Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 Gizli hazinenin yolu Boğaz’a düşerse ÖZGEN ACAR A fganistan’ın ünlü “altın ve fildişi hazineleri” 1985’te Kâbil Ulusal Müzesi’nden birdenbire yok oldu! Çalınmışlar mıydı? Karaborsada satılıp ülke dışına mı kaçırılmışlardı? Yoksa altınları için eritilmişler miydi? Ülkeyi işgal eden Sovyet ordusu hazineleri Rusya’ya mı kaçırmıştı? Görkemli Buda heykellerini dinamitleyen köktendinci Taliban’ın elinde miydi? Gizem dolu bu öykünün hangi ortamda yaşandığını anlamak için Afganistan’ın tarihsel geçmişine kısaca göz atmamız gerekir. Tarihsel kalıntıları 15 bin yıl öncesine kadar uzanan Afganistan’da İslami dönemi de içeren 1500 kadar arkeolojik noktanın varlığı biliniyor. Çin’den Roma İmparatorluğu’na; İran’dan Yunanistan’a; Sibirya’dan Hindistan’a kadar çeşitli kültürel etkileşim alanında bulunan Afganistan’ın; Orta Asya’dan İ.Ö 1. yy. ve İ.S. 1. yy. geçen “İpek Yolu”nun kavşağında olduğu kabul ediliyor. “İpek Yolu” denilince aklımıza elbette, bir “yol şebekesi” değil; deve, katır ve atlarla ulaşımın ve taşımanın yapıldığı, dağlar arasındaki vadileri, ovaları, nehirleri güçlükle aşan “patikalar” gelmeli. Özellikle Bizans döneminde doruğa çıkan; güçlü, ancak güçlüklerle yapılan bir ticaret dünyasını özetler “İpek Yolu”... Bu yola Hindistan “fildişi”; Sibirya ve Moğolistan “atlar”; Afganistan “yakut, lapislazuli, kalay, altın”; İran “halı”; Çin “yeşim taşı, ipek, çeşitli dokumalar” ile katkıda bulunuyorlardı. “İpek Yolu”nun gerçek tarihini, bu yüzyıllardan birkaç bin yıl gerisine de biz götürebiliriz. “Troia Hazinesindeki” 4500 yıllık dört törensel baltadan “lapislazuli” olanın hammaddesinin Afganistan’dan, ikincisinde kullanılan “yeşim” taşının Çin’den geldiğini de anımsamalıyız. “gömü” peşinde koştukları biliniyor! 1966’da Hindikuş Dağları’nın eteğindeki Fullol Tepe’de (Türkçe “tepe” anlamında) köylüler İ.Ö. 22001900 yıllarından kalma bir hazine buldular. Şimdi sıkı durun! Köylüler hazineyi aralarında “eşit” paylaşmak için, üzerlerinde kabartma bezemeler bulunan, sanatsal ve tarihsel açıdan çok değerli 4 bin yıllık altın ve gümüş kâseleri baltayla (!) böldüler... Ancak ihbar sonucu yakalandılar. Aralarında 5 altın, 7 gümüş kâse bulunan gömü hediyelerine “dağılmadan” el konulabildi. Mezopotamya sanatının etkisindeki hazine, Kabil’deki Ulusal Müze’de sergilendi. 3 Bu gizemli öyküyü Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Güler Sabancı 2 ve Sakıp Sabancı Müzesi’nin (SSM) değerli müdürü Dr. Nazan Ölçer’e sunuyorum! Bugün 20 Eylül Pazar! Dünya çapında görkemli bir serginin Nev York Metropolitan Sanat Müzesi’ndeki son günü! Afganistan’ın gizemli “Gizli Hazineleri”nin öyküsünü Sayın Sabancı ve Sevgili Dr. Ölçer’le birlikte okurlarımızla paylaşıyorum... Keşke, keşke SSM, bu “Gizli Hazineleri”, yıllarca Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (KAAÖ) Afganistan’da temsilciliğini yapan, Türk ekonomi, iç ve dış siyasasının önemli kişilerinden, değerli sınıf arkadaşım Hikmet Çetin’in ve Dışişleri Bakanlığı’nın aracılığının yanı sıra National Geographic Vakfı’nın yardımı ile Türk halkına sunabilse... GÖRKEMLİ EŞSİZ FİLDİŞLERİ Büyük İskender, Kâbil’in kuzeyinde Hindikuş Dağları’nın güneyindeki bereketli vadide “Yeni Kraliyet Başkenti” olarak tanımlanan, stratejik bir konumda olan Begram’ı tahkim etmişti. Fransız arkeologlar 19379 yılları arasında Begram’da yaptıkları kazıda, bir yapının kapıları mühürlenmiş iki deposunda çok lüks nesneler buldular. İS 1. yy’dan camlar (4), YunanRuma mitolojisi ile bağlantılı tunç heykelcikler, ama daha da önemlisi, fildişi sanatının görkemini yansıtan benzersiz bir hazine de gün ışığına çıkarıldı. Mobilya kaplamaları niteliğindeki bu fildişi işlemeler arasında, yükseklikleri 4556 cm arasında değişen kadın heykelcikler ile (2) bir kapının altında çocuk emziren bir kadının da bulunduğu çeşitli dekoratif fildişi yapıtlarda değişik konuların işlendiği dikkati çekiyordu. (5) Bir kanatlı at üzerinde bir süvariyi gösteren, 30 cm’lik harika bir ustalık ürünü bir fildişi parça ise büyüleyiciydi. (1) 1 Kaldı ki Anadolu halkı, topraklarında az miktarda Niğde dışında henüz bulunmayan “kalayı” beş bin yıl önce Afganistan’dan getirtip bakırla kaynaştırarak “tunç çağına” girmemiş miydi? Dolayısıyla “İpek Yolu”nun tarihini daha eskilere taşımak gerekir! Afganistan, Anadolu’da Karun’un Lidya Krallığı’na son veren Pers Kralı Büyük Keyhüsrev (Kirus) (İ.Ö 550530) ile Makedonya Kralı Büyük İskender’in (İ.Ö 334323) işgallerini yaşamış, sonrasında İskender’in komutanı Selevkos ve oğlu 1. Antiokos’un, hatta Bergama’daki Attalid Krallığı’nın (İ.Ö 283133) kültürel ve sanatsal etkileri altında kalmıştı. Tarihte böylesine bir zenginliğe sahip ancak günümüzün yoksul Afgan halkından bazı kişilerin tıpkı Türkiye’de olduğu gibi ALTIN TEPE’NİN ALTIN HEYKELLERİ! RusAfgan arkeologlar 1978’de Türkmenistan sınırına yakın “Tillya Tepe (Altın Tepe’de)” İ.Ö. 2. bin yılda yangınla yıkılmış bir tapınak alanında İ.S. 1. yy’dan zengin göçerlere ait 6 gömütte “hazinelerin hazinesi” diye tanımlanabilecek, ölü hediyesi 21.618 parça altın, gümüş, fildişi yapıtlar ile Yunan sikkeleri buldular. Bu yapıtlar aynı kuyumculuk işliğinde yapılmışlardı. Buluntular dünya arkeolojisinde önemli yankılar uyandırdı. Çünkü bunların her biri, sanki altından yontulmuş heykelciklerdi. Böylesine soylulara ait bir mezar olur da, taç olmaz mı? Diadem üzerine pullar, altın yapraklarla yapılmış, (45x13 cm) boyutunda, çiçekler donatılmış bu tacın görkemine diyecek yoktu! Ya kolyelerdeki ustalığa, sanata ne demeli? Bunlar arasında antilop başlıklı, altın üzerine firuze, lapizlazuli, inci ve değerli taşlar kakılmış bir çift altın bilezik (6) ile ejderlerin çektiği bir arabada oturan erkek çizmelerine ait bir çift altın toka da firuze ile süslenmişti... (8) Daha başka neler yoktu ki! Bir çift savaşçıyı karşılaştıran altın kemer tokası da soylu bir erkeğe ait olmalıydı. “Ejderlerin Sahibi” adı verilen; firuze, lapizlazuli ve çeşitli yarı değerli taşlarla süslenmiş bir çift altın pandantif dhazinedeydi. 97.5x2cm boyutundaki altın kemerin dokuz madalyonunda aslanların üzerinde Dionysos betimlenmişti. Hayvanların beşi sağa, dördü sola yürüyordu. Dionysos ayrıca altın hançer saplarından birine de konu olmuştu. (10) Bir çift altın kemer tokasında ise Dionysos’un Ariadne ile evliliği anlatılıyordu. Her halde bu parçalar bir soylu ailenindi. İncili saç bağı, yunus balığı üzerinde çocuk kemer tokaları (9), yatay bir takı ile altın Afrodit ve altın keçi (3) de zengin koleksiyonunun önemli parçalarından bazılarıydı. Devamı 5. sayfada 4 5 C M Y B C MY B