26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 9 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1220 “Bir Sürgün”den notlar... ATAOL BEHRAMOĞLU izim aydınlanma tarihimizde sürgün ve sürgünlük olgularının önemli yeri vardır. Namık Kemal’in efsaneleşmesi Magosa sürgünlüğü ile yakından ilgilidir. 19. yüzyıl boyunca İstanbul sınırları dışına çıkarılmamış ya da kendi isteği ile başkent ve çoğu kez de ülke dışına çıkmamış bir aydınlanma savaşımcısı yok gibidir... Bu gelenek 20. yüzyılın illk çeyreği ve ardından Cumhuriyet dönemi boyunca da sürmüştür... Bu satırların yazarı, 12 Eylül sonrasında, yaklaşık bir yıllık bir cezaevi yaşantısının ardından, ülkesinden zorunlu olarak ayrılmış ve yurtdışında yıllarca bir “sürgün” yaşantısı sürdürmüş olanlardandır... Neden “sürgün”?.. Ülkede kalmayı sürdürmenin bedeli yıllarca sürecek hapis cezası olduğundan ve bu nedenle de yurtdışından ülkeye dönüş ancak 12 Eylül faşist yönetiminin hızı kesildikten sonra gerçekleşebildiğinden... Avukatlar örgütleniyor... ESRA AÇIKGÖZ Stajyer ve mesleğe yeni başlamış avukatlar sorunları için çözüm arıyorlar. Dertleri çok; stajyer avukatlar sigortasız çalıştırılıyor, maddi imkânsızlıklar nedeniyle adliye stajını verimli geçiremiyorlar. Genç avukatlarsa, ücretli çalıştıkları halde sendikal bir örgütlenmeye sahip olamamaktan yakınıyor. Kurdukları, Stajyer Avukatları İnisiyatifi’yle bunları değiştirmek için çalışıyorlar... B O *** Bendeki 1980 tarihli 3. basıma tanıtım yazısında Attila Özkırımlı, yazarın bu yapıtının her nedense biraz kenarda kaldığını ve bir bakıma unutulduğunu belirtiyor. O günden bu güne “Bir Sürgün” kaç yeni basım yaptı, bilemem. Fakat Yakup Kadri’nin bu yapıtının böyle bir yazgıyı hiç de hak etmediğini güvenle söyleyebilirim... Tıpkı, yazarın kendisinin de, örneğin sadece ya da büyük ölçüde “Yaban”la tanınıp anılıyor olmasını hak etmediği gibi... Bence “Bir Sürgün”, Yakup Kadri’nin belki bütün öteki romanları gibi, kendi alanında ve bizim edebiyatımız ölçülerinde bir başyapıt... *** “Bizim edebiyatımız ölçülerinde” dedim ama, bu da Yakup Kadri’ye haksızlık olur. “Bir Sürgün”ü okurken elimin altındaki bir başka kitap da Saramago’nun “Körlük” adlı romanıydı... Belki de İngilizce çevirisinden okuma ısrarımın da etkisiyle, Portekizli (hiç kuşkusuz büyük) yazarın kitabını, laf kalabalığından, kara ve yapay atmosferden sıkılarak, büyük olasılıkla bir daha elime almamak üzere bıraktım... Buna karşılık “Bir Sürgün”ü zevkle okumayı tamamladım... *** Bunda, roman kahramanı Doktor Hikmet’le yazgı arkadaşlığımızın payı olabilir mi? Pek sanmıyorum... Asıl neden, Yakup Kadri’nin kurgu ustalığı ve gözlemlerinin gerçekçi sağlamlığıdır. Burada ayrıntılara girme şansım ne yazık ki yok. Birkaç gözlemle yetinmek zorundayım. Doktor Hikmet tipi kesinlikle gerçekçi, inandırıcı. Yakup Kadri’nin, Fransız dostlarımızı yer yer incitebilecek gibi olsa da, FransaParis betimlerine aynen katılırım... Romandaki aşk’ın süreçleri çok iyi planlanıp betimlenmiş... Ne kalıyor? Şairce betimlerden de yoksun değil bu kitap... Öyleyse? Günceme düştüğüm bir notu yineliyorum: Yakup Kadri, sözgelimi bir İvan Turgenyev’den hiç de aşağı kıratta bir yazar değil. Biri dünyaca tanınırken, öteki kendi ülkesinde bile, ancak ders kitaplarında yer alması ve TV dizileri “sayesinde” tümüyle unutulmuş değil... Hem dünyanın, hem kendimizin bir ayıbı olarak. G [email protected] AVUKATLIKTA DÖNÜŞÜM İşçi avukat derken, tam olarak neyi kastediyorsunuz? S. Gökten: İşçi kavramı en genel anlamıyla para karşılığı hizmetini satan kişi. Yaptığım bu, çalıştığım büro bana iş veriyor, yapacaklarımın programını bile onlar çıkarıyor. Ben de hizmetimi satıyorum. Kanunda bu, ücret karşılığı ya da bağımlı çalışan avukat olarak geçiyor. İşçi avukatım dediğimde, kendime hakaret ediyormuşum gibi davranıyorlar. Oysa bir patrona çalışan bütün avukatlar, aynı zamanda işçi. C. Gök: Avukatlıkta bir dönüşüm yaşanıyor. Biriki patron avukatın yanında 150200 kişinin çalıştığı büyük hukuk büroları açılıyor. Bu piyasalaşma sürecinin göstergesi. Sermaye sahibi avukatlar, kendileriyle aynıymış gibi göstermeye çalıştıkları, ancak aslında kendilerinden çok farklı olan, sermaye sahibi olmayan avukatları istihdam ediyorlar. Yasal düzenlemelerle de bu sürecin önü C. Gök: Staj dönemi teoride bir eğitim süreci, ancak ucuz işgücü olarak kullanılıyoruz. Sigortasız, bir iş güvencesi olmadan çalıştırılıyoruz. Bu sermaye sahibi avukatlar açısından büyük avantaj. Avukatlık kanunu gereği çalışmamız yasak, ancak herkes çalıştığımızı biliyor. Mahkemelerde hâkimler bile, çalışıyorsanız devam zorunluluğunuz yok, diyorlar. Çoğu stajyer avukat altı aylık stajı, haftada bir mahkemeye gidip imza atarak tamamlıyor. Çünkü yaşamlarını sürdürebilmek için çalışmalılar. Yani nitelikli bir staj göremiyoruz. Diğer yandan staja başlarken SSK, BağKur ve Emekli Sandığı’nda kayıtlarımızın olmadığına dair yazı isteniyor, çıkışta da isteniyor. Bunca sigortasız çalışanı denetleyemeyen devlet bizim sigortasız olmamızı sıkı denetliyor. Ancak kendileri sendikalı olacağı zaman, biz işçi miyiz diye bir burnu büyüklük yapıyorlar. Yıllardır bize, protokolde baro başkanının yeri vardır diyerek kendimizi özel hissettirmeye çalıştılar. Bu limon satarak milyarder olan adamların hikâyelerine benziyor. Ayrıca çoğunlukta hâlâ bir gün kendi büromu açabilirim, ümidi var. Bu sınıfsal geçişkenlik şu an mevcut, ancak giderek yıkılıyor. BU ADLİYEDE GREV VAR! Peki inisiyatif bu durumu değiştirebilecek mi? Talepleri ne? C. Gök: Stajyer avukatlara, hâkim ve savcılara verildiği gibi sosyal güvenlik hakkı tanınmalı. Ruhsat adı altında alınan paraların alınmamasını, zorunlu kalemler dışındakilerin kaldırılmasını istiyoruz. İlk altı aydaki adliye stajımız daha verimli hale getirilmeli. S. Gökten: Avukatlar, işçi olduğunu kabul edip yüzlerini sendikaya dönmeli. Grev hakkı olan, toplu sözleşme yapan bir sendika kurup örgütlenmeli. Yeri geldiğinde Sultanahmet’e bu işyerinde grev var, afişini asabilelim... İşçi avukatlara asgari bir ücret belirlenebilir. Ayrıca avukatların sorunları yargı sisteminden bağımsız değil. Adil yargılanma, CMK sorunu, insanların avukata hızlı erişimi sağlanmadıktan sonra avukatların sorunu da çözülmez. Avukatlık aynı zamanda kamu hizmeti, ancak bugün bu törpüleniyor. Serbest meslek tarafı öne çıkarılıyor, avukat piyasaya sürülüyor. Bu da avukatlığın bence temel özelliğini, bağımsızlığını, zedeliyor. G TARİHTE BU HAFTA 9 Ağustos 1928: Mustafa Kemal Atatürk Arap Alfabesi yerine Yeni Türk Alfabesi’nin getirileceğini açıkladı. 1969: Ünlü yönetmen Roman Polanski’nin oyuncu olan hamile eşi Sharon Tate evinde uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetti. Tate’i Charles Manson’ın liderliğini yaptığı kült grubun müritleri bıçaklayarak öldürdü. 1975: Rus besteci Dmitri Shostakovich hayata gözlerini yumdu. 10 Ağustos 1920: Osmanlı Padişahı VI. Mehmet’in temsilcileri, Osmanlı Devleti’nin müttefikler arasında paylaşımını öngören Sevr Antlaşması’nı imzaladı. 1945: Japonya teslim oldu ve II. Dünya Savaşı Pasifik’te sona erdi. 1994: Türkiye’nin ilk uydusu Türksat 1B uzaya fırlatıldı. Türkiye uzayda uydusu olan 18. ülke oldu. 2003: Rus kozmonot Yuri İvanoviç Malençenko (üstte) uzayda evlenen ilk insan oldu. 11 Ağustos 1914: I. Dünya Savaşı’nda İngiliz donanmasından kaçarak Osmanlı Devleti’ne sığınan Alman Zırhlıları Goeben ve Breslav’ın satın alındığı açıklandı. 1934: ABD’nin San Francisco şehrindeki meşhur Alkatraz Adası Hapishanesi hizmete girdi. 12 Ağustos 1930: Fethi Okyar’ın başkanlığını yaptığı Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. 1964: “James Bond”un yaratıcısı İngiliz yazar, gazeteci ve istihbaratçı Ian Fleming öldü. 1999: Şair ve yazar Can Yücel (sağda) hayata gözlerini yumdu. hemşireliğin kurucusu sayılan ünlü İngiliz hemşire Florence Nightingale (sağda) doğdu. 1961: Doğu Almanya yönetimi, batıya kaçışları önlemek için Berlin sınırını dikenli tellerle kapattı. Bir hafta sonra da betondan Berlin Duvarı örülmeye başlandı. etti. 1956: Alman yazar Bertolt Brecht hayata gözlerini yumdu. 1974: İkinci Kıbrıs Barış Harekâtı başladı. 14 Ağustos 1908: İlk uluslararası güzellik yarışması İngiltere’nin Folkestone kentinde düzenlendi. 1934: Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları Genel Müdürlüğü (SEKA) kuruldu. Paşabahçe Cam Fabrikası’nın da temeli atıldı. 1951: Orson Welles’in “Yurttaş Kane”i çekerken esinlendiği Amerikalı gazete patronu Randolph Hearst hayata veda 13 Ağustos 1905: Norveç’te düzenlenen referandumla, İsveç’ten ayrılma kararı alındı. 1910: Modern C M Y B C MY B 15 Ağustos 1914: Atlas Okyanusu ile Büyük Okyanus’u birleştiren Panama Kanalı törenle açıldı. 1925: Sinema ve tiyatro sanatçısı Münir Özkul doğdu. 1952: İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü ilk mezunlarını verdi. Türkiye’nin ilk kadın muhabiri Vasfiye Özkoçak da ilk mezunlar arasındaydı. 1969: Woodstock Müzik ve Sanat Festivali New York yakınlarındaki bir mandırada 400 bin kişinin katılımıyla gerçekleşti. Üç gün sürdü. 2004: Ünlü opera sanatçısı Semiha Berksoy (sağda) hayata gözlerini yumdu. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ Süleyman Gökten ve Cem Gök. Fotoğraf: Vedat Arık *** Refik Halit Karay “Sürgün”de kendi sürgünlük yaşamını temel alır. Çok zaman önce okuduğum bu kitabın, değerli yazarın bilinen betim ustalıklarıyla, başlarda bana kendini zevkle okuttuğunu; sonlara doğru ise konu örgüsündeki kopup dağılmalar nedeniyle düşkırıklığına uğrattığını anımsıyorum... Yakup Kadri’nin “Bir Sürgün”ünde böyle olmadı... nlar, yargı sisteminin üç ayağından biri. Adaleti sağlamak için çalışıyor ya da çalışacaklar. İşleri zor. Üstelik kendi dertleri de az değil. Kendilerine karşı yapılan haksızlıklara karşı birleşiyorlar. Hatta geçen hafta Türkiye’nin farklı illerinden İstanbul’a gelen stajyer ve mesleğe yeni başlayan avukatlar bir forum düzenlediler, sorunlarını konuştular. Şimdilik bu örgütlülüğün adı, Stajyer Avukatları İnisiyatifi. Biz de stajyer avukat Cem Gök ve genç avukat Süleyman Gökten’le inisiyatifi, sorunlarını ve çözüm önerilerini konuştuk. Stajyer Avukatları İnisiyatifi nasıl kuruldu? Niye böyle bir inisiyatife ihtiyaç duydunuz? Cem Gök: Staj Eğitim Merkezi’nde ders görürken pek çok stajyer avukatla tanışma, sorunlarımızı konuşma imkânı elde ettik. İnisiyatif böyle kuruldu. Aktif olarak uğraşan 20 insan var, ancak 120 kişiyle iletişimdeyiz. Bundan 20 yıl önce avukatlığa başlamakla bugün başlamak çok farklı. Süleyman Gökten: Sorunlar mesleğe başlayınca da bitmiyor. Sadece İstanbul’da 2500 stajyer avukat çalışıyor. Bir o kadar da mesleğe yeni başlayan avukat vardır. Ben bir büroda çalışıyorum, işçi avukatım. Çağdaş Hukukçular Derneği’nde de mesleki sorunlar komisyonundayım, inisiyatifi öğrenince buraya da katıldım. açılıyor. CMK uygulamalarının giderek tasfiye edilmesi, arabuluculuk kurumunun yaygınlaştırılması, avukatın bağımsız büro açıp veraset alabilmesi için mesleki sorumluluk sigortasının zorunlu hale getirilmesi... S. Gökten: 2007’de Barolar Birliği sayfasına bir avukatlık yasası taslağı konuldu. Bunda vergi açılışı, bürosu olan avukatlar farklı bir levhaya; ücretli, bağımlı çalışan avukatlar ayrı bir levhaya tabi ediliyordu. İkinci gruptakilerin baro genel kurullarında oy kullanma hakkı olmayacaktı. Tepkiler yüzünden tasarı geri çekildi, ancak yeniden getirilecektir. Bütün bunların içinde stajyer avukatların işi ne, onların derdi ne? Bu pek çok uluslararası uygulamaya aykırı. Bunla ilgili davalar açıldı. Kazanıldı tabii ki. Avukatlığa başlarken bizden 1500 lira ruhsatname parası alınıyor. Bunların bir kısmı yasal harçlar, ancak bir kısmıyla ilgili mantıklı bir açıklama göremiyoruz... Durum bu kadar karanlıksa niye avukatlar harekete geçmiyor? C. Gök: İstanbul’da yaklaşık 22 bin avukat faal olarak çalışıyor, bunların yüzde 50’si işçi avukattır. Piyasalaşma süreci avukatları daha da fazla işçileşmeye götürüyor. Ancak avukatlar fil dişi kulelerinden çıkamadığı için sendikal bir örgütlenme oluşamıyor. Her avukat, “Her işçi sendikalı olmalıdır”, der.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle