Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Babası memur olmasını istiyordu, o ise ressam. Denedi de 27 ŞUBAT 2011 / SAYI 1301 ancak akademi yetenekli bulmamıştı. Mimarlık için de diploması yoktu. Almanya’nın başına geçince Yahudi karşıtlığını sanatta da gösterdi ve “ucube sanat” kavramını ortaya attı. ATAOL BEHRAMOĞLU Öğretmenin el kitabı ünlerdir elimden düşürmediğim bir kitaptan, Fransız yazarı Daniel Pennac’ın “2007 Renaudot Ödülü”nü kazanmış olan “Okul Sıkıntısı” adlı romanından söz ediyorum. Zihninizden “roman neden el kitabı olsun” sorusunun geçtiğini tahmin etmem güç değil.. Okumaya başladığınızda göreceksiniz... “El kitabı” değil “başucu kitabı” demem daha bile doğru olurdu... *** Biyografisinden liselerde edebiyat öğretmenliği yapmış olduğunu öğrendiğimiz 1944 doğumlu Daniel Pennac, “Okul Sıkıntısı”nda kendi “tembel teneke” öğrencilik ve sonrasındaki başarılı öğretmenlik döneminin anılarını ve gözlemlerini anlatıyor. Fakat bu bir deneme ya da anı kitabı değil. “Tembel teneke” öğrencilikten bilge ve başarılı bir öğretmenliğe (ve yazarlığa) ulaşan bir yaşam sürecinin; mizah, felsefe ve gerçekten bilgece gözlemlerle, yer yer metaforik, şiirsel bir dille, roman tadında anlatısı. Yazarın “Küçük Yazı Satıcısı” adlı kitabıyla 1990’da “Inter Prix” ödülünü kazanmış olduğunu ve “Can Yayınları”nın yayımladığı “Okul Sıkıntısı”ndan önce de yine aynı yayınevince Fransa’da büyük ilgi gören“Teşekkür Ederim” adlı bir başka ilginç kitabının yayımlanmış olduğunu ayrıca belirtelim. *** “Okul Sıkıntısı”nın konusunı birkaç cümleyle özetlemek kolay değil. Yapıtın kahramanı, öğretmenin kendisi. Fakat onun çevresinde, kimilerinde kendimizi, kimilerinde tanıdıklarımızın ve arkadaşlarımızın yüzlerini bulacağımız öğrenci ve öğretmen tipleriyle karşılaşıyoruz... Nitekim kitabın çevirmeni Barış Behramoğlu, çevirisini bana şöyle imzalamış: “Kitaptaki tembel öğrencide biraz beni bulacaksın. G Sevgiyle babama...” Evet, benim sevgili kızım Barış Behramoğlu’nun çevirisi bu. Ve ben, onun kendi sözleriyle bu “tembel öğrenci”den, “Su Gibi” adlı şiirsel bir anlatının, yanı sıra da yine Fransız edebiyatından başkaca çevirilerle birlikte “Okul Sıkıntısı” gibi oldukça çetin ceviz bir çevirinin çıkmış olmasından ötürü (baba ve bir ölçüde de öğretmen olarak) gurur duyuyorum... *** Yapıtın kahramanı öğretmenin kendisi dedim ama, “Okul Sıkıntısı”ndaki asıl kahramanlar belki de “bilgi” ve “öğrenmek” dediğimiz şeylerdir... Daniel Pennac, ustaca, bilgece, okuru sıkmaksızın, mizah ve duyguyla ve canlı yaşamdan çıkarılmış örneklerle irdeliyor bu kavramları... Kitabın 124. sayfasından, dilbilgisi dersine ilişkin bir cümle: “Benim görevim öğrencilerimin bu elli beş dakika içerisinde kendilerini dilbilgisi açısından var hissetmelerini sağlamak olmaldır...” Ne demek bu; dilbilgisi, matematik, edebiyat, kimya, ya da ne bileyim astronomi açısından kendini var hissetmek?.. Sonra, zaten var değil miyiz? Ayrıca var olduğunu hissetmek de nesi?.. şte, “Okul Sıkıntısı”nın sorunsalı bu soruların yanıtında düğümleniyor ve son sayfadaki olağanüstü “kırlangıçlar” metaforunda en yüksek noktaya ulaşıncaya kadar, öğrenciye, öğrenmeye, bilgiye, bir sevgi senfonisi gibi yükselişini sürdürüyor... Şimdiye kadar böyle bir konuda bir benzerini okumadığım bu güzel kitabın yazarını, onu ülkemiz okuruna ulaştıran yayınevini ve çevirmenini kutluyorum. G ataolb@cumhuriyet.com.tr Ah Hitler neden “ucube sanat” dedin? iyana’ya gelince tarih, insanın beynine “dan dan” diye çarpıyor! 20 Nisan 1889’da Avusturya’da doğmuştu. Adı Almancada “soylu kurt” anlamında “Adolf” idi. Soyadı ise “Hiedler, Hueetler, Huettler” biçiminde değişik biçimlerde söylendiği için, dönüp dolaşıp “Hitler” olmuştu! Babası, 3. evliliğini yakın akrabası olan annesi ile yapabilmesi için, kiliseden “olur” almak zorunda kalmıştı! Sağlıksız bir aile ortamında büyümüştü. “Memur” olmasını isteyen babasına karşılık, o “ressamlığa” hevesliydi! 1. Dünya Savaşı’ndan önce yaklaşık 2 bin resim ve çizim yapmıştı. 14 yaşında Viyana’ya gitmiş, 1906’da bir güzel sanatlar okuluna birkaç hafta devam etmiş, 1907’de Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne başvurduğunda, “resme yetenekli değilsin, en iyisi sen mimar ol” denilmişti. Mimarlık öğrenimini ÖZGEN benimsemişti ancak gerekli olan lise diploması yoktu. 1908’de akademiye ACAR yeniden başvurmuş, yine “ret” yanıtı alınca evsizler yurduna yerleşip kartpostal boyayarak cep harçlığını çıkarmak zorunda kalmıştı. Çeşitli sağlık sorunları ve ruhsal bunalım yaşamıştı. Almanya’nın sanat merkezi olan Münih’e 1912’de göç etmişti. ki yıl Hitler’in suluboyaları. sonra 1. Dünya Savaşı’nda Alman ordusuna yazılmış, çeşitli nişanlar Hoşgörülü bazı mimarlar ise Hitler’i arasında, gazilik madalyası da “mimari çizimlerindeki üçboyutuyla almıştı. Siyasal yaşama atılmış, nispeten iyi, ancak ikinci sınıf bir 1924’te hapis cezasına çarptırılmış ressam” olarak kabul eder, “keşke “Kavgam” adlı kitabını yazmıştı. mimarlık okuyabilseydi” diye de 1930’ların ortalarına doğru eklerler. “Yahudi” ve “Bolşeviklik” karşıtlığı ile Resimlerini ateşe tutup soluk iktidara gelmiş, 2. Dünya Savaşı’nı renklere ya da sepya rengine insanlığın başına bela kesmişti. Hitler’in mimari çizimi. dönüştürerek “sanki eski resim Savaşı yenilgi ile kapatınca intihar havası” vermeye çalışır ya da etmiş, Almanya’yı işgal eden “kartpostalların suluboya kopyalarını” yapardı. güçlerce bulunan cesedinin külleri Elbe Nehri’ne dökülmüştü. Amerikan askerlerince 1945’te Hitler’in yüzlerce resmine el Hitler’in “resim sanatı” hakkında çok değişik değerlendirmeler konularak Federal Arşive ve Vaşington’daki Soykırımı Anma yapılır! Sanat çevresinden olmayanlar “olumlu” karşılarken sanat Müzesine götürülmüştü. Günümüzde uluslararası müzayedelerde dünyasından bazıları “Yeteneği vardı. Özellikle suluboyaları boy gösteren Hitler’in 28 resminden 24’ünü bir Amerikalı galeri oldukça iyiydi!”, bazıları da “Baş resmini bile çizemezdi. nsan sahibi 1960’larda sattığında değerini açıklamamıştı. Yalnız bu vücudu onun için gizemliydi!” derler. Kimileri de “genelde gribej resimlerin bilinen sigorta değeri 4 milyon dolardı! G renkler kullandığı için renk duygusunun zayıflığını” eleştirirlerdi. V Hitler’in “ucube” sanatçıları H itler’e göre gerçek sanat “antik Yunan ve Roma sanatı” idi… Çünkü bu sanatlar Yahudi etkisi altında kalmamıştı. Ve ona göre sanat: “Sağlıklı olmazsa, ‘çirkin ve ucube’dir. Kahramanlığı, dinginliği yansıtmalıdır. Hıristiyanlığın saçmalıklarına ödün vermemelidir. Ne olursa olsun yaşam, toprak ve çiftçiler sanatta övülmeli, işçiler göklere çıkartılmalıdır.” Çünkü, Nazizm propagandası için en uygun sanattı! Bunun dışındaki “Çağdaş Sanat” ise “entartete kunst (ucubeyoz sanat)” idi! Hitler, 31 Ocak 1933’te yükselmeye başladıktan sonra ucube sanata tepkinin yanı sıra, kitaplar yakıldı, sergiler yasaklandı, satışları engellendi, çağdaşlık yanlısı sanat öğretmenleri ve müze yöneticileri görevden uzaklaştırıldı, yerlerine parti üyeleri atandı. 1937’de “entartete kunst (ucubeyoz sanat)” adıyla Münih’te düzenlenen sergi, öteki kentlerde ve Viyana’da dolaştı. 2 milyon kişinin ziyaret ettiği sergilerde 650 kadar “ucubeyoz resim, heykel “halka saygısızlık, maskaralık, Alman kadınına hakaret, ulusal savunmaya kasıtlı saldırı söylemleri” ile tanıtıldı! “Kübizm, Dadaizm, Fauvizm, Bauhaus, gerçeküstücülük, simgeselcilik, izlenimcilik, dışavurumculuk” olarak bilinen tüm çağdaş sanata “ucubeyoz” damgası vuruldu. Jaz ve “Rüzgâr Gibi Geçti” filmi bile yasaklandı. 1937’de “Kültür Odası” adıyla kurulan bir kurula üye alınabilenler ancak kültürel yaşama katkıda bulunabileceklerdi. Üyelik için “kan”, “ruh”, “arî ırk”, “askerlik”, “itaat” konularının işlenmesi zorunluydu. Odanın altı kişilik yönetimi, ilk aşamada “Yahudulik” ruhu ile “Bolşevikliği” yansıtan 5.000 yapıta el koydu, sonra bu sayı 200 sanatçının 22 bin yapıtına yükseldi. Berlin itfaiyesi de 4000 yapıtı yaktı. Aralarında Henri Matisse, Paul Cezanne, Pablo Picasso, Vincent van Gogh, Vassily Kandinsky, Oskar Kokoşka, Emil Nolde, Edvard Munch, Salvador Dali, Paul Klee, Miro, Marc Chagall, Fernand Leger, Paul Gauguin, Piet Mondrian gibi ünlü sanatçıların yapıtları da vardı. Pek çok Alman sanatçı ülkeyi terk etti. Başlangıçta Bauhaus kurucularından ve sonraları gerçeküstü resme geçen Paul Klee “ mparator Übü” 1933’te sviçre’ye göç etti. Hitler’e göre “ücü” idi. sviçre, sürgündeyken Klee’ye Hitler’in korkusundan dolayı, “yoz” olduğu için vatandaşlık vermedi. Naziler 100 resmine 1937’de el koydu. Maks Ernst, Dadacılığın öncülüğünden gerçeküstücülüğe yönelmişti. Nazilerin Fransa’yı işgalinden sonra gestapo Paris’te tutuklamış, ancak ABD’ye kaçmayı başarmıştı. Kuşkusuz Alman çağdaş akımını etkileyen Liebermann, Meidner, Freundlich ve Marc Chagall, Yahudi idiler. Chagall, 1937’de Almanya’da gözaltına alındı, ABD’ye kaçtı, pek çok resmine el konuldu. Chagall, 1938’de Hitler’in “Ulusalcı Toplumcu Partisi’ne” tepki olarak Yahudi kökenli sa’yı vurgulayan, “Beyaz Haça Germe” tablosuyla Hitler ile alay etti. 30 yaşında resme yönelen Moskova doğumlu Vassily Kandinsky ise Klee ile birlikte Bauhaus kurucusu iken 1928’de Alman vatandaşı oldu. 1933’te Nazi baskısı ile Paris’e göç etti. 1937’de yasaklandı, iki yıl sonra Fransız vatandaşlığına geçti. Picasso’nun Guernica’sı. Barselona doğumlu Katalan ressam Joan Miro, Franco’nun faşist diktatörlüğünden önce Fransa’ya, sonra ABD’ye kaçtı. Marks Ernst ile gerçeküstücülük ve dışavurumculuğun önde gelenlerinden biri oldu. Bir başka spanyol ressam Pablo Picasso hakkında fazla söz söylemeye gerek yok! Hitler “entartete kunst (ucubeyoz sanat)” felsefesini sahnelediği 1937’de Picasso Almantalyan uçaklarının Guernica’yı bombalamalarına tepki olarak siyahgribeyaz renklerden oluşan “Guernica” tablosunu yapıyordu. Hitler’in sanat anlayışına en büyük tepki olan “Guernica” da bir “ucube” idi! Münih’te “sokak ressamlığı” da yapan Hitler’in sanatını şu yargı çok iyi yansıtıyor: “Eğer babası ressam olmasına yardım etseydi ya da lise diploması alıp mimarlık okuyabilseydi, dünya tarihte en büyük insanlık felaketini yaşamazdı!” Doğru söze ne denir! Çok değerli “Sanat Eleştirmenimiz” Kasımpaşalı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Beyoğlu Piyalepaşa lköğretim Okulu’ndaki “Beden Eğitimi” dersindeki notu “pekiyi” idi. Keşke, futbol yaşamını sürdüyseydi belki Kasımpaşa Spor bugün lig sonunculuğuna oynamazdı. Ya da jimnastik öğretmenliğine yönelseydi, Türkiye’de “Ucube Sanat” tartışması yaşanmasaydı! G C M Y B C MY B