Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
NEJLA GÜVENÇ Cumhuriyet Pazar için yazdı Kadınlar için bir hikâye yazdık edeniyetlerin beşiği Anadolu… Eski bir sandık... Babaannem Azize Sultan’ın 80 yıllık sandığı… Sessizce duruyor hep durduğu köşesinde... Sırlar ve anılarla dolu bir sandık. Yavaşça kapağını aralıyorum... Birden atmosfere sandıktan çıkma, eski yeni, tanıdık tanımadık kokular yayılıyor. Ve ben bu âlemde... Doğal olanın, topraktan gelenin, köklerin sırrını çözmeye çalışırken, bir yandan da serüvenimin hayalini kurmaya başlıyorum: plikten başlayan bu serüvenim; sanırım biraz gerçek, biraz da hayal... Nasıl mı? Önce tarlalara dikenler dikiyor, suluyor, bekliyor, büyütüyoruz. Derken; koyunlar geçiyor yanlarından tüyleri takılıyor, kınalı eller tek tek topluyor bunları eğiriyor, eğiriyor, iplik yapılıyor. Sonra ovalardan, dağlardan, köklerden özler yapıp boyuyor, en ileri teknolojilerde kumaşa ulaşıyoruz. Masal bu ya; sonunda stanbul’da; Asya ve Avrupa’nın seviştiği noktada Nej ile buluşuyor. Duygu, yumuşaklık, dişilik ve detay ile koklaşıyor. Dikiliyor… Örülüyor… Baskılar yapılıyor… Tekrar tekrar sökülüyor ve yeniden dikiliyor... şte “O Sandık” markanın yontulduğu yerde, atölyemde Nej'de şimdi... Sırlar da öyle… Ben mi? Oyun içinde oyun bir hayat yaşıyorum bahçemde... Malzemelerim ise bazen savaştılar, bazen seviştiler, bazen barıştılar, bazen de küstüler. Bu kadarla da kalmadı. Oyuna kokunun rengi, rengin kokusu karıştı bazen. Yetmedi! Savaşmadı, küsmedi asla... Hep sevişti, hep barıştı... Yetmez, yetmez! ş mi yapılan dedi, kırdı teli dağlardan dize getirdi... Şimdilerde yeni masallar anlatma peşinde... Projemizin hayali, gerçekleşme süreci uzun zaman aldı. Bitmeyen geceler, uzayan günler, keyifli sohbetler, kahkahalarla süslendi. Kâh yorulduk, kâh tartıştık, bazen stress altında kaldık. Hepimiz bölündük, benliğimizden benler yarattık, çoğaldık, büyüdük. Işığın izinde; yârim kalan, tamamlanmamışın farkındalığın ışığında. Nejla Kendi Güvenç farkındalık M işliğimizi takip ederek paralel hayatları yakalamak istedik. Eski kendimizi terk ederek yeni kendimize yol açtık. Farklı zamanlarda, farklı duygulardaki paralel yaşamlarımızdaki beni yakalamak için. Yaratılanın imzasıdır aşk hatta yaratanın. Tanrı yeryüzünde suretini; mucizesini kendine anlatmak için yaratmıştır. "En el hak" kendi özünden kendini yaratmak. Biz de bir hikâye yarattık, belki de kendi suretlerimizi yansıttık. Arzularımızı, hayallerimizi ve gerçekleri yansıttık. Cesaretleri ile tarihi değiştiren kadınlara, kendi yüzyıllarında dönüşüm sağlamış, kırılma noktası yaratmış kadınlara selam etmek istedik, paralel hayatlar, bitmeyen zamanlarda.. Paralel hayatlar Bu filmde başrolü kim oynuyor? Bir kadın... Çok kadın... Zamana hapsolmayan Nej kadınları... Zamansız ve sınırsız bilge güzellikte. Bir ömür boyunca, paralel çizdiler, aynı yapılardan çıkıp, aynı sokaklardan geçip, aynı yollarda gezdiler. lk iki kahramanımız geçmişte yaşadılar, geleceği şekillendirdiler. Artık Hypatia’lar, Papa Joanna’lar aramızda ve kelebek etkisi ile dünyayı değiştirmeye devam ediyorlar. Bence kadın önce kendini sevmeli, anlamalı ki o enerjiyi dışarıya yansıtmalı. Güzel, seksi olmak doğal bir duygudur, üzerinize giyemezsiniz, ancak giydiklerinize yansıtabilirsiniz. Bazen bir hareket, bir duruş, bir düşünce bizi güzel yapar ve seçimlerimiz bizi farklılaştırır. Ahu Türkpençe de işte böyle bir kadın... Aldığı “En yi Kadın Oyuncu“ ve ”Yılın En Başarılı Kadın Oyuncu” ödülleriyle kariyerinde yükselen çizgisini devam ettiriyor. Entelektüel yaklaşımı, yaşamda güçlü duruşu ve o gücünün ardından büyüleyen güzelliği. Böyle bir etkiye kayıtsız kalamazsınız. Ahu Türkpençe’yi tanımadan önce sanatçı kimliğinden çok etkilenmiştim ve gerçekleştireceğim projede yer almasını gönülden istemiştim. Ve bir gün onunla tanıştım, inanamadım... Bilge mağrur duruşu, doğal güzelliği ve sonsuz sevgi dolu kalbi ile son derece mütevazı hareketlerle geleceği değiştiriyor. Öyle güzel, öyle bilge, öyle huzurlu... Öyle bir Nej kadını... Dostum olduğu için, hayallerime inandığı için ve Güçlü, zamanı değiştiren, hayatta iz bırakan kadınlar... Fashion Week’te sergilenen “Paralel Hayatlar” farklı zaman ve mekânlarda yaşayan bu kadınları bir konsept altında toplamıştı. Nej hep bu kadınların peşinde... Ahu Türkpençe “Cesareti ile tarihi değiştiren kadın” olduğu için minnettarım... Masalımız devam ediyor... Ve masalı yazanları tanıtmak istiyorum... Yoldaşım, kaderdaşım sevgili dostum, ilk Nej kadını, ON iletişim ajans kurucu başkanı pek Özgüden. Nej doğmadan önce benleydi, ilk önce o inandı. O her zaman tarafsız yönü ile benim “doğrucu Davud’um” oldu. dijiMucit adlı sosyal medya ajans başkanı Hakan Genç, paralel hayatları internette bir araya getirdi. Ajansın oluşturduğu facebook.com/NejFashion sayfamız moda dünyasından gelişmelerin de olduğu hareketli bir buluşma noktası olarak Fashion Week sonrasında da yayına devam ediyor. Eray Makal12punto.net. Bilgi Üniversitesi Reklamcılık Bölümü’nde öğretim görevlisidir. Müzik ve koreografi sunumunu hazırlayan Zeynep Arkök’ü de unutmamalıyım. Gökçe Özücoşkun’a ve “Paralel Hayatlar” defile konsept film çekimi için, Altın Portakal Ödülü’nü alan Gişe Memuru film ekibi Cem Adıyaman ve Güneş Zahid’e ve hatırlayamadıklarım varsa herkese teşekkürler... G ZÜLAL KALKANDELEN Bitmeyen kâbus 1 0 yıl önce bugün New York’ta bir kâbus gördüm. Aslında kentin mevsim olarak en güzel aylarından biridir eylül. Ağaçlardaki yeşil yaprakların sarı ve kırmızıya dönüştüğü, aşırı sıcak ve nemli havaya veda edilen günleriyle sonbahar çok güzeldir New York’ta. Yine öyle bir günün sabahında Times Square civarında yürürken hızla karşı yönden koşarak yaklaşan 40’lı yaşlarında bir adamı gördüm. Avazı çıktığı kadar “Korkunç! nanılmaz!” diye bağırdığı için, doğrusu bir an New York’ta sık rastladığım türden garip birisi olabileceğini düşünüp pek de önemsemedim. Ancak çok geçmeden, yaşanmakta olan büyük bir felaketi haber verdiğini anlayacaktım. Yüzündeki dehşet ifadesiyle deli gibi koşan adamın hemen ardından sokaklara hâkim olan panik görüntüsü ve siren sesleri, büyük bir kaosun habercisiydi. Tam o sırada elektronik ürünler satan bir mağazanın önünde biriken kalabalığa rastladım. Bir grup insan, ağızları açık bir şekilde vitrindeki dev televizyon ekranından CNN’i izliyordu. “Ne oluyor?” diye sormamla televizyonda Dünya Ticaret Merkezi’ne çarpan uçak görüntülerini görmem bir oldu. Görüntü o kadar inanılmazdı ki New York’tan canlı yayın yapıldığını belirten “Live from New York City” yazısını görsem de, bir süre “Olamaz” diyerek bakakaldım ekrana. Yaşadığımız şokun etkisiyle mağazanın önünde adeta vitrine yapışmış bir halde kaç dakika kaldığımızı tahmin edemiyorum. Sonra neden birden o kalabalığın içinden hızla çıkıp sokaklarda amaçsız ve rotasız bir şekilde yürümeye başladım; onu da bilmiyorum. Metro ve diğer toplu taşım araçları çalışmadığından yollar yürüyen insanlarla dolmuştu. Her zamankinden kalabalıktı New York sokakları ama o güne kadar hiç o derece yalnız hissetmemiştim kendimi. nsanların gözünde gördüğüm korkudan ürkmüştüm. Cep telefonumla birilerini aramak istedim ama çalışmıyordu. Henüz sabah saatleri olmasına karşın dükkânlar ardı ardına kapanıyor, yollar polis kaynıyordu. Arada bir televizyon ekranı gördüğüm mağazalara girip, durumun ne olduğunu takip etmeye çalıştım. 107. katında “Windows on the World” adlı barda içki içip dans ettiğimiz Dünya Ticaret Merkezi'ne uçağın girişini gördüm. Aklıma her gün o binanın altındaki istasyondan metroya binen Tayvanlı arkadaşım Yuki geldi. Acaba olay sırasında orada mıydı? Yaklaşık bir saat yürüyerek o sırada yaşamakta olduğum kentin Yukarı Doğu Yakası’ndaki eve ulaştım. Belki ev arkadaşımı bulurum umuduyla kapıyı açtığımda gördüğüm manzara şuydu: Masada üzerinde bitmemiş yemeklerin durduğu iki tabak, açık bırakılmış pencereler ve kapatılmamış bir televizyon ekranında kâğıttan bir bina gibi yıkılan Dünya Ticaret Merkezi görüntüsü... Ani gelen bir haberle terk edilmiş ev manzarasıydı karşılaştığım. Televizyonun karşısına oturup bir süre kulelerin yıkılışını izledim. Sonra pencereden içeri dolan bir kokuyla irkildim. Televizyonda uyarı yazısı geçiyordu: Saldırıdan sonra çıkan yangın nedeniyle kente yayılan dumanı solumamak için pencerelerinizi kapatın. Uzmanlara göre, şehri günlerce saran koku, eriyen materyaller ile yanarak can veren 2977 insanın kokusuydu. Aslında soluduğumuz, terörün, insan hırsının, fanatizmin, vahşetin, şiddetin, ölümün ve yalanın pis kokusuydu. O günden sonra o koku daha da keskinleşti. Amerika’nın teröre karşı savaş stratejisi yeni bir boyut kazandı. Kendisi için tehdit olarak gördüğü ülkelere karşı önleyici saldırı doktrinini resmi politika olarak uygulamaya sokan ABD’nin militarizasyonu şiddetlendi. Bugün hâlâ dünyanın her yerinde bombalar patlıyor, pilotsuz uçaklarla siviller vuruluyor. Kâbus hiç bitmiyor... G www.zulalkalkandelen.com kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B