Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
4 8 MART 2009 / SAYI 1198 Kansız iktidar olunmaz, ‘İmparator’ da ESRA AÇIKGÖZ Şiddetin yoğun olduğu, çoğunlukla da şiddetin pusulasının kadınlara yöneldiği, silahların patladığı, yeraltı dünyasından isimlerin sıralandığı bir “başarı” hikâyesi onunki... Kalabalık, fakir bir ailede doğup, inşaatlarda ekmeğini kazanan bir gencin keşfedilme serüvenini anlatıyoruz. Doğru tahmin ettiğiniz, sözünü ettiğimiz İbrahim Tatlıses. İbo ya da namı diğer İmparator. O bir şarkıcı, yapımcı, oyuncu, yönetmen, işadamı... Öyle çok yönlü ki, son yüzyılın en karmaşık davasında, Ergenekon’da bile adı geçiyor. Ama onu bu satırlara taşıyan, son günlerde adını gazete sayfalarından, kadınlara ayrılık zamanlarında yöneltilen silahların arkasındaki isim olduğu iddia edildi... Şimdi, Tilbe tehdit telefonları alıyor. Kimi programlarda “Tilbe’nin nasıl olup da İbrahim Tatlıses’ten korkmadığı” tartışılıyor. Bu tartışma daha çok sürecek ama önce gelin bandı biraz geri saralım... İbrahim Tatlıses, şöhret merdivenlerini tırmanmadan önceki adıyla İbrahim Tatlı hayata gözlerini açtığında takvimler 1 Ocak 1952’yi gösteriyordu; koordinatlar ise Urfa’yı. Demokrat Parti’nin her mahalleye bir milyoner yaratma vaatlerinin yankılandığı yıllarda, Kahtalı, Kürt bir anne ile Suriyeli, Arap bir babanın yedi çocuğundan biri olarak bir mağarada açtı gözlerini. Aile kalabalık, eve giren ekmek Nasıl barbarlaştık? AYLİN KOTİL odern çağın insanı tepki koyan, hakkını arayandır. Aynı zamanda başkasının düştüğü duruma kendisini de koyabilendir. Ancak 78 yıldır bireysel olarak bizden alınmak istenenler aslında toplum olarak bizim ortaçağa geri dönmemizi sağlayan unsurlardır. ortaçağda bir üst sınıf vardır, herkese ve her şeye hükmeder. Karşı çıkılmazdır. Çıkıldığında zindanda çürüme ihtimaliniz yüksektir. Kimse, siz zindanda çürürken sizi düşünmez, kendini sizin yerinize koymaz çünkü hem güvenli bir davranış değildir bu, hem de ancak hayatınızı sürdürebilecek şartlara sahipsinizdir. Sizin için önemli olan güvende olmak ve karnınızın doymasıdır. Tepki koymak, hak aramak, empati kurmak henüz o çağlarda gelişmemiş değerlerdir. Geliyoruz günümüze... AKP’nin kendi sistemini ortaya koyup yürütmesi açısından en büyük başarısı (!) kendi halkını ortaçağ zihniyetine ve yaşayış tarzına geri döndürebilmesidir. En saygın olarak baktığımız meslek grupları bile bugün susmakta, sadece can güvenliği ve rahat (!) bir hayat uğruna, gelişmişliğin bütün değerlerini yaşayamamaktadır. Böylelikle en büyük kalelerimiz yıkılmakta ve ne kadar kabul etmesek de aslında bize sahip olmaktadırlar. Bana göre bu durum, yaşadığımız birçok olumsuzluktan daha korkunçtur. Okul sıralarındayken matbaaya izin verilmeyişini bize öğrettiklerinde duyduğumuz şaşkınlıktan çok daha kötüdür geldiğimiz nokta. Bizler, bir toplumun modernizme geçme sancıları yaşarken nasıl barbarlaştırıldığına hep birlikte tanıklık etmekteyiz. Ama korktuğumuzdan, ama karın tokluğuna... İyi pazarlar. G Aylin@kotil.web.tr M İbrahim Tatlıses’in silahlarla arası her zaman iyiydi. Onlarca albümü var, onlarca davası da. Acı yemeyi seviyor, acı vermeyi de. İlk çıktığında şarkıcıydı, şimdi yapımcı, yönetmen, işadamı. İşte karşınızda, patlayan silahların, vurulan kadınların, karmaşık davaların içindeki İbrahim Tatlıses, namı diğer İmparator. 22’sinde, Ankara Kınalı pavyonunda “Ayağında Kundura” ile keşfedildi. 1975’te bu türkünün adını taşıyan ilk albümüyle Türkiye’ye sesini duyurdu. Ses büyüdükçe, büyüdü; “Sabuha”, “Dom dom kurşunu”, “Bir mumdur”... 1976’da ilkokulu dışarıdan bitirerek diplomasını aldı. İşkencelerin, gözaltıların, siyasi cinayetlerin en yoğun yaşandığı 80’ler, Tatlıses’in kişisel tarihinde yükselişe geçtiği yıllardı; şöhret basamaklarını hızla, hırsla tırmandı. Albümlerinin satışı milyonları aştı. Seviliyordu, çünkü hayranlarından, yani halktan biriydi! Halinden şikâyetçi herkese bir çıkış ihtimali sunuyordu, ya sabır çektirerek olsa da! O bir kahramandı, yapılabileceğini, yoksulluğun alt alındı. Oysa yıllar sonra, 2005’te görünmeyen ilk kurbanı, “Adalet Hanım”ı nasıl dövdüğünü şöyle anlatacaktı: “Bir perdeci vardı. Bir gün dedi ki, ‘Yengenin biraz borcu var’. Eve döndüm. Dedim ki, ‘Senin borcun varmış’! Adalet Hanım, ‘Evet, sen para verince ödüyorum’ dedi. ‘Niye söylemiyorsun!’ dedim. Dedi ki, ‘Çok önemli değil’. Kızdım ve dövdüm”. Albümler, filmler, konserler... Artık paranın ve onun getirdiği gücün sahibiydi, parlak sahne ışıklarının arkasındaki karanlık dünyadan güçlü bir “çevre” edindi. Bu çevreyi daha sonraları, “mafya dediğiniz, aslında yeraltı dünyasından kalbi, yüreği güzel olan insanlar” diyerek savunacaktı. Ticarete atıldı. 1987’de plak şirketini kurdu; Tatlıses Müzik. Yetmedi, Tatlıses adıyla başlayan kebap, turizm, havacılık, giyim şirketleri açtı. “Sesi Allah vergisi ve Tatlıses bu sesin markası”ydı. Kararlıydı. “Eteğinden çekenlere rağmen” düşmeyecek, geldiği yere dönmeyecekti. “Çevre”sinin de, beline taktığı silahın da nedeni biraz buydu. “NAMUS” İÇİN DÖVERİM... Pop yükselen değer olunca, çağa uydu, Sezen Aksu’nun eserlerini yorumladı. Ödüller aldı. Televizyon programları hazırladı... 2000’lerde ise onu manşetlere taşıyan dayak haberleriydi. Kimi zaman kadınlardı mağdur, kimi zaman gazeteciler. 2000’de sevgilisi Asena’yı hastanelik edene kadar dövüyordu. 7 Eylül 2000 tarihli gazeteler “Tatlıses gazeteci dövdü” diye başlık atıyor, 21 Aralık 2000’de dönemin Show TV Genel Yayın Yönetmeni Reha Muhtar’ı tehdit ettiği gerekçesiyle savcılıkta ifade veriyor, 7 Aralık 2003’te gazeteci Yaşar Çakmak’ı tehdit ettiği ve Milliyet gazetesini bastığı iddia ediliyordu… Oysa konserinde “Ağlama diyorlar, Fırat gibi sel döküyoruz. Önemli olan ağlatmamak” diyecek kadar duygusaldı! İşte bu duygusallıkla zaman zaman “kendini kaybedebiliyor”du. Mesela, iki sevgilisiyle birlikte yaşamak isterken Asena’nın bu ikili ilişkiye razı olmayıp, bu da yetmezmiş gibi onları bastığı zamanlarda. Artık daha kurnazdı, dayak olaylarını inkâr ediyor, bir de inandırıcı bir kanıt sunuyordu: “Biz bir kadını döversek, ertesi gün ortalığa çıkıp yarasız beresiz dolaşamaz”. Dayak, tecavüz, “ayağa kurşun sıktırma”... Şiddeti sınır tanımıyordu ve çoğunlukla kadınlara yönelikti. Çünkü “erkek erkekti, kadın da kadın” ve “kendini bilen bir kadın hiçbir zaman erkekle eşit olacağım, demezdi”! Derya Tuna kurşunlanmıştı, çünkü Tatlıses’in sözünden çıkmış, “uyarılması”na rağmen, sahneye çıkmaya kalkışmıştı. Ondan bir yıl sonra Tatlıses’in hayatından çıkmaya çalışan Asena vuruldu. Dahası Tatlıses Asena’nın sahne alacağı yerlerin sahiplerini arıyor, “namusu”nu sahneye çıkartmamalarını istiyordu. Asena’nın şikâyeti sonucunda yargılanan Tatlıses, “tehdit kastının bulunmadığını, Asena’ya karşı duyduğu sevgiyi içinden atmadığı sürece bu ilişkinin kendisi açısından bitmediğini” vurguladı. 2005’te daha büyük bir suç dosyasında adı geçti. Küre Operasyonu ile ortaya çıkarılan “Sauna Çetesi” davasında yargılandı. Hakkındaki onca şaibeye rağmen siyasete de soyundu. 2007’deki genel seçimlerde Genç Parti’den milletvekili adayı oldu. Verilmiş sadakamız varmış ki, partisi barajı aşamadı. Şimdi Ergenekon’da adı geçiyor. Görülen o ki İbrahim Tatlıses, sadece müzik piyasasında değil başka bir dünyada da büyüdükçe büyüyor. Bakalım önümüzdeki yıllarda başka ne gibi vukuatlarla huzurumuzda olacak! G 35 yıllık sanat hayatına onlarca albüm sığdırdı Tatlıses, onlarca dava da. En son Yıldız Tilbe ile olan tartışmasıyla gündeme geldi. yüzünü televizyonlardan düşürmeyen konu başka. İbo Show programında konuğu Yıldız Tilbe’ye söylediği “seni p.... elinden kurtardım” hakaretleri ve Tilbe’nin programı terk etmesi. Bitmedi. Tatlıses mikrofonu eline geçirdiği her yerde Tilbe’yi aşağılamaya devam etti; açgözlülüğünden dem vurdu, programa katılması için ona aldığı elbiselerin, takıların faturalarını döktü ortaya; telefon görüşmelerini yayımlattı. Yıllar önce yaptığı iyilikleri başına kaktı. Kozları tükendi ama kızgınlığı geçmedi. Sonunda beklenmeyen oldu, şiddeti kendine döndü, programı yayından kaldırıldı. Aslında bu Tatlıses’in bir kadına karşı ilk hakareti değil. Kadınlara karşı daha da ileri gidip, şiddete başvurdu. İlişkide olduğu sayısı azdı. Su sattı, inşaat işçiliği yaptı. Sonraları bu yıllarını şöyle anlatıyordu: “Baltalimanı’ndaki Behçet Çağlar Lisesi’ni ben yaptım. 1516 yaşındaydım, çıraktım. Hisar’a giremez, önünden geçerdik. Cepte para yoksa akşamları Laleli’ye kadar yürürdük. Şimdi konser veriyoruz. Sanatçı değil diyorlar, desinler.” Yaşam onu evlilikle de erken tanıştırdı. Adalet Durak’la evlendi, üç çocuğu oldu. İnşaatlarda soğuk demire şekil verirken, sesiyle de fakirliğine isyan ediyordu: “Ayağında kundura,/ yar gelir dura dura,/ ölürem ben ölürem vay/ genç ömrümü çürüttün/ göğsüme vura vura...” On sekizinde pavyonlarda türkücülüğe başladı. Soyadını Tatlıses olarak değiştirdi. edilebileceğini gösteren başarı hikayelerinden birinin kahramanıydı. 1978’de artık sinemadaydı. Kendini Yılmaz Güney’e benzetecek kadar fütursuzdu, “Belki tipim fazla benzemiyor, ama” diyordu, “onun yolundan gidiyorum. Onun tavırlarını kullandım son filmimde”. Perihan Savaş’la beyazperde sayesinde tanıştı; 1979’da oynadığı “Kara yazma” filmiyle. Bir kızları oldu. 1983’te “Günah” filmiyle yeni bir aşka yelken açtı, bu sefer rol arkadaşı Derya Tuna’ydı, bir oğlu daha oldu. Artık egosu bir hayli beslenmişti, oğluna kendi ismini verdi. Tatlıses’in medyaya düşen ilk şiddet kurbanı, Perihan Savaş oldu, 8 Ağustos 1984’te Savaş’ı yedi saat döverek, hastanelik ettiği için gözaltına İbo kendini anlatırsa... Aslında fazla söze gerek yok çünkü İbrahim Tatlıses kendini bizden daha iyi anlatıyor. İşte röportajlardan birkaç örnek: G “Birileri Tatlıses’ten nasıl para götürürüz, diyor. Bilmiyorlar ki kellemi veririm ama haraç vermem. Haraç şeyini aştık artık, güzel dostlarımız var. Telefonu ne zaman kaldırsam herkes emrimde değil yanımda olur. Geçenlerde bir arkadaşla takışmaya girdik, yaramaz bir adamın yüzündendi. Adamlarla barıştık fakat gel gör ki, bir adam yaralandı. Biz de kan parası ödedik.” G “Ben kadınımı severim de, döverim de; kendi aramda!.. Ben sokakta hiç tanımadığım bir kadını dövmüşsem, sövmüşsem, saygısızlık etmişsem bana desinler ki, “Yaptın”... Hangi evde, hangi ailede kavgadövüş yoktur?” G “Saygısızlık eden bir insana tokat atmak benim için en büyük zevktir.” Perihan Savaş’ı dövmekten yargılanırken. ünyanın sayılı keman virtüözlerinden Nikolaj Znaider, Brahms ve Korngold’un unutulmaz keman konçertolarını klasik müzikseverlerin beğenisine sunuyor. 17 yaşında keman dünyasının en önemli ödüllerinden “Queen Elizabeth Music Competition”ı kazanan Danimarkalı keman virtüözü Znaider, şef Valery Gergiev yönetimindeki Wiener Philharmoniker Orkestrası eşliğinde Brahms ve Korngold’un keman konçertolarına kendi yorumunu katarak bir müzik ziyafetine çeviriyor. G Nikolaj Znaider’den D C M Y B C MY B