01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

22 MAYIS 2011 / SAYI 1313 Cumartesi Anneleri’nin yıllardır süren çığlığı Veysi Altay'ın fotoğraflarıyla belgelendi. Acılı annelerin 16 yıllık mücadelesine ait kareler pek çok yazar, çizerin de yazılarıyla Kaybolan Biz (Em ên Wenda) sergisinde. 5 ADNAN B NYAZAR Gökdelen uygarlığı ato, o zamanın Roması’ndaki haşmetli yapıları görüp, “Ahmaklardır uygarlığı görkemli yapılarda arayanlar,” demiş. Tarih devam ediyor; Amerika’da öyle diye dünyanın birçok ülkesinde kentlerin can damarlarına yüksek binalar kondurulup bununla bir gökdelenler uygarlığı ( ! ) yaratılacağı sanılıyor... Amerikalıların skyscraper (gök kazıyıcı) kavramı yerine bizde olağanüstü bir dil beğenisinin ürünü olan “gökdelen” sözcüğü yaratılmıştır. Mart ayının on beş gününü geçirdiğim Abu Dabi, Dubai benim için, sabahın er saatlerinde başlayıp akşam karanlığına kadar süren çekiç sesleriydi. Oraların gökdelenlerini, yaşadıkları yerlerde karınlarını doyurma olanağından yoksun Uzakdoğu ülkelerinden gelen yabancı işçiler yükseltiyor çekiç sesleriyle. Dubai, Abu Dabi ya da birçok kentte, büyük olasılıkla dünyanın çeşitli yerlerinden getirtilen mimarlar, mühendisler, uzaktan bakıldığında doğaya bir ütopya kenti görünümü kazandıran gökdelen adındaki bu “sefertası” binaları kurma işinde çalışıyor. Beğenilerine bir şey denemez ancak görünümlerinde insanı ürküten bir yan var. stanbul’un dar alanlarına dikilen bu yapıların birçoğu ise bir hilkat garibesi! Bunun sonunda ileride nasıl kentler doğacak? nsanları birbirinden koparmanın sonu nereye varacak? Her türlü sosyal ve ekonomik olanaktan yoksun halklar, bu eşitsizliğe nereye kadar sessiz kalacak? Sevgiden, acıma duygusundan, vicdandan yoksun, giderek birbirine yabancılaşan insanların çoğaldığı bu kapalılık ortamı ilerde ne gibi toplumsal patlamalara yol açacak? Bilimkurgusal bir yorum sayılacağını bile bile, insanlığın, bir gün bu teknik yapaylığı kökünden yok etmek zorunda kalacağını söylemekten kaçınmayacağım. Fotoğraf: VEDAT ARIK C Em ên wenda ya da yine biz DEN Z ÜLKÜTEK N undan 16 yıl önce, 27 Mayıs 1995'te başlayan bir haykırış, isyan ve başkaldırı bugün güçlenerek devam ediyor. Cumartesi Anneleri çocuklarının, mezarları başında ağlamak istiyor. Fotoğraf sanatçısı Veysi Altay onların arasında başlayan hikâyesini yıllarca fotoğraflarıyla arşivleştirdi ve Tütün Deposu'nda bir sergi haline getirdi. Kaybolan Biz (Em ên Wenda) sergisine Halil Ergün, Vedat Türkali, Metin Üstündağ, Sezen Aksu gibi isimler de yazılarıyla destek oldu. Cumartesi Anneleri'ni ne zaman takip etmeye başladınız? Önce aktivist olarak katıldım. Zaten insan hakları alanında çalışmalar yapıyordum. Sonrasında “Neden bu çalışmayı arşivleştirip, daha görünür kılmayalım” dedim. Sadece zmir ve stanbul değil, bölgede Cizre, Diyarbakır ve Batman'da da çekimler yaptım. Cumartesi Anneleri’nin arasından çıkıp onlara karşıdan bakmak sizin için nasıl bir fark yarattı? Onlar ve kayıpları için çok az mücadele ettiğimizi fark ettim. Sadece onlarla oturmak yetmiyor. çindeyken çok fark etme şansınız da olmuyor. Bunun üzüntüsünü yaşadım. Devlet böyle bir insan profili yetiştirdi. Görmez, duymaz, işitmez bir toplum. Anneler sadece çocuklarının kemiklerini istiyor. Bu çok insani bir talep: “Çocuğumuzun mezarı başında ağlamak istiyoruz. Mezarı olsa başında ağlayacak, her gün yas tutmayacağız. Kapılarımızı açık bırakıyoruz, çocuklarımız gelsin diye” diyorlar. Biraz vicdanı olan bu talebi reddetmez, ama bu bile Türkiye'de olmadı. Devlet bununla yüzleşmeden asla normalleşmeden söz etmesin. B Son derece "pasif" bir eylem aslında. Bu bile bir tehdit olarak algılandı. Çünkü devlet her talebi tehdit olarak gördü. Bir paranoya haline geldi. “Neye değil, niye karşı çıkıyorlar” diyerek bastırmaya çalışıldı. Basın yıllarca Cumartesi Anneleri'ni görmek istemedi. Görünce de “Kürttür, teröristtir” gibi yaklaştı. Siyasileştirmek daha kolaylarına geliyor çünkü siyasi bir insanı öldürdüğünüzde kamuoyu üzerinde meşrutiyeti oluyor. Oysa bu insanların bazıları politik bile değil. Olsa bile bu muameleyi hak etmiyorlar... Ama bunu meşrulaştıramadılar, çünkü bu insanlar mağdur olsalar da güçlüler. Kimisi Türkçe bile bilmiyor ama bir kararlılıkları var. Karşı çıkmayı esas almışlar. Devlet hep korktuğu insanları kaybeder. Sadece bugün değil. 1915'te Ermeni aydınlarını, Sabahatitn Ali'yi, 1980'de bir sürü devrimciyi kaybetti. Bunu aslında kurduğu paramiliter güçlerle şeffaf şekilde yaptı. Toplu mezarlar kepçelerle, tüm insan hakları sözleşmelerine aykırı şekilde yok edildi. Sonra bazılarına “hayvan kemiği” dedi, işin içinden çıkmaya çalıştı. Bu yaşananlar ilerde bir utanç tablosu olarak karşımıza çıkacak mı? Tarihin yazmama şansı yok. Bu mücadeleleri gören birçok onurlu insan var. On yıl sonra biri hesabını sorar. Duyarlılığın artması önemli ama asla yeterli değil. Somut adımlar atmak, talepleri yerine getirmek insanlık için yapılması gereken şey. Dünyanın her tarafında bu, yüzleşmeyle oldu. Kayıplar da devletin sistematik olarak yaptığı bir şey ve hesabını yine devlet vermeli. Sergiye birçok yazar ve çizer de destek verdi. Başlangıçta albüm yapacaktık ama insanlarla görüşünce hepsi ilgi gösterdi. Aslında bu çalışmayla sırf Cumartesi Anneleri değil, devletin kaybetme politikasını ele almak istedim. Umarım bu beyaz saçlı kahramanlara bir katkımız olur.G Tahsin Yücel, Gökdelen adlı romanında, beyninin süzgecinden geçirdiği sanatsal sezgisiyle, yer yer bilimkurgusal yöntemlerden de yararlanarak, bu uygarlığın nasıl bir toplumsal çürümeye yol açacağını, buna tepki olarak bir gün stanbul’un sokaklarını “yılkı adamları” diye adlandırdığı kalabalıkların dolduracağını ileri sürüyor. Oysa Arap Emirlikleri’nin bu iki kentinde çekiç sallayanların da, sallatanların da, sorunlara yönelik bir kaygı duymadığından kuşkum yok. Tam tersine, her binanın yükselişinin uygarlığa doğru bir adım atıldığı inancında olanlar bundan gurur bile duyuyor: Amerika’nın yaptığının daha da üstününü niye biz de yapmayalım?.. Nitekim Abu Dabi’de gökdelenlerin toplaştığı bölgeler New York’un Brooklyn’i diye anılıyor. Yerli halk açısından, o binaların içinde abartılı bir zenginliğin tadı çıkarılırken çekiç sallayanlar 21. yy’da kölelik çağı yaşıyor. Bir öğle sonrasında, bizdekiler gibi onların da gölgelik bir yerde kümeleşip içine peynir tıkıştırdıkları bir parça ekmekle karınlarını doyurduklarına tanık oldum. O görüntü, Almanya’daki işçilerimizin dramını getiriyor gözümün önüne. Yıllarca yemek diye, köylerinden getirdikleri bulgura, una kaşık salladılar. Çoğunun amacı, Avrupa’da uygarca yaşamak değildi. Para biriktirmek, külüstür de olsa onları köylerine götürecek bir araba sahibi olmak, uçlu sigara tüttürmekti. Abu Dabi’de de durum farklı değil. Yabancı işçilerin çoğu bir lokma bir hırkaya rıza gösterip çekiçleriyle yeryüzünü gökyüzüne ulamaya çalışıyor. Ülkenin yerlileri ise başlarında hamdania ile ugalları, sırtlarında etekleri yerlerde sürünen kenduraları (erkeklere özgü beyaz entari), çölün ortasında sefa sürüyor... G [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle