14 Haziran 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 11 ARALIK 2011 / SAYI 1342 bir ALBÜM AYŞE YILDIRIM Vasilis Dafnopatitis: Yunanlılara Türkçe öğreten İstanbullu Rum Yunanistan’da mesleğini yapamayan Vasilis önce orduda Türkçe dersleri vermeye başlar. Gerekli kitapları da arkadaşı Emre Aysu gönderir. O da ona Grek müzikleri CD’si yollamaktadır. Önce Korfu Üniversitesi’nde, ardından da Atina Kapodistriakon Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim görevlisi olur Vasilis. 1996 yılında İstanbul’da mezuniyetlerinin 30. yılını kutlar Vasilis’in sınıf arkadaşları. Ancak Vasilis gelmez. Bunun üzerine 38 sınıf arkadaşı bir otobüse doluşup Atina’ya giderler ve 30. yıl belgesini Plaka’da bir meyhanede gözyaşları arasında verirler Vasilis’e. Vasilis, İstanbul’dan ayrılışının ardından 32 yıl sonra 2006’da ilk kez gelir İstanbul’a karısı Maria’yla birlikte. Hem de Yunanistan’da Türkçe öğrettiği 30 öğrencisiyle birlikte. Türk Yunan Defne Derneği, Vasilis’in mezun olduğu Yıldız Teknik Üniversitesi ile işbirliği yaparak Atina Üniversitesi’nin Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenci olan ve kurs gören 30 Yunanlı öğrenciyi getirmiştir İstanbul’a. İşte bu gezi Vasilis’in kırgınlıkları ve küskünlüklerini geride bırakmasının başlangıcı olur. Karısı Maria ile sık sık gidip gelmeye başlarlar İstanbul’a. Geçen ay yine yolları İstanbul’dan geçti. Belki yaşayan bir akrabaları yoktu artık burada ama Defne Derneği sayesinde çok büyük bir aileleri vardır. İşte bu gezi sırasında müjdesini vermişti çıkacak kitabının. Hatta İstanbul’dan iki hocayla birlikte üzerinde çalıştığı Karamanlıca kitabından da söz etmişti. Atina’ya döner dönmez de tanıtımı yapıldı “Yunanlılar İçin Türkçe Dilbilgisi”nin. Yunanistan’ta bu türde en önemli çalışmalardan biri olarak nitelendiriliyor kitap. “1990’larda el yazısıyla yazmaya başlamıştım” diyor Vasilis, ama o zamanlar henüz Türkçe’nin Yunan piyasasında geçerli olmadığı yıllardı ve kitabın yayınlanması mümkün olmadı. Senelerce bu kitap üzerinde çalıştı Vasilis, nihayet Atina Üniversitesi’nde okutman olan meslektaşı Hristina Sanlioglu’nun işbirliğiyle Perugiya yayınları sahibi Tina Zogopulu tarafından yayımlandı. Türkiye’nin AtinaPire Konsolosluğu'nun da sponsor olduğu kitabın tanıtımı büyük ilgi gördü Atina’da. AtinaPire Başkonsolosu Nurdan Altundaş, Konsolos Yardımcısı Sualp Erdoğan’ın yanı sıra elçilik görevlileri de kitabın tanıtımına katıldı. Kimbilir Vasilis, yeni kitabının tanıtımını belki de İstanbul’da yapar. [email protected] tina’da “Istanbullular Kültür Derneği’nde” bir kitap yıl da Heybeliada’da yazlıktadırlar. “Sıcak bir temmuz tanıtımı vardı, geçen haftalarda. “Yunanlılar için cumartesiydi” diye anımsıyor. Şirketin Yalova’daki Türkçe Dilbilgisi” başlıklı kitap, yayımlanmak için şantiyesini denetlemeye gidecekti o gün. Tam yola neredeyse 20 yıldır bekliyordu. Kitabın yazarı Vasilis çıkacakken Kıbrıs çıkarmasının başladığını duyar. Çok Dafnopatitis, İstanbullu bir mimar. O da kitabı gibi çok korkar ama yine de gider Yalova’ya. Şantiyede herkes beklemişti yeniden İstanbul’a gelmek için. harekâtı konuşuyordu. Vasilis bir şey söylemeden onları 1941 yılında İstanbul Fener’de doğmuştu Vasilis. Dedesi dinledi. Vasilakis, Tekirdağ Mürefte’den İstanbul’a göçen bir Kafasında yüzlerce soruyla geri döndü adaya. Pazartesi müzisyendi. Sarayda çocuklara keman dersi veriyordu. günü şirkete gidecekti, kendisini orada ne bekliyordu? Babası Stratos da müzisyendi. Piyano ve akordeon “Sıraselviler’deki yazıhaneye gittim. Her sabah ne çalıyordu. Para kazanmak için sürekli bir yere gidiyordu. yapıyorsam aynısını yaptım. Geçtiğim kattaki mühendislerle Bazen Adana’daki İncirlik Üssü’nde ABD’lilere piyano selamlaştım. Onlar da Kıbrıs’ı konuşuyorlardı. Bana karşı çalıyor, bazen Deniz Yolları’nın Avrupa ülkelerine sefer hiçbir farklı davranışları olmadı. Kendilerinden biri yapan gemilerinde çalışıyordu. Belki o da müzisyen görüyorlardı. Ama ben kendimi rahatsız olacaktı. “Ama halamlar istemedi” diyor, “Babamın halini hissediyordum.” görüyorlardı çünkü”. Fener’den sonra Tarlabaşı’na taşınır Dafnopatitis ailesi, Aya Konstantin Kilisesi’nin hemen arkasına. Vasilis de kilise korosundadır o yıllarda. Sonraki adresleri İstiklal Caddesi olur; Nuri Ziya Sokak. Ortaokulu ve liseyi Zoğrafyon’da okur Vasilis. Pazar günleri arkadaşlarıyla Beyoğlu’nu turlarlar. “Biz oraya ‘gelin pazarı’ derdik. Beyoğlu’ndaki Zapiyon Rum Kız Lisesi ile Merkez Rum Kız Lisesi’nde okuyan kızlar da Pazar günü Beyoğlu’na çıkardı çünkü.” Hatta karısı Maria’yı da Beyoğlu Spor Kulübü’nün çayında tanır ve âşık olur. 67 Eylül olaylarında da Beyoğlu’ndadır Vasilis. Bu olay hafızasında derin izler bırakır. “Evimizin karşısında iki IK Rum bakkal vardı. Çapulcular Biraz sonra DAT AR ğraf: VE to o F patronu çağırdı odasına. dükkânları altüst etti.” Liseden sonra o yıllardaki adı “Vasilis bey, bakın politika politikadır. Biz sizi kendi İstanbul Teknik Okulu olan ailemizden sayıyoruz. Belki size bir şey söylerler, cevap şimdiki Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Fakültesi’nin vermeyin, gelip bize bildirin” demişti patronu. sınavlarına girer. Aynı sınava giren ve onunla birlikte peş “Elbette böyle bir şey yapamazdım” diyor Vasilis, “Ama peşe okul numarasıyla sınavı kazanan bir kişi daha vardır: bu sözleri duyunca büyük bir boşalma yaşadım. Ne ağlama Emre Aysu. Okulda çok iyi dost olacak bu ikilinin yolları ama... Deşarj oldum. Arkasından 14 Ağustos’ta ikinci daha sonra da çok önemli kavşaklarda kesişecektir. harekât oldu Kıbrıs’ta. Cam kırılmıştı artık. Gözlerimin Öğrencilik yıllarında okuldaki hocalarının da yardımıyla önüne geliyordu dedemin, babamın çektikleri. Benim de şantiyelerde çalışmaya başlar Vasilis. Arkadaşı Emre’yle, karım ve çocuğum vardı. Onları düşünüyordum. notları yüksek olduğu için ihtisas yapmaya hak kazanan Türkiye’den gitme kararını onları düşünerek aldım. Hanım sekiz öğrenci arasında yer alırlar. Emre okul bitince İzmir’e gitmek istemiyordu, annesi, babası buradaydı. Belki yanlış döner. Vasilis ise gazetedeki “Yüksek mimar aranıyor” yaptım ama o psikolojik durum içinde bu hamleyi yaptım.” ilanına başvurur. Eşi Maria “Sen Rumsun, o kadar Türk’ün O günleri hüzünle anlatıyor Vasilis. “Ama hep diyorum, burada belediye başkanıydım, orada hademe oldum. İş arasında seni mi alacaklar” der. Ancak 4 bin 45 başvurunun arasından işe alınır Vasilis. Şirkette çok sevilir, bakımından istediğimi bulamadım orada.” işini çok iyi yaptığı için hızla yükselir ve müdür olur. Yunanistan’daki bir akrabasıyla yaptığı işten de zarar Vasilis yeni doğan kızı ve karısıyla birlikte oldukça mutlu eder. Bu arada sınıf arkadaşı Emre Aysu akademik kariyere bir yaşamı kucaklamıştır artık. Ta ki 1974 yazına kadar. O yönelmiş ve bitirdikleri okulun dekanı olmuştur. A bir İNSAN Bozlakları bir de ondan dinleyin “İncidir”, İsmail Altunsaray’ın ilk albümü. Muharrem Ertaş, Musa Eroğlu, Neşet Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali gibi ustalarının izinden giden Altunsaray, dinleyiciyi Anadolu’nun en sevilen bozlaklarıyla buluşturuyor albümünde. Karacaoğlan’a ait “Üryan Geldim” türküsüyle başlayan albüm, Neşet Ertaş’ın yorumundan tanıdığımız “Niğde Bağları”, Mahzuni Şerif’in bestesi “Yalancısın İnanamam”, Muharrem Ertaş’ın “Biter Kırşehir’in Gülleri” gibi türkülerle Anadolu geleneksel müziğinin en güzel örneklerini sergiliyor. Kalan Müzik, Altunsaray’ın albümünü son yıllarda hazırlanan en iddialı prodüksiyonlardan biri olarak tanıtıyor. Konservatuvar mezunu, birçok konser ve etkinlikte yer alan, ödüllü bir bağlama ustası olan Altunsaray’ın albümü ses getirecek gibi. bir KİTAP Bakirelik kriteri: Araba mı kaş mı uudi Arabistan’da kadınlara araba kullanma izni verilirse ülkede bakire kalmayacağı tartışmalarını okurken aklıma Şafak Pavey’in yazdığı “Nereye Gidersem Gökyüzü Benimdir” kitabında okuduğum bir bölüm geldi. Pavey, büyük bir istekle gidip iki yıl kaldıktan sonra hüzünle döndüğü İran’ı birbirinden çarpıcı anılar eşliğinde anlatıyor. Bunlardan birisi de İran’daki genç kızların “estetik” takıntısı. Öyle ki estetik olmayan genç kızların dışlandığından söz ediyor: “Estetik yaptırmayan kızlar bile burunlarına ince bantlar yapıştırıp ameliyat olmuş havası verirlermiş. Estetiğin İran’daki anlamı bizim bildiğimiz güzel görünmenin çok ötesindeydi. Kendilerini ergenlikte farklı kılacak tek asi davranışı gösterebildikleri alan, yüzleri olduğu için, İranlı kızlar arasında yüzüne bıçak değdirmezsen bir hiç sayılıyordun!” Ünlü ve tutucu bir ailenin kızıyla arkadaşlık kurunca yüzle oynamanın Şark geleneğindeki yerini algıladığını söylüyor Pavey: “Yüzüne tek bir fıske makyaj kondurmayan çadorlu bu genç kadın benim kaşlarıma takılmıştı. Kaşlarımı almıyor olmamı şiddetle kınıyor, topluma karşı saygısızlık olarak niteliyordu. Ona ünlü bir mollanın kızı olarak, “Bu anlamsız fiziksel detaylara neden takıldığını” sorduğumda aldığım cevapla donakalmıştım: “Kaşını düzeltmeyen bir kadın, bakire sayılmaz!” Bugün CHP milletvekili Pavey, hâlâ her aynaya baktığında gözlerinin cımbız görmemiş kaşlarına gittiğini söylüyor. “Ve o genç kadını hatırlarım. Kendimi derinden bakire olmayan, onların deyimiyle kirli bir kadın gibi hissederim.” S ATAOL BEHRAMOĞLU [email protected] / www.ataolbehramoglu.com.tr C M Y B C MY B Tutuklu çocuklar, delikanlılar... nümde bir not var. Başlık: “Tutuklu Çocuklar Cezaevinden Taştı”… Hangi gazeteden ne zaman kaydetmişim anımsamıyorum. Ne önemi var? Bu ülkede, yaşadığımız şu süreçlerde, herhangi bir kötülüğün bugünden yarına değişme olasılığı var mı? İsterseniz haberdeki bilgilerin izini sürmeyi deneyelim: Deniyor ki, “Diyarbakır’da Anadolu lisesinin en başarılı öğrencilerinden olan Elif A., DTP önündeki gösteriye katıldığı gerekçesiyle halen tutuklu bulunuyor ve 15 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.” DTP, yani Demokratik Toplum Partisi… Günümüzdeki BDP’den bir önceki… Elif A. Şimdi nerede? Bu satırları okuduğunuzda, sanırım hepinizin aklından, sevgilisi genç kızın başını testereyle kesen ve yaşı Elif A.’dan çok daha büyük bir caniye daha az bir ceza verilmesi geçmiştir. Demek ki bu ülkede bir genç kızın başının testereyle kesilmesi, bir başka genç kızın (gerçekte bir çocuğun) bir gösteriye katılmasına göre daha hafif bir suçtur. Elif A. Neredesin? Başbakan’ın övünerek söz ettiği, yeni Diyarbakır Cezaevi’nde mi? Bir başka zindan da mı? Nerede? Yanılıyor olmayı, derslerine bıraktığın yerden devam ediyor olmanı ne kadar isterim… Haberi izlemeyi sürdürelim… “Diyarbakır E Tipi Cezaevi’nde koğuşlar tutuklu çocuklara yetmeyince ek koğuşlar yapıldı. Daha önce yetişkinlerle kalan tutuklu beş kız çocuğunun açılan bu koğuşa alınacağı öğrenildi.” Ö Devam edelim… Deniyor ki: “Özellikle Doğu ve Güneydoğu’da gösterilere katılarak polise taş attıkları gerekçesiyle göz altına alınan çocuklar Terörle Mücadele Kanunu’nun çeşitli maddelerine göre örgüt propagandası, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek gibi suçlarla yargılanıyor…” Aynı haberde, Diyarbakır İnsan Hakları Şubesi’nin bu yasaya göre tutuklanan çocuklar hakkında verdiği rakamlar yer alıyor. Buna göre, raporun yayımlanışından bir yıl önce, 267 çocuk yargılanmış. Bunlardan tutuklanan 78’i için 240 yıldan 688 yıla kadar hapis cezası istenmiş. 175 yıl hapis cezasına çarptırılan çocukların yaşları ve duruşmalardaki iyi halleri göz önüne alınarak yapılan indirimler sonucunda 41 yıl 8 ay hapis cezası verilmiş… Yine de Allah razı olsun, bu ülkede vicdan sahibi yargıçlar, savcılar da varmış mı demeliyiz? Yoksa ey vicdan, neredesin, ey adalet neredesin diye haykırmamız mı gerekiyor? *** Önümde bir mektup… Bu kez postadan çıkıp gelen hapishane mektuplarının en sonuncusu… 26.10.2011 tarihini taşıyor. Yazan Uğur Pektaş. Adıyaman E Tipi Kapalı Cezaevi’nden yazıyor. Uğur, kendisi gibi Malatya İnönü Üniversitesi’nin çeşitli bölümlerinde son sınıf öğrencisi olan arkadaşlarıyla birlikte 5 ay önce Malatya’da örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklanmış. Mektubunda bu süreler içinde gördükleri baskıları, aşağılanmaları ve şiddeti dile getiriyor… Mektubun son paragrafı şöyle. “5 aydır tutukluyuz, ülkemiz hukuk sisteminin nasıl işlediğini ve hapishanelerde yaşam koşullarının nasıl olduğunu öğrendik. 5 aydır tutukluyuz, öğrenciyiz, sınavlarımıza giremedik, giremiyoruz. Okulumuzu bitiremiyoruz. 5 aydır tutukluyuz, demokratik haklarımızı kullandık diye. Size yaşadıklarımızı anlatmadaki amacım, ülkemizde yaşanan bu hukuk sorunlarının maalesef mahkemelerce yaşatılması ve çözümlenmeyişi.” Uğur Pektaş mektubunun son cümlelerinde ise “Gelin 23 Kasım’da Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu haksızlıklara dur diyelim” diye sesleniyor. Mektup elime geç ulaştı… Daha önce ulaşmış olsa sanki ne yapabilecektim? 23 Kasım’daki duruşmanın sonucu acaba ne oldu? Uğur ve arkadaşları serbest bırakılıp okullarına, derslerine, sınavlarına dönebildiler mi? Ne dersiniz, bu ülkede böyle bir şeyi hayal edebilme şansımız var mı? *** Sonuçta insanın şöyle haykırası geliyor: Ey adalet neredesin? Ey hukuk, ey vicdan? Ey İnsan Hakları Mahkemesi? Ey bu ülkedeki zulmün destekçisi Avrupa Birliği? Ve ey Başbakan! Bir gün gelecek ve senin adına da özür dileyecek belki birileri. O özür kabul edilecek mi?...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle