafını da gözetmek önemli. Bir de birikimleri sıkıştırıp tablet haline getirmek lazım. Bu yüzden o kadar detaya girmek imkânsız. Her Çolpan İlhan ve Ahmet Uz’un başrollerini paylaştığı Son Baharı Beklerken isimli oyun daha önce başarılı bir filme de konu olan İrlandalı yazar Iris Murdoch’un Alzheimer hastalığıyla pençeleşen hayat hikâyesini anlatıyor. hastanın durumu farklı. Çok değişik tezahürleri var. Annem evden çıkmazdı mesela, bazısı da çıkıyor kayboluyor. İnsan bir karar verme aşamasına geliyor, bırakmalı mıyım, devam mı etmeliyim diye. A. Uz: John bunu karısına yapamaz. Bunu söyleyenlere de “hasta değil” diyor, reddediyor. Ancak sonunda huzurevine yatırmayı kabul ediyor. Ç. İlhan: Orasını bir türlü değiştirtemedim. Huzurevi lafı, bizim bütün çabamızı alıp götürüyor. Ancak şöyle de bir gerçeklik yok mu? Bu hastalık insanın diğerleri tarafından sevilmesini sağlayan tüm özelliklerini alıp götürüyor. Ç. İlhan: Olabilir ama o kadar sıkıntıyı çekmiş adamın bu kararı vermesi bütün olayı zayıflatıyor. Eşinin hasta olduğunu kabul etmemesi de sağlıksız bir tepki. A. Uz: Deliyle yatan deli kalkıyor haliyle. Adam da dengesini kaybediyor. Rolünüzde ilginç detaylar da var sanırım. Ç. İlhan: Evet daha da olabilirdi, ama bir yaşlıyı anlatmak da hayat birikimi istiyor. Yazarımız genç, 30 senelik bir evlilikte hayatın içinden birçok şey olabilirdi. Daha yüzeysel ilişkiler yer alıyor, ama böylesi de seyirciyi tatmin ediyor. Rolümde unutma, zaman içinde kayma, insanları tanımama gibi durumlar yaşıyorum. Çayı bile unutuyor, çay neydi diye tekrarlıyor kendine. Alzheimer hastası olmayan insanlar bu hastalığın pek farkında değil sanırım. A. Uz: Ben inanıyorum ki, teşhislerin nedenleri çok farklı. “Beynini harekete geçirmeyen insanlar böyle oluyor” gibi bir algı var. Şahsen buna inanmıyorum. Iris gibi kafası inanılmaz çalışan bir kadının Alzheimer olması bu nedenlerden değildir. Yeni bulgular tedavi şeklini de çok değiştirdi. l C M Y B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle