26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 SUNAY AKIN 9 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1220 Mağara Adamı / TAYYAR ÖZKAN (www.tayyarozkan.com) Adnan Menderes: İdam sehpasındaki kaleci... uri Gagarin’in, uzaya çıktığı 12 nisan 1961 günü, bir adam, karısına yazdığı mektuptaki sözcükleri saymaktadır... Elli sözcük, evet, mektupta sadece elli sözcük kullanmasına izin vardır!.. Sözcükleri sayar... Elliyi biraz geçmiştir!.. O kadarının kontrol edenler tarafından görmemezlikten gelindiğini bildiği mektup şöyledir: “Berinim: Dün mektup alamadım; bir gün bile mektupsuz kalmak ne kadar mahzun ediyor; hasretim ne derecelerde.. Mektuplarından başka neyim, senden, sizden başka kimim var ki.. Yüksel geldikten sonra mektup almadım senden, yalnız tel almıştım. Yüksel nasıl, beraber nasılsınız, öğrenmek istiyorum, mektuplarını ayrıca bunun için de pek sabırsızlıkla Y yazdığı mektuplardaki sözcükleri sayan adamın adı! Menderes’in idam edildiği 17 Eylül 1961 tarihinde, Amerika Birleşik Devletleri, astronot John Glenn’i, uzaya göndermeye hazırlanmaktadır. Ay’a adım atma yarışı Ruslar ve Amerikalılar arasında hız kazanırken, Türkiye’de, Başbakan’ın ayağının altından tabure çekilecektir... Ve ne gariptir ki, Adnan Menderes, cellat ipi boynuna geçirmeden önce, ayağından asılmıştır! Demokrat Parti Sakarya Milletvekili Rifat Kadızade, Adnan Menderes’in enkazın içinde baş aşağı asılı kaldığını görünce yanına koşar hemen... Kadızade, Başbakan’ın sıkışan ayağını kurtardıktan sonra, Şefik Fenmen’in Adnan Menderes bekliyorum; inşallah bugün alırım. Yüksel de yazsın. Zihnim duracak kadar her an sizinle, seninle meşgul; hepinizi binlerce öperim yavrum Berinim.” Berin Hanım, kocasının mektuplarındaki anlatımı beğenmemektedir. Her gün aldığı mektupları okurken, yazılar yazmış, kalemi güçlü olan annesi Raziye Hanım’ı anarak, oğluna şunları söyler: “Ah! Annem olacaktı ki! O kim bilir neler yerleştirirdi bu mektuplara, üstü açık, üstü örtülü...” Duyguların, acıların, özlemlerin anlatımının elli sözcükle sınırlandırıldığı mektuplar, içinde sadece yatağın olduğu bir odada yazılmaktadır. Oda bir hapishaneye, hapishane de bir adaya tutsaktır... Adnan Menderes’tir, Yassıada’da de yardımıyla, uçaktan kopan ve ters dönen kuyruk kısmından dışarı çıkarır. Düşen, Türk Havayolları’na ait, Viscount tipi “Sev” adlı uçaktır. Başbakan ve heyeti, 17 Şubat 1959’da, bağımsız Kıbrıs devletini kuracak olan antlaşmayı imzalamak için Londra’ya gitmek üzere İstanbul’dan havalanırlar. Yolculuğun daha başında Londra’da havanın kapalı olduğu haberi gelir. Paris’e inmek planlanır ama Londra’nın 40 kilometre güneyindeki Gatwick Havaalanı’nın inişe elverişli olduğu öğrenilir. Kaptan Münir Özbek bunun üzerine uçağın burnunu Londra’ya çevirir... Akşam 19.00’da, Sev uçağı, saklambaç oyununda gizlendiği pencere tülüne dolanan bir çocuk gibi sisten kurtulmak, havaalanına inmek için alçalmaktadır... Yolcular, çam ağaçlarına çok yakın olduklarını anladıklarında, her şey için çok geçtir... Şefik Fenmen, kaza anını yıllar sonra şöyle anlatacaktır: “Kemerlerimiz takılmıştı. Dışarıda hava alacakaranlıktı. Uçak havada devamlı dönüşler yapıyor, fakat inişe geçemiyordu. Etrafımızı kalın, koyu gri renkte bir sis tabakası sarmıştı. Sonunda inişe geçtiğimiz anlaşılıyordu. Uçakta sessiz bir bekleyiş vardı. Bir anda büyük bir gürültüyle kendimi uçağın enkazı altında yerde buldum. Etrafımda küçük alevler yanıyordu. Önümde Melih Esenbel’in bir gündüz ışığına doğru süzüldüğünü gördüm ve ona yardım etmeye koyuldum. Kısa sürede kendimizi dışarı atmayı başardık.” Uçağın enkazına ilk ulaşan, kaza yerine yakın bir çiftlikte oturan Bailey ailesi olur. Elizabeth Bailey’in eski bir hemşire olması hayattaki yolcular için ikinci bir şans olsa da, ambulanslar olay yerine iki saat sonra gelebilecektir. Bailey ailesinin altı yaşındaki kızları Margareth yaşadıklarını hiç unutamaz: “Önce uzaktan bir ses duyduk, sonra bir sürtme sesi ve patlama... Hepimiz pencerelere koştuk. Sisten hiçbir şey göremiyorduk, ama çok büyük bir terslik olduğunun farkındaydık. Babam bir balta alıp anneme ‘Hadi gidiyoruz’ dedi. Arabaya bindiler ve kaza yerine gittiler. Annem arabayla biraz uzakta bekledi, babam uçağın yanına gitti. Yardım etmeye çalışıyordu. O sırada orada bekleyen annem ormanın içinde bir adamla karşılaştı. Şok halindeki bu adam Adnan Menderes’ti. Annem onu hemen arabaya alıp eve götürdü, pansuman yaptı. Yaraları temizledi, ambülans çağırdı. Menderes şok halinde olduğu için konuşamıyordu.” Margareth, yıllar sonra bir Türk doktorla evlenecek ve Adnan Menderes’in gençliğinde Altay Spor’un kaleciliğini yaptığı İzmir’e yerleşecektir. Futbol kalesi de üç direkle kurulur, idam sehpası da... Kaybedilen bir maçın suçlusu bellidir: Kaleci... Hakem bitiş düdüğünü çalınca, tribündeki bakışlar daha ceza alanından dışarı çıkmadan idam ederler, sırtında “1” numaralı formayı taşıyan oyuncuyu... Ne trajedidir ki, Adnan Menderes, “1” numaralı adam olarak, hayatında bir kalecinin de, bir siyasetçinin de en kötü ve en hüzünlü anlarını yaşamıştır. G Dünyayı tüketiyoruz... ZEREN KOÇAK “The Story of Stuff” ya da Türkçe adıyla “Şeylerin Hikâyesi”. İsmi kulağa biraz garip gelen bu kısa çevre filmi, gerçekten de “şeylerin”, yani kullandığımız her şeyin hikâyesi. Mevcut üretim ve tüketim döngüsünün çevreye ve sosyal hayata maliyetini anlatan bu 20 dakikalık film şu anda 200 ülkeden yaklaşık 6.5 milyon kişiye ulaştı. Film bir ekip işi ancak fikir sahibi ve yaratıcısı Annie Leonard. 20 yıl boyunca 40 ülkedeki 200 fabrikayı gezerek çevre, sağlık ve insan hakları konusunda araştırmalar yaptı. Bu araştırmalar sırasında hem aşırı hem de yetersiz tüketim yapılan bölgeleri gördü. Onu harekete geçiren de bu oldu. Endüstriyel ve ekonomik sistemlerimizi; ekolojik dengeyi ve sosyal eşitliği küçümsemeyen, tersine onlara hizmet eden bir hale getirmek için çalışmayı kendine görev edindi. Satın alındıktan sadece altı ay sonra çöpe atılacak kadar dayanıksız üretilen eşyalar, sosyal hayata bir düzen getirmek için kurulan devletlerin gittikçe büyüyen şirketlerin sözüne amade olması, sağlığa zararları anlatılamayacak kadar büyük fakat yine de kullanımından vazgeçilmeyen toksik maddeler, yok edilen doğa kaynaklar, öldürülen hayvanlar, kendi topraklarına zarar gelmesin diye fakir ülkeleri sömüren emperyalist anlayış, medya destekli oluşturulan vahşi tüketim bilinçsizliği ve tüm bunların mağduru insanlar... Kısacası “Şeylerin Hikâyesi”, farkında olmasak da hepimizin tam ortasında olduğu kaçınılmaz yok oluş döngüsünü anlatıyor. Kendi ülkesi Amerika’ya da ağır eleştiriler getiren Leonard, Amerika’daki bazı kuruluşlar tarafından “antiAmerikan” ve “antitüketimci” olmakla suçlanıyor. Hatta bazı okullarda filmin gösterimi bile yasaklanmış. “Şeylerin Hikâyesi’nin özünde antitüketimcilik yok” diyor Leonard, “sadece bizim yaptığımız Annie Leonard’ın (solda) kısa filmi “Şeylerin Hikâyesi” tüketim toplumunun dünyanın sonunu nasıl getirdiğini anlatıyor.... boyutlardaki tüketime karşı. Tabii ki ihtiyacımız olan şeyleri yapmalıyız, bu çok normal. Ama şu an dünyadaki tüketimi ne insanlar ne de dünya kaldırabilir. Ve zaman hızla akmaya devam ediyor. Bu yüzden geleceğimizden ödünç aldığımız şeyleri geri koymak için bu sistemin yerine başka bir sistem geliştirmemiz gerekiyor.” Bu konuda hepimiz az ya da çok bir şeyler biliyoruz, düşünüyoruz. Son zamanlardaki bilinçlendirme çabaları büyük kitlelere ulaştı. Bu film, biraz da bildiklerimizi daha sağlam bir bilgi zeminine oturtarak önümüze sunuyor. Evet, tehlikenin farkındayız; sistem böyle devam edemez. Peki, bu büyük sistemi değiştirmek için bireysel olarak ne yapabiliriz ki? Yanıt Leonard’dan: “Bunun, çok büyük bir sistemin içindeki çok büyük bir sorun olduğu ve tek başımıza bir şeyler yapmaya çalışmamızın işe yaramayacağı doğru. İşte tam da bu yüzden birlikte çalışmalıyız. Geri dönüşüm yapmak tabii ki işe yarayacak; ama muhtemelen dünyayı kurtarmaya yetmeyecek. Yaşadığımız toplumda, okulumuzda, mahallemizde ve hatta politik sistemlerimizde bile bir araya gelmeliyiz. Kendimizi tüketici olarak öyle bir benimsemişiz ki, dünyayı alışveriş yaparak kurtarabileceğimizi sanıyoruz. Ama bu olmayacak. Gerçekten kendimize ve yaşadığımız topluma bir çeki düzen vermeliyiz. Bu sorunlar ancak böyle aşılabilir.” Şu an “Şeylerin Hikâyesi” filmini kitap haline getirmekle uğraşan film ekibinin birkaç kısa filmi daha yolda. Filmi izlemek ve diğer gelişmeleri takip etmek için www.storyofstuff.com adresini ziyaret edebilirsiniz. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle