Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 PAZAR YAZILARI 8 MART 2009 / SAYI 1198 BRÜKSEL Peki ya Batı kadınları? ÇİMEN TURUNÇ BATURALP ugün, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Kadınların sorunları konuşulacak, tartışılacak, ekranlardan eylemleri izlenecek, hem de dünyanın her yerinde... İşte Batı’dan birkaç kadın arkadaşımın hikâyesi... Flor 36 Yaşında Arjantinli Bilgisayar mühendisi Bir Arkadaş Okulun bahçesinde çocuklarımızı beklerken nicedir hüzünlü gözlerinden incecik gözyaşları inmeye başladı. Fısıldadığı için ilk anda duyamadığım sözlerinin ne olacağı az çok belliydi yüzündeki acıdan. Yine de kulağımı yaklaştırana kadar geçen üç beş saniyede üç beş bin kere “korktuğum olmasın” dedim içimden. B Boşanıyoruz. Çocuklar bilmiyor. Bir Litvanyalıya âşık olmuş. Karşıdan el ele tutuşup bize doğru koşan yedi yaşındaki Sofia ile beş yaşındaki Enzo’yu görünce telaşla sildi yüzünü. Çocuklarına sarılmadan önce arkasını dönüp ağzının üzerinden fermuar işareti yaptığında yağmurun altında donakalmış öylece bakıyordum. Altı hafta sonra Arjantin’e, bin bir belirsizliğin beklediği yeni hayatına uçtu. Havaalanında, oğlan boyundan büyük valizi çekiştirirken “Çocuklarıma ‘baba’ diye seçtiğim adam için kendimi sonsuza kadar affedemeyeceğim. Ben gene birini seveceğim, ama onlar babasız büyümek zorundalar” dedi. Freiderike 47 Yaşında Avukat Alman Bir Komşu Kırılacak gibi vuruluyordu kapıma. Açar açmaz kamçı gibi bir hıçkırıkla yıkıldı kollarıma, avaz avaz ağlıyordu. Gözünün boncuk mavisi mora dönmüştü. İğrenç adam benim yatağımda sevişmiş o kadınla... “İğrenç adam” da arkadaşımdı. İlk tanıştığımız günün ilk dakikasındaki kavgalarını pinpon maçı izler gibi izlediğimi hatırladım. Onu zar zor yatıştırdığımda hikâyenin bilmediğim tarafı tamamlanmıştı. Altı yıl önce bir gün sinirlenip bir tokat atmış “iğrenç adam”. O günden sonra bir daha hiç yatağıma almadım. Ayrılmak için çocukların biraz daha büyümelerini bekliyordum... İki ay sonra boşanmış, 7 ve 9 yaşlarındaki iki çocuğu ile Almanya Adalet Bakanlığı’ndaki çok sevdiği işine geri dönmüştü. O gittikten sonra kocası Antoine, Freiderike’nin yumrukladığı kapıyı kibarca çaldı defalarca. Onun oturduğu koltukta anlattı durdu sesi duyulmayan hıçkırıklarla. Hiç bu kadar yalnız ve acınılacak durumda bir erkek görmemiştim. Âşık olduğu kadın kocasına geri dönmüştü. Eski karısı ise harika bir sevgili edinmişti. Freiderike iki yıl sonra Belçika’ya tayin olduğunda onu tanıdığım son yedi yılda bir kerecik olsun görmediğim kadar ışıl ışıldı. Antoine kadın seven bir erkekti. Bu hoşuma gitmişti, ama Karl “insan” seviyor. Asıl makbul olan “insan seven erkek”... Catherine 45 Yaşında Belçikalı Reklamcı Bir Tanıdık Üç kadın “20’lerin partisi”nde tanıştık. Uzun boylu, balık etinde, sarışın, mavi gözlü alımlı bir kadındı. Dans etmekten yorgun düşmüş etrafı seyrederken aldatan koca hikâyesi nereden aklına geldi hâlâ merak ederim. Tanıştıktan iki saat sonra öyküsünü en mahrem ayrıntısına kadar biliyordum. Kocasına duyduğu derin sevgiyi, adamın ortak arkadaşlarının genç kız kardeşine nasıl kapıldığını, iki çocuk elinde, biri karnında Singapur’daki evlerini terk ettiği gün neler hissettiğini... Elinde sigarası 20’li yılların modasına uygun çarliston elbisesinin içinde, Marlene Dietrich’inki gibi soğuk bir sesle konuşuyordu. İçindeki acıdan yorgun, felaketin müsebbibi olduğuna inandığı “öteki kadın”a karşı ürkütücü bir nefret duyuyordu. “O kadın onunla asla mutlu olamayacak, çok iyi biliyorum” derken, nefret dolu ifadesinden kendisi utandı. Kadın kadının sinsi düşmanı olmaktan vazgeçmeli artık... G cimenbaturalp@skynet.be MALMÖ Kriz ‘kral’ları da vurur... ALİ HAYDAR NERGİS İ WASHINGTON Ünlülerle bir arada... ELÇİN POYRAZLAR ashington’daki siyaset makinesi gece gündüz demeden çalışır. Erken saatlerde kahvaltı toplantılarıyla başlayan gün, konferanslar, paneller, tartışma programları, akşam üzeri resepsiyonlar, kokteyller, yemekler ya da konserlerle devam eder. Gündüz konferansta gördüğünüz birini akşam başka davette yeniden görmeniz olağan bir durumdur. Bu anlamda benzer konuları izleyen insanların tekrar tekrar karşılaştıkları küçük bir köye benzer Washington. Bu, kahvaltı, tartışma, panel, konferans, resepsiyon, kokteyl, yemek, konser döngüsünde “bölgenizdeki” uzman, diplomat, lobici, analist, hükümet yetkilileriyle neredeyse “ahbap” olursunuz. Bu tür ortamlar tanışmak istediğiniz bir isime ulaşmak için de uygundur. Söz konusu kişiye göndereceğiniz kuru bir elektronik postadansa kanlı canlı kendinizi tanıtmanız çok daha etkili bir yöntemdir. Eğer şanslıysanız bir davette son derece üst düzey isimlerle tanışma fırsatını bile bulabilirsiniz. Bir gece vardiyasında böyle hoş bir sürpriz yaşadım. Washington’daki İngiliz Büyükelçiliği’nin yemekli bir davetinde ABD Başkanı Barack Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı James Jones, eski ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, ABD Silahlı Kuvvetler Merkez Komutanı David Petraeus ve Obama’nın Pakistan ve Afganistan özel temsilcisi Richard Holbrooke ile tanışma ve ayak üstü sohbet etme fırsatı buldum. Eski NATO başkomutanı Orgeneral James Jones. Yanına gidiyorum, kendimi tanıtıyorum. Gazeteci kimliğim onu rahatsız etmiyor, aksine beni gülümseme ve güçlü bir el sıkışla karşılıyor. Jones bende Türkiye’ye sıcak baktığı izlenimi yaratıyor. Colin Powell ise karşısındakiyle sıcak ve dolaysız ilişkiye giren biri. Konuşurken insanlara dokunmaktan çekinmiyor ve çevresindekilerin saygısını uyandırıyor. Obama’ya açık destek veren bir politikacı olarak Powell’ın heyecanı gözlerinden okunuyor. Petraeus da iletişim kurulması oldukça kolay biri. Kendimi tanıttığımda beni ilgiyle karşılıyor. Kendine güvenli, yanıtları net ve doğrudan. Petraues’un belki dört yıl sonra ABD başkanı olabileceği söylentileri geliyor aklıma. Richard Holbrooke’un şakacı bir yanı var. Cumhuriyet muhabiri olduğumu söylüyorum. Bana şakayla karışık sitem ediyor. Anladığım kadarıyla hâlâ Türkiye’yi ılımlı İslam ülkesi olarak tanımladığı sözlerinin yankılarından rahatsız. Sohbetin en tatlı yerinde yemek salonuna çağrılıyoruz. Bu üst düzey isimlerle neler mi konuştuk; o da başka bir yazıya. G W Afganistan’da kadın dayanışması... Kâbil yakınlarındaki bir tekstil atölyesinde Mariam Yousuf, dikiş makinesinde çalışan arkadaşını izliyor. Eğitsel ve Kültürel Mariam Derneği’ni yürüten 31 yaşındaki Yousuf’un himayesinde 370 Afgan kadın çalışıyor. Gençler hükümetten bağımsız bu organizasyonda geleneksel Afgan terziliğini ve elbise yapmayı öğreniyorlar. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutlamıyorlar belki ama hem kendilerinin hem de hemcinslerinin makus talihini değiştirmek için savaşıyorlar. MÜNİH Faşing çılgınlığı kriz unutturur... EROL ÖZKAN A lmanya günlerce faşing ve karnaval coşkusu yaşadı. Ülkede “5. Mevsim” olarak adlandırılan karnaval döneminde insanlar bir anda çocuklaşıveriyor. Değişik maskeler ve kostümlerle 24 Şubat’ta yaşanan sokak eğlenceleri bir yerde Alman kentlerinin ruhunun bir parçası gibi... Günlerdir Alman gazeteleri faşing ve karnaval haberleriyle doluydu... Ülkede otomobil endüstrisi büyük bir travma geçirmiş, bankalar batmış ve iş bulma kurumu önündeki kuyruklar uzamış olsa da, millet neredeyse zil takıp oynama sevincinin tadını çıkarma peşindeydi... Faşing bir tür bahane. Almanya’da karnaval dendiğinde akla ilk gelen şehirler Köln, Düsseldorf ve Mainz’dir. Münih ise Marien meydanındaki faşing ile tanınır. Oradan iki adım ötedeki ünlü Viktualian Markt ise eğlencelerin başlama noktası olarak mimlidir... Özellikle kadınlar ve gençler meraklı faşinge. Günlerce önceden şehirdeki tanınmış mağazaların üçüncü katlarında açılan “faşing kostümleri” reyonlarını gezmekten kendimi alamadım. Her yerde itiş kakış vardı... Çarpıcı giysiler, maskeler, konfeti paketleri... Onca ıvır zıvırın içindeki satıcılar; “Biz bu sene kriz yüzünden alışverişlerin böylesine hareketli olacağını tahmin etmemiştik. Yanıldık! Oysa müşterilerimiz çılgın gibi faşing kıyafetlerini yağmaladılar ve yok sattık” diyorlar da başka bir şey demiyorlardı... Kimse bu kargaşada ne Opel fabrikasının çöküşünü düşünüyordu, ne de Alman otomotiv sanayideki dev krizin nedenlerini, iş yerini kaybetmiş ya da kaybedecek olan binlerce insanın acı gerçeğini... Zamların çığ gibi arttığı bu ülkede, göçmenlerin sorunları öne çıkarken, AKP ile ilgili yazılar ve Başbakan’ın medyaya uyguladığı yasaklar da Alman basınında yer alıyordu... Stern ve TAZ gibi yayın organlarının ardından Almanya’nın ünlü Die Welt gazetesinde yer alan Boris Kalnoky imzalı bir yorumda başlık, “Türkiye’de hükümeti eleştiren medya kalmayacak”tı! Evet, şimdi Almanya’daki bütün basın bizi merakla izliyor. Telefonların dinlendiği, insanların sindirildiği yeni bir dönemi Alman politikacıları da takip ediyorlar, haberiniz olsun! Dışarda kar atıştırırken, faşing yorgunluğunu birahanede atanların muhabbetlerine kulak misafiri olmadan edemiyorum. “Ne olacak bu Almanya’nın hali”, “Ah ahh nerede o eski Almanya” geyiklerini daha çok emekli Türklerin toplandığı kahvelerde duyuyorum. Herkesin canı sıkkın. Arkada boş bira şişelerinden oluşan tepeciklerle dolu Marien meydanında Ege düşleri kurmadan yapamıyorum. Feci bir soğukta metro ile eve dönerken, sarhoş bir palyaçonun başımdan aşağıya döktüğü konfetilere bile gülüyorum... Siz bu satırları okurkan faşing bitse bile, kentin ünlü lezbiyen ve travesti barlarında balolar sürecek. Öte yandan dükkân vitrinlerine ilkyazın habercisi paskalya yumurtaları ve tavşan çikolatalar kondu bile... Kısacası, faşingi atlattık, şimdi paskalyaya gün sayıyoruz... İyi pazarlar. G sveç Kralı Karl Gustav’ın 31 yaşındaki büyük kızı Vıctoria, geçtiğimiz günlerde sessiz, sedasız ve de törensiz bir şekilde nişanlandı. Nişan töreni düzenlenmemesinde, ülkede binlerce çalışanı işsiz bırakan ekonomik krizin etkili olduğu bildirildi. Bir sabah, Malmö’nün Gustav Adolf meydanında yürürken 1520 kişilik bir kalabalıkla karşılaşınca dikkatle o yana yöneldim. İsveç, sınırsız özgürlükler ülkesi ama bu özgürlükleri kullanırken 50100 kişiyi bir araya getirmekte güçlük yaşanıyor. O nedenle, günün o saatlerinde, Gustav Meydanı’nda 1520 kişilik grup, kalabalık sayılırdı. Yaşlıca bir adam, meydanın ortasında çiçek satıcılarıyla sohbet ediyordu. Adam, İsveç Kralı Karl Gustav’a da ne çok benziyordu. Biraz daha yaklaştım, kralın ta kendisiydi. Yanında birkaç sivil koruma görevlisi ve beşon yaşlı İsveçliden başka kimse yoktu. Kralın gelişi nedeniyle tören düzenlenmemişti. Yanında, önünü ilikleyerek “hazır ol”da duran, valiler, belediye başkanları, yol kenarlarında, okullardan getirilmiş, “Padişahım çok yaşa!” diye bağıran öğrenciler yoktu. Meydandan geçen İsveçli kızlar, onu gördüklerinde “Aaaa! Kral gelmiş!” diyerek yollarına devam ediyorlardı. İmza isteyen, yan yana aynı fotoğraf karesine girmek isteyenler yoktu. Kral da öyle gösterişli törenlerden hoşlanmıyordu. İsveç’te, monarşi yönetimi de, kralın yetkileri de sembolikti. Kararlar, parlamentoda, siyasi partiler, hükümetler tarafından alınıyor, kral da sembolik olarak onaylıyordu. Napolyon’un generallerinden Jean Buptiste Bernadotte’nin torunuydu. Fransız kökenliydi. Eşi Silvia ise halktan biriydi. Almanya’da doğmuştu. Babası Alman, annesi Brezilyalıydı. Kralla tanışıp evlenmeden önce bir süre hosteslik yapmıştı. Onun da öyle “soylu” bir geçmişi yoktu... İşte bu kral ailesinin büyük kızları Victoria, geçtiğimiz günlerde nişanlandı; sözü oraya getirmeye çalışıyorum. Damat adayı Daniel Westling de halktan, sıradan biriydi. Stockholm’de bir spor salonu işletiyordu. Kral, damat adayını belirlerken “teba”sını meydanlarda toplayıp talih kuşunu uçurmamıştı. Kuş, gidip kimin başına konduysa onu damat ilan etmemişti. Hatta kızının, Daniel’le yedisekiz yıldır süren ilişkisine de hiç karışmamıştı. Victoria, spor yapmak için gittiği spor salonunda Daniel’le tanışmış, orada başlayan arkadaşlıkları geçen günlerde nişanla sonuçlanmıştı. Nişanlanmaları da bir tuhaf, sıra dışıydı. Nişan nedeniyle tören düzenlenmemişti. Komşu ülkelerin kralları, kraliçeleri saraya çağırılmamıştı. Nişan, Prenses Victoria’nın düzenlediği bir basın toplantısıyla açıklandı. Victoria, gazetecilerin önünde parmağındaki yüzüğü göstererek, “Bakın, ben nişanlandım!” dedi; hepsi bu... Gazeteciler, bu tuhaf nişanın perde arkasını araştırdı. Saray kaynaklarından edinilen bilgiye göre, ülkede binlerce kişinin işsiz kalmasıyla sonuçlanan ve etkileri halen ağır şekilde süren ekonomik kriz nedeniyle görkemli bir nişan töreni düzenlenmemişti. Ayrıca kraliyet ailesi son yıllarda ekonomik sıkıntı yaşıyordu. Hükümet bütçesinden saray harcamaları için ayrılan pay yetersizdi. Kral Karl Gustav, aile gelirlerini arttırmak için borsada oynamaya başlamış, geçtiğimiz yıl yüklü miktarlarda para kaybetmişti. Son günlerde kraliyet ailesinin ekonomik sorunları daha da artmıştı. Bu memlekette kral bile geçim sıkıntısı çektikten sonra bizim yaşadığımız ekonomik sorunların lafı mı olurdu... Prenses Victoria, basın toplantısının sonunda düğün tarihini 2010 olarak açıkladı. Bakarsınız, o zamana dek küresel kriz atlatılır. Kral ailesi, şanına yaraşır bir düğün töreni düzenler. Onlar muratlarına ererken bizler de kırk gün, kırk gece eğleniriz... G alinergis@yahoo.se C M Y B C MY B