13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Ara Karanfil boksun, kırılan kemikler, 7 Kıvanç Tatlıtuğ ringe çıksa kolay yenilmez Kıvanç Tatlıtuğ’u “Kuzey Güney” dizisine sen hazırladın. Herkes onu konuşurken bir yandan da seni merak ediyor ama dizide oynadığını bile bilmiyorlar. Hem nasıl başladı bu hikâye? Kıvanç ile beni Ömer Gürsoy tanıştırdı. Bana geldiğinde bu sporu öğrenmek istediğini söyledi, projeyi ilk zamanlarda bilmiyordum. Dört beş ay çok yoğun bir program yaptık. O da geldiği andan itibaren kendini bana teslim etti. Şöhretini ve ismini bir kenara bıraktı. Zaten başka türlü bu kadar zamanda böyle bir başarı yakalayamazdık. Nasıl bir öğrenciydi? Hırslı, disiplinli ve yürekli. Hakkını verecek kadar da yetenekli bir çocuk Kıvanç. Gerçek hayatta da iyi dövüşür hatta işini bıraksa dövüşse çok iyi bir boksör olur. Mesela Kıvanç olmasa o dizide de olmazdım. Yönetmen ve senaristlere beni öneren de oydu. Sonra senaryoyu okudum ve denemek istedim. Şimdi kafanda neler var? Dizi devam ediyor, belki ilerde farklı oyunculuk deneyimlerim de olur. Zaten ömür biter spor bitmez, çalıştırdığım öğrencilerimle geçiyor zamanım. Bundan iki yıl önce Balıkesir’in Erdek ilçesinde “Fight Time Thai Boks” müsabakalarını düzenledim. Bu organizasyonu Türkiye ve dünyada daha farklı yerlere taşımak istiyorum. Derdim, dövüşmekle kavganın ya da şiddetin başka şeyler olduğunu anlatmak. moraran yüzler, kanayan bedenlerden çok daha fazlası olduğunu söylüyor ama yaşamayanın da bunu anlamasının zor olduğunu biliyor. “Sevmeye zamanım oldu, evlenmeye yoktu” diyor Karanfil, “Maça çıkan bir boksörün arkasındakiler evet, her zaman her şeye hazırlıklı olmalı.” Şimdi sevdası ringlere uzak olsa da öğrencileriyle mutlu. Önce adam olacaksın sonra boksör Çok sakin, dingin birisin. Uzun zamandır tanıyorum ve hiç agresif görmedim seni, hep huzurlu ve rahatsın. Önce adam olacaksın sonra boksör. Boksör demeyelim ya da sporcu. Ne iş yaparsanız yapın donanımlı olmalı insan. Hayatı yalnızca işinizle tercüme edemezsiniz. Yoksa sınırlarınızın dışına çıkamazsınız. Bana sorarsan hayatında hep mütevazı olmalı insan. Bedeniyle, gücüyle varlığını ispat etmek olursa derdi, kibrine yenilir çünkü. Dolu başak eğik durur, boş başak dik durur. Dik duran, boşluğundan dik durur yükü yoktur. Dolu başak olmaya çalıştım, başım hep öne eğikti, hep saygım vardı karşımdakine. Zaten spor, kişiliğimin oturmasında, benliğimi bulmama çok yardım etti. Eksik ne varsa hayatımda tamamladı. Aşkım, tutkum, hüznüm, evim oldu. Sığınıp ağladığım da spor oldu. Beni hiç bırakmadı, ben de onu. Kendini frenlemeyi nasıl beceriyorsun. Trafikte, sokakta... Her türlü tartışmayı problem haline gelmeden çözmeyi öğrendim. Sağduyulu davranıyorum, hatta dışarıdan farklı görünecek kadar sakin ve sağduyuluyum. Çünkü olası bir kavganın sonucu karşımdaki için hayırlı olmayacak, bunu biliyorum. Bazen bunu hissettirmem gerekiyor. Benim sporum ringdedir, buna inandım ve sokakta kavgam olmasın diye çok uğraşıyorum. ARA KARANFİL; Hayatımı boks kurtardı, mesleğim bu! 35 yıldır kick boks yapıyorum ve pişman olduğum günüm olmadı. Hiç korkarak dövüşmedim... “Burnum kırıldı” demiştin kaç kez nakavt oldun, ya da çok hırpalandığın oldu mu? Neden bıraktın? Yaş yüzünden olmasa gerek, Burnum defalarca kırıldı ama hiç nakavt hâlâ dövüşebilirsin aslında. olmadım! 190 küsur resmi maçtan 130 tanesini Yıllardır aldığım ağır darbeler nedeniyle sol kazandım. Mağlubiyetlerim puan usulüydü. gözüm iç basınç yüzünden sekiz numaraya Yalnızca bir kere Marsilya’daki bir maçta çok yükselmişti. Sağda da aynı sorun vardı. Ciddi bir hırpalandım ve pasif nakavtla kaybettim. Yani görme tehlikesi başlamak üzereydi. Zaten boks da yerde kalmadım, ayağa kalktım ama zihnim Röportaj: ALİ görmek demek! kapalıydı. Zombi gibi ayaktayım. Hakem de DENİZ USLU Burnun kırıldı mı ya da elmacık kemiğin? gözlerime bakıp, ben ayaktayken nakavt kararı Rusya’da bir maçta burnum kırıldı, çok korkunç verdi. Zaten o an ayakta olduğumu bile kanıyordu ama maçı bitirdim. Kaybettim ama hatırlamıyordum. O organizasyon çok sertti. Birçok Fotoğraf: bırakmadım. ölüm tehlikesi ve beyin kanaması yaşanmıştı. MEHMET Ya sen rakibinin bir yerini kırdın mı? Hırvat bir çocuk vardı, maçtan önce birlikteydik TURGUT sonra bitkisel hayata girdi aldığı darbe yüzünden Elbette; burun, çene, kol, kaburga... Nasıl bir spor bu? ama sonrasını soramadım ve oradan ayrıldık. Bu işin ne kadarı korku? Zihniyeti farklı. Kimse kimseyi öldürmek için yapmıyor bu sporu. Tabii bazen talihsizlikler de oluyor. Çok anlatılacak ya Kaybetme korkusu ve dayak yeme korkusu başka. “Ben da savunulacak bir tarafı yok, yaşanması gerekli. Maçta korkmuyorum” diyen dövüşçü yalan söyler ama ben hiç kemiklerini kırdığın rakibinle maç sonrası kucak kucağa korkarak dövüşmedim. Mesleki bir kazanma hırsı sanırım ağlayabilirsin de. korku yaratıyor. Öteki türlü korkunuz varsa başaramazsınız, Seni sevenler, ailen, dostların, sevdiğin kadın... Onlara hatta mağlup başlayabilirsiniz. maça çıkarken “her şeye hazırlıklı olun” dediğin oldu mu? Jübile yaptın, ringi özlüyor musun? İstanbul’da trafiğe, sokağa çıkarken de böyle diyebilirsin ki! Tabii özlüyorum, bazen koçluk yapıyorum kenarda o Maça çıkan bir boksörün arkasındakiler evet, her zaman her zaman çok hissedilir oluyor özlem. Orada olmak istiyorum, şeye hazırlıklı olmalı. taktik vermek yerine oraya çıkmak istediğim oluyor. Baştarafı 1. sayfada Hayatını nasıl yaşadın peki, hiç evlenmedin mi mesela? Hiç zamanım olmadı, zamanım olsa da bir boksörle yuva kurmak kolay bir şey değil. Çocukların olsa, onlar da boks yapsın ister misin? İzleyebilir misin onları? Ben bugünlere çok zor şartlarda geldim. Çocuğumun da sporcu olmasını isterim, ringde görmekse istemem. [email protected] Her yaş ve meslekten yedi binden fazla öğrencim var Parasız kaldığın zamanlar oldu mu, neler yaptın o zaman? Ders verecek kadar usta olana kadar çok zor koşullarda yaşadım. Bazen o filmlerdeki gibi yeraltında da maçlar yaptım eskiden. Kimlere ders verdin, bir genelleme yapabilir misin? Yedi binden fazla kişi yetiştirdim, tam olarak 7018. Jübileden önce ve sonra. İsimler önemli değil ama oyunculardan, mankenlere, bürokratlardan, milletvekillerine ve emniyet birimlerine özel dersler verdim. Bu saydıklarım arasında kadınların oranı da epey yüksek. Herkese ders veriyor musun? Güvenmem, tanımam ve inanmam gerekli. Beni bilenler bilir, internet sitem, ajansım yok. Gelenler muhakkak birini referans verir. Bu anlamda ticarileşmedim. Bana gelirsin, sohbet ederiz, seni tanırım. Başlarız ya da başlamayız. Bu bir yoldaşlıktır çünkü yanlış insandan doğru sporcu olmaz, dövüşçü hiç olmaz. İnanmak ilk şartım, kibrini bırakıp gelecek bana gelen. Seni pek bilmiyorlar, gizli kahraman gibisin... Kendimi anlatmayı sevmiyorum, belki de iyi beceremiyorum. “Ben buradayım” demedim hiç. İnsanlar istesin ve beni bulsun, güzel olan bu. Beni arayan bulur. Bak bu da çok uzun yıllardan sonra ilk röportajım. Seni tanımasam röportaj da vermezdim zaten. Zeybek oynarken rakı içerim Boksörlükte yaptığın en büyük hata? Çok büyük bir hata yapmadım ama bu işteki en büyük hata sorumsuzluktur, kendine, bedenine ve karşındakine karşı... Boksör olmasan ne olurdun? Oyuncu. Aksiyon sahnelerinde oynardım mesela. Oldun da zaten ama şimdi. “Kuzey ve Güney”de Zımba karakterini canlandırıyorsun. Ona birazdan geleceğim. Çok iyi zeybek oynadığını gördüm. Seni izlemek keyifli. Nereden geliyor zeybek? Ruhani bir dans, her zaman değil zamanı geldiğinde yapılanlardan. Dansta ve sporda ruh çok önemli. Beden seçer bir yandan da dansını, Zeybek de öyle işte benim için. Bedenimi ve ruhumu yansıtıyor. Köşeleri sert ama estetik bir dans. Bir duble rakını da eksik etmiyorsun zeybek yaparken! Onsuz olmaz elbette. Tek bir duble içki hakkım var o da zeybek yaparken. Sigaranın ne olduğunu bilmiyorum, alkol kullanıyorum ama dengeli. Ben kendime iyi baktım, sen de bak, herkes baksın. Herkesin hayatında bu kadar spor olamaz ama en azından yürüyün, merdivenleri çıkın. Bedeninizin kıymetini bilin, öyle yaşayın. Eskimeyen bir efsane: Keşanlı Ali orgunlar. Ahmet Mümtaz Taylan migren belleğime bir şekilde kazınmıştı, bir efsaneydi. Üç krizinden çıkıp, bir an önce ikinci provaya sene önce Şehir Tiyatroları’nda izleyince çok keyif yetişmenin hesabını yapıyor. Songül Öden, aldım. 1964’ten bugüne sahneleniyor Keşanlı Ali sabahın altısında çıktığı dizi setinden müzikalin Destanı; sinemaya uyarlandı, şimdi yeniden dizisi provasına atmış kendini. Tuba Ünsal, “Ben giderim o çekiliyor. Siz de müzikal yapıyorsunuz. Nedir insanı gider, peşimde tıntın eder” diyerek anlattığı kızı onun peşine düşüren sizce? Neden aradan geçen Sare’yi dizi setine olduğu gibi provaya da getirmiş, 50 yıla rağmen unutulmadı? nefes almaya fırsat bulduğu araları çocuğuyla A. M. Taylan: Sadece gününün değil, tüm solumak için... Bunların arasında bir de biz çıkıyoruz ESRA karşılarına röportaj için... Ancak ne bizden ne de zamanların Türkiyesi’ni anlatmak, resmetmek AÇIKGÖZ koşturmacadan şikâyetçiler. Çünkü Türkiye bakımından hep taze ve sarsıcı olabildiği için elbette. müzikalinde önemli bir yere sahip Keşanlı Ali Destanı Yalçın Tura’nın kült müziklerini ve defalarca iyi sahnelenmesini, oynanmasını da unutmamalı. için çıkardıkları oyun öyle iyi hissettiriyor ki kendilerini. 32 kişilik kadroyla sahnelenecek oyunu Maslak Seyircinin ilgisini hiç kaybetmeyen ve doğrusu çok da zengin TİM’de izleyebilirsiniz ama önce yönetmeni Ahmet Mümtaz sayılamayacak yerli müzikal literatürümüzün nadide bir örneği Taylan, Zilha karakterini canlandıran Songül Öden ve Olga’yı olarak kendini koruyabiliyor. S. Öden: Çok samimi, yani karton bir kahraman olan oynayan Tuba Ünsal’a kulak verin... İlk ne zaman izlemiştiniz Keşanlı Ali Destanı’nı, sizde nasıl bir Ali’nin ve Zilha’nın aşkına olan inanç ve söylediği şeylerin iz bırakmıştı, ne düşünmüştünüz? maalesef, hâlâ geçerliliğini koruyor olması. Çünkü hala Ahmet Mümtaz Taylan: Sahnede izlediğim ilk Keşanlı, Yücel kartondan kahramanlar var, hak etmediği alanı kaplayan, Erten’in Ankara Devlet Tiyatrosu'nda sahnelediği yorumdu. efsane haline gelmiş, tanıdığımızda neden orada ve bu kadar Keşanlı ile ilgili bilinmesi, anlaşılması gereken her şeyi anlamış, saygı duyulduğunu anlamadığımız, çarkı döndüren insanlar hala var günümüzde. öğrenmiştim. Tuba Ünsal: Ramazanda TRT’de izlemiştim Engin Cezzar ve Siz neden bu oyunu sahnelemek istediniz? A. M. Taylan: Çok kez başarılı biçimde sahnelenmiş bir Gülriz Sururi’nin oynadığı diziyi. Hiç sahnede izlemedim. İyi ki izlememişim, çünkü kafamda yer eder, objektif bakamazdım. metnin, yeniden sahnelenmesinde, olmazsa olmaz bir rekabet Şimdi sıfırdan yaratıyorum oynarken. duygusunun saklı oluşunun cazibesinden... Bir tür meydan Songül Öden: TRT’deki diziyi izlemedim ama “Ben bir küçük okuma duygusu, tatlı bir sanatsal rekabetten söz ediyorum tabii. hanfendüyüm” parçasını söylerdim sokaklarda. Keşanlı Oyun için önerilen kastın çekiciliğini de ekleyeyim. Y Gerçekten de oldukça kalabalık ve önemli isimler var kadroda. Nasıl belirlediniz? A. M. Taylan: Çoğu Sadri Alışık Tiyatrosu’nun seçimi. Çekici olan kasta, bir kaç isim de ben ekledim ve kadro tamamlandı. Sizler bu kadroya nasıl dahil oldunuz? S. Öden: Ben daha evvel Sadri Alışık Tiyatrosu’yla oynamıştım. Hocalık da yapmıştım. Teklif geldiğinde çok mutlu oldum. Bir kere çok güzel bir oyun ve çok güzel bir kadın kahraman. Sinemada ve tiyatroda kadın kahraman çok az. T. Ünsal: Çiğdem Erken’le başka bir müzikalde çalışırken tanıştık. Bu oyundaki madam rolü için Çiğdem arayıp, ne dersin, dedi. Deliririm, dedim! Bu kadar çok hafızalarda yer etmiş, oynanmış bir oyunu yeniden sahneye koymak stresli bir iş; her şeyden önce daha öncekiler kadar, hatta daha iyi bir oyun sahneleme sorumluluğu getiriyor. Böylesi bir stres yaşadınız mı? A. M. Taylan: Stres değil de ekstra bir motivasyon fırsatı diyelim dilerseniz. Yönetmenlik bir tür meydan okuma biçimidir biraz da! Yeni bir okumayla, eski olduğu iddia edilen bir metni, bir kez daha ilginç ve izlenilir kılmak, karşılaşmayı isteyeceğiniz eğlenceli türden bir sorunlar silsilesidir. Zor ve heyecan verici bir ödev! Ya sizler için? T. Ünsal: Evet, bu oyun çok sergilendi, ses getirdi ancak bizim oyunumuzun sergileniş biçimi o kadar farklı ve o kadar güzel ki... Epiğin epiği bu oyun. Aslında biz Keşanlı Ali Destanı’nı oynamaya çalışan Sineklidağ ahalisini oynuyoruz. Yani aslında ben Olga’yı oynamaya çalışan Sarı Kızım. Oyuncuya çok alan veren ve oyuncuyu yönlendiren bir yöntem bu. Diğer Keşanlı oyunlarını unutturacak. Oyun içinde oyun izleteceksiniz bize, neden seçtiniz bu yolu? A. M. Taylan: Daha önce denemek kimsenin aklına gelmediği için. Dramaturg dostum Aylin Alıveren ile açık biçim üzerinden yürüttüğümüz Keşanlı okumamız, sahneleyişe yeterince su taşımamıza yetince, denemeye karar verdik. Çok Keşanlı Ali Destanı, 50 yıldır unutulmadı, çünkü hâlâ günümüz Türkiye’sine dair söz söylüyor, acıyı, adaletsizliği, yoksulluğun umut ve hayallerini... İşte o yüzden Ahmet Mümtaz Taylan destanı yenilikler katarak tekrar müzikal olarak koyuyor sahneye. 32 kişilik dev bir kadroya sahip oyun. Tuba Ünsal Olga’yı, Songül Öden ise Zilha karakterini canlandıracak. Fırsat buldukça yaşıyoruz... Karakterlerinizde size en yakın ve en uzak olan özellikler neydi? S. Öden: Zilha güçlü, hırçın, renkli bir gecekondu kızı. Çok basit hayalleri, özlemleri var; evlenmek, çocuk doğurmak gibi. Ancak bunlara kavuşabilmesi bile çok ütopik, zaten acı olan o. Zilha'nın en benden olmayan yanı çok dışa dönük olması. Genel olarak tanımayan insanlarca soğuk bulunurum. Zilha'ysa duygularını en ilkel haliyle dışa vuruyor... Başka ne olabilir? T. Ünsal: Delisiniz ikiniz de... Samimisiniz, içtensiniz. Ya Olga ve siz? T. Ünsal: Bana uzak düşen şey, çok kadınca olması. S. Öden: Hesapçı, kitapçı olması da; sen öyle değilsin. T. Ünsal: Hem nemrut, çok disiplinli ve sinirli. Müzikal, oyuncunun sınırlarını en zorlayan oyun türlerinden. Çok fazla enerji ve emek istiyor. Bir yandan ikinizin de dizisi var, siz bir de çocuk büyütüyorsunuz, bunların arasında bir de bu müzikal için nasıl vakit buluyorsunuz? S. Öden: Çok zor... Bu kadar yoğun çalıştığım ilk tecrübem, çünkü tiyatro yaparken dizi, dizi yaparken de tiyatro yapmıyordum. Şimdi arada yaşamaya, beşeri faaliyetlerimi gerçekleştirmeye çalışıyorum (Gülerek). Yine de şikâyetçi değilim, sahnede olmanın insanı ayakta tutan bir adrenalini var. T. Ünsal: Rol teklif edildiğinde, Ahmet Mümtaz’a çok istiyorum ama çocuğum var, dizim var demiştim. Çok kahrımızı çekti. Peki sizce değiyor mu bu koşturmacaya, size ne kazandırdı bu proje? T. Ünsal: Songül’e bir ödül daha kazandıracak (gülerek)... Benim için böyle deli dahi bir yönetmenle çalışmak oyunculuk tecrübelerime çok şey kattı. Ekibimiz de on numara. Bütün o strese, koşturmacaya rağmen sahneye çıktığımda o kadar iyi, her şeyi unutmuş hissediyorum ki... S. Öden: Bana Tuba gibi çok mütevazı ve yaşıtım bir arkadaş kattı. Çok dinamik, saygılı bir ekiple çalışıyorum. Çok tatlı bir yönetmen kattı hayatıma. Hem sonra, koşuşturma arasında yaşamayı da öğretti. Bütün hayatım altüst oldu ama her şartta yaşanabiliniyormuş (gülerek)... iyi vakit geçirdik, her düşümüzü uygulamaya zaman yetmedi ama gerçekten eğlendik. Şimdi sıra, bunu seyircinin beğenisiyle test etmekte. İktidar, aşk ve çıkar ilişkileri... Sineklidağ mahallesinden Türkiye panoraması çıkarıyor oyun. Oyundan bugüne bakınca ne görüyorsunuz? A. M. Taylan: O zamandan bugüne ülkemizde oyuna mevzu sosyal ve siyasal profilin çok değiştiğini söylemek kolay değil. Boyut ve şekil değiştirmiş olsa bile, o dönem sorunlara zemin teşkil eden sosyalsiyasal çarpıklıklar varlığını sürdürüyor. Hala kahramanlara düşkünüz, hâlâ gelir dağılımı adaletsizliği sürüyor, mahalle baskısı hayatlar söndürüyor. Kadınların maruz kaldığı şiddet ve uğradığı eşitsizlikler, azalmak bir yana her geçen gün artıyor. Belli ki biz Keşanlı Ali Destanı’nı daha uzun süre eskitemeyeceğiz. [email protected] Soldan sağa: Tuba Ünsal, Ahmet Mümtaz Taylan ve Songül Öden C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle