13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 Hayatın onlara borcu var... ir kurşun baldırında, biri başparmağında, ikisi belinde, bir tanesi de gırtlağındaydı. Her tarafı paramparçaydı... Arkadan vurulmuştu. Boynundan göbeğine kadar yarıktı. 18 yaşındaydı smail Baytak. Balıkesir’den yola çıkıp gelmişti zmir’e. Çünkü zmir o zamanlar üniversite sınavına girilebilen yedi şehirden biriydi. nciraltı öğrenci yurduna yerleştirildi. Heyecanlıydı, belki doktor olacaktı, belki avukat. Ama arkadan vuruldu. Paramparçaydı. Boynundan göbeğine kadar yarıktı... Gözleri en son, 12 Haziran 1980’in akşamını gördü. zmir nciraltı Öğrenci Yurdu'nun bahçesinde türküler söyleyip, halaylar çeken bin gençle birlikte girdiği o akşamı. Sonra jandarmaları, silahlarını... Kurşunları görememiştir, öyle hızlı, öyle çoktular ki... Tak, tak, tak... Üç gün gibi gelen üç dakika boyunca kurşun sesleri kesilmedi. Çığlıklar, inlemeler de. 12 Haziran 1980'de, zmir nciraltı Öğrenci Yurdu’nda, en büyüğü 23 yıl dünyada kalmayı başaran yüzlerce genci taradılar. Hem de sırtlarından. ESRA Paramparça... Delik deşik... Yarık... AÇIKGÖZ Sonra ölenleri kayda geçtiler: Mustafa Uslu; 1960 doğumlu, Manisa Turgutlu’dan gelmiş... Ali hsan Tan; 1961 doğumlu, Diyarbakır'dan gelmiş... Hüseyin Akdağ; Nazilli Aslanlar köyünden gelmiş... Mehmet Ali Arun; 1957 doğumlu, Balıkesir Burhaniye'den gelmiş... Yaralıları da başka bir kayda: Erhan Üstbaş, Emel Şahin Toprak, Sait Cacur, Ömer Sarıtoprak, Murat Çalıkuşu, Orhan Zabun, Hasan Nergis, Cevdet nci, brahim Morkacı, brahim Toy, Harun Azyit, Hasan Nergis, Selahattin Öcal, Muhsin Okuyan, Berkan Usbaş... Dönemin çişleri Bakanı’nın dedikleri de tarihe düşüldü: “Öğrenciler askerlere ateş açtı.”, “ nciraltı katliamı; başarılı bir operasyon oldu.” Birer “suçlu” olarak gösterildi öğrenciler, ölenlerin aileleri bile böyle bildi. Ta ki Devrimci 78’liler Federasyonu zmir 78’liler Derneği işin peşine düşene kadar. “ nciraltı katliamı, B zmir 78’liler Derneği, nciraltı Öğrenci Yurdu’nda 31 yıl önce öldürülen beş gencin katillerinin peşine düştü. Ancak bütün hukuk mercilerinde aynı yanıtla karşılaştılar: Geçmişte şüpheliler hakkında soruşturma yapılmış, dava sonuçlandırılmıştır, yeni bir soruşturmaya ise hiç gerek yok! O yüzden dava şimdi A HM yolunda. Hüseyin Akdağ, zmir Konak vapurunda... zmir’e sınava girmek için giden 18 yaşındaki smail Baytak’ın memleketine ölüsü döndü. Cenazeden... 1 Mayıs 1977’den itibaren yapılan onlarca katliamdan birisiydi ve uzun bir zincirin darbeciler için kaçınılmaz halkasıydı” diyor zmir 78’liler Derneği sözcüsü Safa Akyürek. Zincirin diğer halkalarında olduğu gibi, nciraltı katliamının da gerçek sorumluları araştırılmıyor, göstermelik bir dava yürütülüp sonuçlandırılıyor. Üç ay sonra 12 Eylül darbesinin yapılması da konunun rahatlıkla kapanmasına yarıyor. şte zmir 78’liler Derneği; yönlendirilmiş, yanlış bilgilerle yazılan bu “tarihin” kalın, kara örtüsünü kaldırmak için yola çıkıyor. şe, birinci dereceden tanıklıkları belgelemekle başlıyorlar. “Çünkü” diyor Akyürek, “Yarını inşa etmenin yolu, toplumu ‘12 Eylül’ gerçeği ile yüzleştirmek ve darbecilerle, darbe kültürünü yargılamaktan geçiyor”. Tabii bu hiç kolay değil. 18 Eylül 2009’da zmir Cumhuriyet Savcılığı’na başvuruda bulunuyorlar, ancak kabul edilmiyor. Çünkü doğrudan mağdur değiller! Ölen gençlerin ailelerinin peşine düşüyorlar o yüzden. Tek ipuçları, gazete kupürleri. lk aileye 2010 Ocak’ta ulaşıyorlar, ama “anılarının tazelenmesini istemediklerini” Tanıklar anlatıyor... A.K.: “... Daha yemekhaneyi geçmeden, mazgalın üzerine geldiğimde ateş başladı. Kendimi yerde buldum. Bu arada inanılmaz çığlıklar atılıyor, bir kargaşa, kaos söz konusu. ‘Kalkın’ diye bir ses geldi; insanlar ayağa kalkmaya yeltendi, tekrar taradılar. Tekrar yere yattık. Bazı insanlar vurulmuştu, hatta benim yanımdakilerden biri ölmüştü. ... 6065 civarında yaralı olduğu söylendi. 1112 de ölü. Ama gazetelerde 67 kişi olarak çıktı bu. Yaralılardan bir kısmının sonradan öldüğü söylendi, kimisi sakat kaldı; ama gerçek ölü sayısının 11 ya da 12 olması lazım”. A.A.: “ … Belki bize daha uzun gelmiştir; ama aşağı yukarı 35 dakika, belki de daha uzun bir süre aralıklı olarak sürekli silah sesi geldi. lk şoku atlattıktan sonra, kulak kabarttım; müthiş bir çığlık vardı meydanda, ‘Burada yaralı var’ diye bağırılıyordu ve bağırılmasına rağmen tekrar ateş ediliyordu. Balkonda yere uzandığım için görmüyordum, sadece sesleri duyabiliyordum. Bir süre sonra silah sesleri falan kesildi; ama ateş aralıklı olarak devam etti.... Sonra büyük bir sessizlik oldu, insanlar beklemeye başladı.” R.A.: “...‘Çatışma var. Senin oraya gidip müdahale etme şansın yok’ dediler. Geri döndük. Ben, hastaneye gittim. Mehmet Toprak diye Vanlı bir çocuk vardı; o vurulmuş, çocuklar ölmüş. En acısı, bizim yapacağımız bir şey yok. Malatya’dan bir baba geldi. Adamcağızın çocuğu ölmüş, ağlıyor. ‘Ben, çocuğu Malatya’ya götüreceğim, param yok' dedi. Size yemin ediyorum, bütün personelden para topladık, babasına verdik ve babası, çocuğun cenazesini alıp Malatya’ya götürdü. Bunlar acı sahneler... Yurttan bir öğrenci silah sıkmış, asker de can güvenliği için ateş etmiş gibi bir vaka yok. Yurt arandı, yurtta bir tane çivi çıkmadı... Sabah yurda geldim. Yeşil çitlerin orada dolaşıyordum. Bir baktım ki, çitin altında ölü bir çocuk var. Onu görememişler... Çocuğu tuttum. Kan sıcaktı daha. Yemin ediyorum size. Tüylerim ürperiyor. Ellerim kan içinde kaldı. Sonra haber verdik, çocuğu alıp götürdüler.” G söyleyerek, konuşmayı reddediyor aile. Akyürek “ smail Baytak’ın ailesi hariç diğerleri ne olaydan ne de yargılamalardan bilgi sahibiydi. Onlara sadece, zmir’de üniversite bahçesinde çıkan olaylarda çocuklarının öldüğü bildirilmiş. Üstelik sanki çocukları suçluymuş gibi gösterilmiş” diyor. Dernek, internetten çağrılar yaparak, Facebook’ta bir grup kurarak, 100 tanığa ulaşıyor. Yüzde 90’ı tanıklığı kabul ediyor, ancak korktuğundan ya da “bir şey çıkmaz” umutsuzluğuyla reddedenler de oluyor. Sonunda zmir, stanbul, Tarsus, Mersin, Malatya, Diyarbakır, AydınNazilli, BalıkesirSındırgı’da 66 kişinin tanıklıkları avukat eşliğinde videoya kaydediliyor. 11 Haziran 2010’da, bu sefer nciraltı’nda öldürülen Hüseyin Akdağ’ın ağabeyiyle birlikte “ nsanlığa Karşı şlenmiş Suçlar” kapsamında dava açmak için başvuruda bulunuyor dernek. Yedi gün sonra yanıt geliyor dilekçelerine: “ nsanlığa Karşı şlenmiş Suçlar”ın 1980’de geçerli olmaması, 30 yıllık zamanaşımı süresinin dolması, geçmişte tüm şüpheliler hakkında gerekli soruşturma yapılıp, davanın sonuçlandırılması nedeniyle soruşturmaya gerek yoktur! tiraz ediliyor, ancak yanıt değişmiyor. ç hukuk yolları tükendiğinden, bu hafta zmir 78’liler Derneği, hayatını kaybedenlerin yakınları ve mağdurlar adına Avukat Serkan Cengiz A HM’ye başvuru yapacak. A HM’den ilk beklentileri, 31 yıldır ortaya çıkmayan dava dosyasının bir kopyasına ulaşabilmelerini sağlaması. Çünkü tüm çabalarına rağmen ne 1980’deki dava dosyasına ne dava sonuçlarına, ne de aşamalarına ulaşabiliyor dernek. Eldeki tek bilgi, o günlerin gazetelerinde çıkan birkaç haber; yargılandıkları, tutuklandıkları, ardından sıkıyönetim döneminde işlenen suçlardan askerlerin sorumlu olmadıklarına dair bir yasadan yararlanıp, hemen serbest bırakıldıklarına ilişkin duyumlar. Kim bilir, belki A HM, gerçeğe ulaşılması için Türkiye adalet sistemini harekete geçirebilir... G [email protected] “Senkendin” ilişkisi A nadolu’nun kadınanalarını, hatundedelerini, ebelerini, saklı kalmış bilgelerini bilir misiniz?… Rengârenk eteklerinden rüzgârı sürerek hanelere şifa dağıtmaya koşan hemşirelerini? Tunceli’nin Nazimiye ilçesinde, ocaklı bir aileden gelen Beşer babaanne gibi, Şamanik geleneği yaşatan köy kadınlarını? Bu hafta Nimet Erenler Gülkökü’nün yaşam hikâyesi bize, Anadolu’nun “yüzleri güneşe dönük” kadınlarını hatırlatıyor. Bugün, Nimet Hanım’ın yeni çıkan kitabının sayfalarını çevirirken, yaşamın anlamını sorguladığı öyküsünde Beşer Hatun’un izlerini göreceğiz. En görkemlisinden, bir toz zerresine varıncaya değin var olan her şeyi seven ve sayan bir ninenin duasını, küçücük elleriyle gökyüzüne uzatan torununun ezberinden okuyacağız: “Ey yeni doğan güneş, sen ışığını önce yeryüzündeki tüm canlıların üzerinden ve sonra da en yakınlarımın üzerinden eksiltme”. Nimet Hanım’ın öyküsü Beşer EBRU Nine’yle başlar; olgun bir kadın olarak GÜZEL yaşamını sürdürdüğü stanbul’da devam eder. O hep, hayatın anlamını sorgulayan bir kadındır; kendi deyimiyle, “içinde çığlıkla yaşayan” bir yolcudur. Yaşamındaki dönüm noktası, ruhunun öldüğünü hissettiği bir zamanda gerçekleşir. Hisleri ona, Beşer Nine’den kalan çeyizi (kültürel mirası) çıkarmanın zamanı geldiğini söyler. Aradığı bilgiyi bulabileceği bir Zen ustasıyla karşılaşır. O, artık yol arkadaşını, kılavuzunu bulmuştur. Nimet Hanım yıllar süren çalışmaları sonucu, Kuran’ın apokrif (üstü örtülmüş/gizlenmiş) ayetlerine yer verildiği bir kitap yazar. Kendi ifadesiyle: “Kuranı Kerim, Kelamı Kadim demektir. Kelamı Kadim, eski sözler anlamına gelir. şte eskilerin sözleri, tarihsel, bilimsel ve en önemlisi ezoterik açıdan incelenerek kaleme alınmış, tarafsız bir eserdir” diye açıklıyor. Kitapta “SenKendin lişkisine Dair” bölüm ilgimi çekiyor. Bakıyorum, Nimet Hanım’ın gönlüne düşen korun yerinde çiçekler açmış; Beşer Nine’yle ekilen, filizlenen bir ağacın yemyeşil dallarında, yolcuları serinleten bahar havasını soluyorum. Soruyorum: “Bir kadın ‘kendini tanımaya’ nereden başlamalı?” “Bir kadın” diyor Nimet Hanım, “kendini tanımaya içinde bulunan eril karakteri keşfederek başlayabilir. çindeki erkeğe, bir kadın olarak beklentilerini sorabilir. Aynı zamanda ona ne verebileceğinin de farkına varması gerekir.” Düşünüyorum… nsanın kendini tanımaya çalışmasının güzel bir sembolik anlatımıydı. Benim için bu, bir sabah dışarı çıkmasam bile kendim için giyinmek, saçımı taramak, spor yapmak ya da çiçek almakla eşdeğerdi! Bir kadının içindeki erkeğe saygı duyması, kendisine saygı duyduğunun da bir işaretiydi. Ancak insanın kendini tanıması, bu kadar basit bir süreç değildi. Nimet Hanım, “kadın”ı ve “dişi”yi farklı şekillerde ele alıyordu. “Kadın, bir kavram ise, nasıl bir kadın olunur?” diye sordum. “Çevresindeki insanlara, çıkarlarına uygun sempatik ya da antipatik davranan yalnızca ‘dişi’, bir insanın yaşamında bir kapı açabilen ise ‘kadın’dır. Kıbâle enerjisinin getirdiği duyusallığa dayalı hırs, öfke, nefret, üreme, yok etme, sahip olma güdüleri yerine (ve ‘kadının rakibi, kadındır’ realitesini terk ederek), Kıbâle enerjisi yani; sükunet, dinginlik, bolluk, bereket, çoğalma, genişleme, gelişme, yücelme ve yüceltme de bizim ellerimizdedir”. mtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına Orhan Erinç Genel Yayın Yönetmeni: brahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase lknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ dare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli / stanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Reklam Koordinatörleri: Hakan Çankaya / Neşe Yazıcı Rezervasyon Yönetmeni: Nimet Hanım kitabında kadın ya da erkek ayrımı yapmadan insanlığa sesleniyordu, ama ben çalışmalarımdan dolayı özellikle kadın konusuna duyarlıydım. Beşer Nine bir mihenk taşıydı, atlayamazdım, ancak Nimet Hanım’ın Kıbâle enerjisiyle anlatmak istediği neydi, nereden geldik nereye gidiyorduk, en önemlisi yaşama amacımız neydi? Biz uzun uzun konuştuk; kadim tarihte yolculuk yapmak isteyenler “Kuranı Kerim’in Apocrypha’sı” adlı kitabını okuyabilirler. Onu daha yakından tanımak isteyenlerse CBN KitapCafe’ye (http://www.cabankitap.com) uğrayabilirler. Şayet kendiniz olmak istiyorsanız? G [email protected] Onur Tunalı (0212) 251 98 74 / 75 (0212) 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt / stanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle