22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 MALMÖ STOCKHOLM 20 EYLÜL 2009 / SAYI 1226 Aziz Nesin ve İsveç serüveni ALİ HAYDAR NERGİS azeteci arkadaşım Abdullah Gürgün’ün, İsveç Radyo ve Televizyonu’nun ses kayıtları ve gazete arşivlerini tarayarak hazırladığı “Aziz Nesin ve İsveç Serüveni” kitabı, büyük yazarımızın bilinmeyen yanlarına ışık tutuyor. Okumaya başlarken kitap, Aziz Nesin’den keyifli bir ironi ile gülümsetiyor; Köpeğe sormuşlar: Niçin havlayıp duruyorsun? Yürekliliğimden, demiş. Öyleyse gerin niçin gelip gidiyor? Köpek yanıtlamış: Korkumdan! Aziz Nesin, gülmeceyi yazmakla kalmıyor, kendisi de yaşıyor. 12 Eylül yönetimine karşı 2 bin imzalı “Aydınlar Dilekçesi” vermeleri, zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren’i çok kızdırıyor; bir yurt gezisinde punduna getirip “Aydınlar Dilekçesi”ni imzalayanlara, “Ben ne yapayım böyle aydını, Vahdettin de aydındı” diyor. Aziz Nesin, yanıt vermekte gecikmiyor: “Son Osmanlı padişahı olan ve sonra İngiliz gemisiyle ülkeden kaçan Vahdettin’in aydın olduğu çok tartışmalıdır, ancak devlet başkanı olduğu kesindir.” Abdullah Gürgün, kitabın konusunu İsveçle sınırlamıyor. Zaman zaman, Aziz Nesin’le birlikte Türkiye’ye, Almanya’ya, başka ülkelere uzanıyor. Sıvas katliamının öncesi ve sonrasını Sünnet tartışması OSMAN İKİZ ki, üç yılda bir alevlenir bu tartışma. Sonbaharda binlerce aile çocuklarını sünnet ettirmeye hazırlanırken doktorun biri, “sünnet tıbbi olarak gereksizdir” der ve başlar karşılıklı atışmalar. Bu yıl da böyle oldu. Üstelik, bu kez söyleyen tek bir doktor değildi. Hastanelerde çalışan çok sayıda cerrah, çocukta travma yaratan, tıbben gereksiz bir müdahaleyi yapmayacaklarını açıkladılar. “Sünnet tıbben gereksizdir” diyen doktorların yanı sıra bu tartışmada söyleyecek sözü olanlar kategorik olarak şöyle: Az sayıda doktor tıbben faydalı olduğunu ileri sürüyor. Bu uzmanlara göre, sünnetlilerde bazı hastalıklar daha az görülüyor. Bu doktorların çoğunluğu Yahudi ve Müslüman. İnsan hak ve özgürlükleri penceresinden bakanlar. 18 yaşından küçük çocuklara, kendi iradeleri dışında müdahale edildiğinden sünnet yasaklanmalı. 18 yaşını dolduran çocuklar sünnet konusunda kendileri karar vermeli. Ve tabii ki tartışmaların muhatabı olan Müslümanlar ve Museviler. Onların bilimsel tartışmaya katılmaya ihtiyaçları yok. “Siz yapmazsanız, biz hallederiz” diyorlar ve de Batı’nın dinlere, değişik inanç ve kültürlere saygı duyması gerektiğini vurguluyorlar. Ve karar verici organ olarak, hastanelerin patronları durumundaki belediyeler. Politikacı olduklarından tabii ki ne şiş yansın ne kebap demeye getiriyorlar. “Tıbben gereksizdir” diyen doktorlara katılsalar oy G gazeteci birikimi ve belgeselci titizliğiyle irdeliyor. Aziz Nesin’in “kışkırtma içerdiği” öne sürülen Sıvas konuşmasının tam metnini kitaba alarak bu savların ne denli dayanaktan yoksun olduğunu kanıtlıyor Aziz Nesin, konferanslarında, 1994 yılında Hiroşima Vakfı Ödülü’nü almak için Stockholm’e geldiğinde, Göteborg Kitap Fuarı’na katıldığında Salman Rüştü, Teslime Nesrin, Günter Wallraff, Muhammed Talbi gibi tanınmış yazar ve düşünürlerle karşılaşıyor. Aralarında “Şeytan Ayetler”i, köktendincilik, Müslüman ülkelerin geleceği gibi konuları uzun uzun tartışıyorlar. Kitap, bu tartışmaların da belgesel tanığı niteliğinde. Aziz Nesin, İsveç’teki bütün konuşmalarında Kürt sorunu ve Türkiye’deki şeriat tehlikesi üzerinde titizlikle duruyor. Kürt sorunuyla ilgili, herkesin ne düşündüğünü söyleyebilmesi için kurultaylar düzenlemeyi planlıyor. Ankara’da kararlaştırılan kurultaylardan birine zamanın cumhurbaşkanı ile başbakanı da katılacaklarını bildiriyorlar. Ancak, kurultay başlamadan valilikçe yasaklanıyor. Aziz Nesin, bulunduğu her ortamda, Türkiye’de şeriat tehlikesinin arttığına dikkat çekiyor. 1994 yılında, Stockholm’de düzenlenen Hiroşima Vakfı Ödül törenindeki konuşmasında; “Türk devletinin İslami bir devlet olma olasılığı var. Bu görünüyor. Çünkü, bugünkü Türkiye, deselerdi bize 20 yıl önce, 30 yıl önce... Türkiye bugünkü haline gelecek, hiçbir aydın inanmazdı buna. İnanamadığımız şeyler oluyor bugün ve daha da olacak görünüyor (s. 323)” diyor. 28 Aralık 1994’te İsveç Radyosu Merhaba’ya yaptığı açıklamada da, “Köktendincilik, Türkiye’de her gün güçleniyor. İktidara doğru gidiyorlar, az kaldı.” öngörüsünde bulunuyor. (s. 289). Daha 1993 yılında İsveç Radyosu’nda endişelerini şu sözlerle ifade ediyor: “Önce adım adım geliyorlardı, şimdi koşarak geliyorlar ve Türkiye bir felakete doğru gidiyor” (s. 192) . Büyük usta, 80 yıllık ömründe, yaşama gözlerini yumduğu 6 Temmuz 1995 gününe dek dinlenmeye hiç zaman bulamıyor. “Bir gün nasıl olsa tüm dinleneceğim, ama ne yazık, o zaman da dinlenmekte olduğumu bilmeyeceğim” diyor. (s. 35) Bu duygu ve düşüncelerini dizelere de döküyor: “(..) Ölüme değil / Sonsuzluğa gidiyorum / Orda dinleneceğim gönlümce / Yaşarken hiç mi hiç dinlenemediğim / Kalemim yine elimde / Kâğıtlarım da önümde / Son uykusunda düşecek başım / Sağlığımda hiç eğmediğim” (s. 356). “Aziz Nesin, sana çok gereksinmemiz var; dinlendiğin yeter, kalk artık!” demek geçiyor içimden... G alinergis@yahoo.se İ Aziz Nesin ve İsveç Serüveni, Abdullah Gürgün, Berfin Yayınları, 375 sayfa, berfin@berfin.net kaybedecekler. Sünnet militanlığı yapsalar, sağlık hizmetleri için kurulmuş hastanelerin asli görevini yeniden tanımlamak zorunda kalacaklar. Bütün İslam dünyasını ayaklandıracağından parlamentonun sünneti yasaklaması da söz konusu olamayacağından, belediyeler orta yolu seçiyorlar. “Çocuklar cerrahlar tarafından sünnet edilmezse, ehil olmayan kişilerin eline teslim edilebilir” diyerek sorunu çözüyorlar. Politikacılar sorunu pratik olarak çözüyorlar ama işin başka bir noktası daha var. Böylesine yoğun tartışmanın, işin ekonomik boyutu için çıkarıldığı izlenimi veren boyutu şu: Müslümanlar ve Museviler, sünnetin hastanelerde sağlık hizmeti kapsamında işlem görmesini istiyorlar. Bu durumda cerrahi müdahale için sosyal sigorta kapsamında çok az bir ödeme yeterli oluyor. Ama sünnet sağlık sorunundan kaynaklanmayan bir cerrahi müdahale olarak kabul edilirse, tıpkı estetik ameliyatlar gibi, hastaneye oldukça yüksek bir ödeme yapılması gerekiyor. Ne zaman sünnet tartışması başlasa yüreğim cız eder, vicdanım sızlar. Çocuklarımın sünneti için karar verirken epeyce okudum. ABD kaynaklı araştırmalarda, sünnetin sağlık bakımından yararlı olduğu görüşü ağırlık taşıyordu. Böylece “Yumurtanın yarısı...” deyip çocukları bıçağın altına yatırdık. Peki, günde en az bir kez, bazen iki kez yıkanan bir insan için sünnet gerekli mi? Ya “tıbben gerekli değildir” diyen doktorlar haklıysa... İşte bu yüzden, ne zaman sünnet tartışması çıksa huzurum kaçar. G osman.ikiz@tele2.se MİLANO Viyana’nın işgali ASLI KAYABAL ngiliz tarihçi John Stoye “Viyana’nın Fethi” adlı kitabında Osmanlı’nın Viyana kapılarına dayanmasının ardında Katolik Fransa Kralı XIV. Lui’nin rolü olduğunu öne sürüyor. Stoye, Fransa’nın İspanya’ya karşı güttüğü siyasi oyunda Osmanlı imparatorunu Viyana’yı işgal etmesi için yüreklendirdiğini yazıyor. Stoye, kitabında o dönemde Avrupa’da olanbiteni aktarmanın yanı sıra Osmanlı ordusunun Viyana’ya kadar gelebilmesine olanak tanıyan Hıristiyan Avrupa’da yaşanan zıtlıklara da değiniyor. Bu sancılı süreçte Fransa Kralı XIV Lui’nin Osmanlı sultanı Kanuni’yi her firsatta Avusturya İmparatorluğu’nu hedef alması için kışkırttığını iddia ediyor. İngiliz tarihçi Stoye’a göre Fransa gerçekte İspanya’ya saldırmak için Osmanlı ordusunu kullandı. Viyana’ya saldıran Osmanlı ordusu Avusturya İmparatorluğu’nu zayıf düşürecekti. Böylece Fransa, İspanya’ya saldırdığında Avusturya’dan gelecek desteğin de önü kesilecekti. Stoye, ayrıca Roma’da Viyana’yı gözeten Türk tehlikesinin gerçek bir tehdit olarak algılandığının altını çiziyor. 1676’da tahta çıkan Papa XI. Innocenzo’nun Osmanlı İmparatorluğu’na karşı harekete geçilmesinde ön ayak olduğunu İ aktarıyor Stoye. Osmanlı’yı hedef alacak karşı saldırının fikir babası ise Kappucin rahibi Marco d’Aviano. Avrupa’da 16791680 yıllarında yaşanan veba salgınında mucizevi iyileştirici bir yeteneği olduğuna inanılan D’Aviano halk tarafindan çok sevilen bir din adamı. Halkı Türklere karşı ayaklandıran kişinin Marco d’Aviano olduğuna işaret ediyor Stoye. Ancak Fransa Kralı’nın desteğini almak için gittiğinde XIV. Lui’nin d’Aviano’yu sınır dışı ettirdiği bilgisini veriyor. Katolik araştırmacı Michael Novak ise Kanuni Sultan Süleyman Avusturya İmparatorluğu’nu hedef almadan önce Avrupa’ya ilki 1529’da, ikincisi 1541’de iki stratejik sefer düzenlediğini hatırlatarak, bu seferlerin ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Macaristan’ın büyük bölümünü eline geçirdiğine dikkat çekiyor. Osmanlı ordusunun 11 ve 12 Eylül 1683 yılında bozguna uğratıldığını hatırlatan Novak, Viyana’nın işgali ve sonrasındaki döneme bakarken Batı ve İslam dünyasını karşı karşıya getiren tarihin 11 Eylül 2001 değil tersine Osmanlı ordusunun Avrupa’da bozguna uğradığı 11 Eylül 1683 olduğu yorumunda bulundu. Stoye’un kitabında aktardığı tarihi bilgiler İtalyan editörlerin de ilgisini çekmiş olmalı ki “Viyana’nın Fethi” ekim ayında Mulino yayınevinden çıkıyor. G aslikayabal@hotmail.com C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle