22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 TEMMUZ 2009 / SAYI 1218 5 Polisiye romanlarıyla tanınan Emrah Serbes, bu kez farklı bir dünyaya, erkek çocuklarının yaşamlarına odaklanıyor. Bu dünyaya keşke demek için geldim ZUHAL AYTOLUN “Adam” olmaya dair büyük hevesler ve toplumsal beklentilerle büyüyor erkek çocukları. Yetişme tarzı ve yetiştiği toplum itibarıyla da gün geliyor ergenlik ve yetişkinlik arasında sıkışıp kalıyor. Emrah Serbes, “Erken Kaybedenler” kitabıyla tam da bu sıkışmanın temeline bakıyor. Ankara polisiyeleriyle tanınan Serbes, son kitabıyla erkek çocukların dünyasına giriyor. Hesap ödetmeyenler, tek tutunduğu dalı kaybetme korkusu yaşayanlar, “erkek sözü” kavramına dayananlar, aynı kızı sevenler, abisinin sevgilisine yaklaşanlar... “Aferin”ler, “kahretsin”ler, “ya giderseler”... Milliyetçilik ve muhafazakârlık... Ölüm ve aşk acısı yaşayanlar da var hikâyelerde, sensorlu lambanın bile onu görmediğini düşünüp “silikliği”ne haykıranlar da. Serbes, hikâyeleriyle hem güldürüyor hem de tanıdık ifadelerin temeline dokunuyor. Biz de onunla “Erken Kaybedenler”i konuştuk. “Erken Kaybedenler”de bizden hikâyelere yer veriyorsunuz. Sizi bu hikâyeleri yazmaya yönlendiren güdü neydi? Tam bilmiyorum, bu hikâyelerin yazılma süreci biraz karışık. İki türlü yazarlık biçimi var gibi geliyor bana. Biri kendiliğinden, yazmasaydım çıldıracaktım tarzı. Tıpkı Dostoyevski gibi. Diğeri de Tolstoy gibi planlı, programlı, kurgu temelli yazma biçimi. Benimki biraz karma bir süreçti. Ayrıca hikâye kitaplarını ve dergileri takip ederken son dönem öykücülüğünün temel karakteristiklerinden birinden, hikâyeden kaçış olduğunu düşündüm. Sanırım, artık pek çok yazarın hikâye anlatmak gibi bir derdi kalmamış. Bu yanlıştır demiyorum, ama birilerinin de hikâye anlatması lazım. diye bir deyim vardı. Yıllarca anlamını düşünmüşümdür. Üniversite mezunu arkadaşlarımın çocukları bile, ailelerinden “Prezervatif ne?”, “Kürtaj ne?” gibi sorulara yanıt alamıyorlar. Arkadaş çevresinden yanıt bulmaya çalışırken de yanlış kanaat edinebiliyorlar. Ben de bu tarz gerilimleri kullandım hikâyelerimde ama bir çözüm önerim yok, çünkü işin sadece arızalı kısmını biliyorum. Kitabın arka kapağında “Yoldan çıkmış bir neslin manifestosu” yazıyor. Editör arkadaşlarım bu şekilde belirtmiş. “Erken Kaybedenler”, çocukluğu ve ilkgençliği 80’lerde ve 90’larda geçmiş bir nesli anlatıyor. Yer yer manifestoyu andıran bir anlatım biçimi de var. Yoldan çıkmış, baştan çıkmış erkek çocuklar da var içinde. Hepsi bir araya gelince böyle iddialı bir laf ortaya çıkıyor. Ama tabii buna okuyucu karar verecek. Sert ve güçlü durabilmek ile yenilgi... Sert erkek olma hali bir koruma kalkanı mıdır? Evet, zaman zaman bir koruma kalkanı. Ama kendiliğinden oluşmuyor. Yetiştirilme tarzıyla alakalı bir şey. Bir de pek çok cinsiyetçi beklenti var erkekten. Erkeğin hem güçlü olması hem de her şeyi bilmesi isteniyor. Hem güven vermesi hem romantik olması, hem de musluk bozulduğu zaman tamir etmesi bekleniyor. Leonardo Da Vinci bile bu kadar çok kulvarda mücadele etmemiştir. Evlenen kadın arkadaşlarımın hepsi, kendini güvende hissettiği için evlendiğini söylüyor. Güvenlik müdürünle evleniyorsun o zaman. Kadınların da bu her şeye kadir erkek fantezisiyle yüzleşmeleri lazım artık. Yok çünkü böyle bir erkek. Ben de evlenecektim, vazgeçtim, çünkü yolculuk yaparken cam kenarında oturmayı seviyorum. Evlenseydim diyeceklerdi ki kendisi cam kenarına oturmuş, karısını da koridor tarafına atmış. Bir tek bu değil, buna benzer binlerce sosyal baskı mekanizması var. Kendi mesleğini bilemeyen üniversite mezunları AYLİN KOTİL anırım bizim ülkemizin en büyük sorunu, hangi işi yaparsak yapalım hakkını veremeyişimiz. Üstün körü yapmamız. Belki de hak almayı da bu yüzden beceremiyoruz. Çünkü vermeden alınmıyor, bu doğanın kanunu gibi... Geçen aylarda tıp fakültesi mezunu bir genç kızın serzenişini okumuştuk gazetelerden. Mezuniyet töreninde, arkadaşlarla aramızda konuştuk, birbirimize sorduk, hiçbirimiz annemizi, babamızı birbirimize teslim edemedik demişti... Korkunç bir durum aslında. Tek iyi yanı durum tespiti yapabilmeleri. Oysa gelişmiş ülkelere baktığımızda, çoğu genç üniversite okumayı zaman kaybı olarak görüyor. Meslek liselerine yöneliyor. Meslek lisesinden çıkan gencin donanımı iyi, sadece pratik yapmaya ihtiyaç duyuyor. Üniversite sınavlarında birinciler açıklandığından beri, onlar için üzülüyorum. Çünkü çalışkan, zeki ve dahası kendilerini disipline edebilmiş çocuklar bunlar. Sistemin içinde hayallerinin nasıl bir bir tükeneceğini görebiliyorum. Bundan sonrası tamamen kendi üstün çabalarına kalıyor. Çünkü sistem değişmediği sürece, sadece kitap ezberleyip sınavlara girilen yerler olacak üniversiteler. Milli Eğitim Bakanı geçen çıkan bir gazete haberine göre, okulları belediyelere bağlama planları yapıyormuş. Anayasaya aykırı olmakla beraber, ülkemiz için eğitim birliği açısından felakete sebebiyet verecek bir durum bu. Bizim tüm illerimiz Avrupa Birliği ülkelerinde olduğu gibi aynı seviyede değil. Belediyelere bağlandığı takdirde bırakın Diyarbakır’ı, Mardin’i İstanbul içinde bile eşitsizliğe sebep olursunuz. Sultanbeyli Belediyesi ile Beyoğlu Belediyesi’nin imkânları bir mi? Böyle işlere kafa yoracağımıza, meslek liselerine hak ettiği değeri versek. Onca zorluklarla üniversiteye girmeye hak kazanmış çocuklarımıza hak ettikleri eğitimi versek... Önce elimizdeki işlerin hakkını vererek yapsak da, sonra cin fikirliliğimiz tutsa? Ama sanıyorum niyet, burada önemli olan... Neyi neden yaptığınız... İyi pazarlar... G Aylin@kotil.web.tr S SOFRALARIN PRENSİ... “Kimi Sevsem Çıkmazı” adlı hikâyenizde “Bu olgunun da mı sorumlusu benim mutsuz geçen çocukluğum?” diye soruyorsunuz. Özellikle erkek çocuklarda erken yaşta yaşananların, sonrasında nasıl etkileri gözlemleniyor? Sofrada erkek çocuğa beş köfte veriliyor, kız çocuğa üç. Bunu yapan da annelerimiz. Erkek çocuk da zannediyor ki hayatı boyunca oturduğu sofraların prensi o olacak. Geçmişle yüzleşmemiz lazım, bunun için de ta yedi yaşına dönüp o gün sofrada fazladan yenilen iki köfteyi düşünmek gerekiyor. Pek çok insan hayatından keşke sözcüğünü atmaya çalışıyor, oysa çok önemli bir sözcük; keşke. Kendimizle ve geçmişle yüzleşebilmek için keşke sözcüğüne ihtiyacımız var. Ben bu dünyaya keşke demek için geldim. Keşke o iki köfteyi yemeseydim, keşke sünnet düğünümde kendimi prens gibi hissetmeseydim, keşke kendimle daha çok yüzleşebilseydim. Değişmek için pişmanlık lazım, nedamet lazım, vicdan lazım, bir ton “keşke” lazım. Geçmiş demişken... Kitapta Cemil Meriç’ten bir alıntıya ver vermişsiniz: “Acılar hatıralaşınca güzelleşir”. Sizin için de öyle mi? Mazoşist bağlamda bir güzelleşme değil tabii bu. Zamanla bir buruklaşma diyebiliriz belki. En korkunç acıların çocuklukta çekilen acılar olduğunu düşünüyorum, çünkü ilk defa acı çekiyorsun, her şeyin ilki daha etkilidir. Bütün dünya yıkılacakmış gibi geliyor, sonra yıkılmadığını anlıyorsun, her şeye olduğu gibi acılara da alışıyorsun. G BİR NESLİN MANİFESTOSU... Hikâyeler, sizden de izler taşıyor mu? Hız tekneleriyle ilgili izlediğim bir belgeselde, son sürate yaklaşırken teknenin suyla temas eden bölgesinin sadece bir defter sayfası büyüklüğünde olduğundan söz ediliyordu. Bu kitapta da benden izler taşıyan yerler bir sayfadır. Ama bu kitabı ayakta tutan şey de o bir sayfaymış gibi geliyor. Çünkü diğer sayfalar da onun sayesinde yüzüyor. Hikâyelerde kendini tam olarak ifade edemeyen, dış etkilere açık bir çocukluk hali baskın ve her birinde cinsellik unsuru var. Cinsellik konusunda karmaşık düşüncelerim var. Bu açıdan biz çok kötü yetiştirildik. Mesela, “Ayıp yatakta olur” TARİHTE BU HAFTA 26 Temmuz 1928: Spartacus, Lolita, Otomatik Portakal gibi filmleriyle tanınan Amerikalı Yönetmen Stanley Kubrick (solda) dünyaya geldi. 1951: Türkiye’deki ilk petrol Raman Dağı bölgesinde bulundu. 1952: “Hür Subaylar Örgütü” tarafından tahtından indirilen Mısır Kralı I. Faruk ülkesini terk etti. 1953: Fidel Castro’nun da aralarında bulunduğu devrimci örgüt Küba’nın Santiago kentindeki Moncada Kışlası’na saldırı düzelendi. Küba Devrimi’nin başlangıç noktası sayılan ve “26 Temmuz Hareketi” adıyla tarihe geçen olayda örgütün birçok üyesi öldü. Fidel ve Raul Castro da dahil olmak üzere hayatta kalanlar ise hapis cezasına çarptırıldı. 2000: İtalya’daki 32 belediye çağdaş kentin öldürücü temposuna karşı “Yavaş Kent” projesini başlattı. 2004: “Avanak Avni”nin yaratıcısı karikatürist Oğuz Aral (sol altta) hayata gözlerini yumdu. 29 Temmuz 1951: Galatasaray Spor Kulübü’nün kurucularından Ali Sami Yen (solda) hayata gözlerini yumdu. 1973: Kelebek, Banko gibi kitaplarıyla tanınan Fransız yazar Henri Charrière öldü. 1981: İngiltere Veliaht Prensi Charles, Lady Diana ile evlendi. 1992: Deniz Kuvvetleri Eski Komutanı Emekli Oramiral Kemal Kayacan uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 1999: ABD Başkanı Bill Clinton yalan ifade vermek suçundan 90 bin dolar para cezası ödemeye mahkum edildi. Böylece ilk kez bir ABD başkanı görev başındayken ceza almış oldu. Saint Luke Hastanesi’nde ilk kez kadından kadına kalp nakli gerçekleştirildi. 31 Temmuz 1932: Dünya Güzellik Yarışması’nda Türkiye Güzeli Keriman Halis (altta) birinci oldu. 1944: “Küçük Prens” kitabıyla tanınan Fransız pilot ve yazar Antoine de SaintExupéry Akdeniz üzerinde uçarken kayboldu. 1965: İngiltere’de televizyonlara sigara reklamlarını oynatma yasağı getirildi. 1971: Amerikalı iki astronot dört tekerlekli aküyle çalışan bir araçla Ay’da dolaştı. 1973: Üniversiteye giriş sınavı, soruların çalınması üzerine iptal edildi. 27 Temmuz 1930: Son Posta Gazetesi Zekeriya Sertel, Selim Ragıp Emeç, Halil Lütfü Dördüncü, Ekrem Uşaklıgil tarafından kurularak yayın hayatına başladı. 1966: Avrupa ile Amerika kıtasının iletişim kurmasını sağlayacak telgraf hattı Atlas Okyanusu’na döşendi. 1970: Portekiz diktatörü Salazar öldü. 28 Temmuz 1945: B25 tipi bombardıman uçağı ABD New York’taki Empire State Binası’na çarptı. Binanın 78. katına giren uçak 24 kişinin ölümüne sebep oldu. 1978: Ünlü Milli Piyango Bayii “Nimet Abla”nın kurucusu Melek Nimet Özden öldü. 1 Ağustos 1914: Almanya Rusya’ya savaş ilan eti. 1933: İstanbul Darülfünun’u kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. 1950: Türkiye NATO’ya girmek için resmi başvurusunu yaptı. Hazırlayan: ALİ SELİM EMEÇ 30 Temmuz 1954: Plaj sularındaki Koli Basili oranlarına bakılmasına karar verildi. 1968: ABD’nin Houston şehrindeki C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle