Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
22 MART 2009 / SAYI 1200 7 DÜNYALI YAZILAR Sahnede bir hayalet kol geziyor Şahika Tekand’ın kurduğu Studio Oyuncuları bu sezona dört oyunla giriyor. Karanlık Korkusu, Evridike’nin Çığlığı, Apartman, Üç... İki... 1000. Hepsinin derdi, sistemle ve sıkıştırıldığının farkına bile varamayan bireyle. Oyunu izledikten sonra rahatsız olmaya hazır olun çünkü kendinizle yüz yüze gelebilirsiniz. ESRA AÇIKGÖZ Karanlık Korkusu, sistemin sıkıştırdığı bireyi anlatıyor. İki ada... ZÜLAL KALKANDELEN İ K aranlık bir sahne, sesler, ışıklar, sinyaller... Hızlı hızlı, art arda sıralanan cümleler... Hiçbir hareketi, sözcüğü kaçırmamak için koltuklarına mimlenmiş, gözlerini ve zihinlerini sahneye vermiş seyirciler... Şahika Tekand’ın tiyatrosuna aşina olanlar için bu görüntü tanıdık. Tekand’ın kurduğu Studio Oyuncuları bu sezona dört oyunla giriyor. Karanlık Korkusu, Evridike’nin Çığlığı, Apartman ve Üç... İki... 1000. İlk ikisini Şahika Tekand yazmış, yönetiyor. Apartman, Ridade Tuncel’in, Üç... İki... 1000 ise Umut Kırcalı’nın. Bu ikisi onun için özel çünkü ondan eğitim alan iki oyuncunun, yöntemi alıp kendilerine özgü bir dile dönüştürerek yarattıkları oyunlar. Aslında dördü de yeni değil, yurtdışında pek çok ülkede sahnelense de, Türkiye’de sadece birkaç kere oynanabilmiş. Gerekçenin seyirci azlığı olduğunu düşünenler yanılıyor, çünkü şimdiye kadar hiç boş sahneye oynamamış Tekand, onun derdi sahne bulamamak. Büyük sahnelere uygun bu oyunlar için İstanbul’da AKM ve Muhsin Ertuğrul kapandığından beri sahne bulamıyor. Yine de oyunlarını kendi dilinden insanlar izlesin istediğinden kimini mevcut sahneye uyarlamış, kimini başka sahnelerde sergileyecek. Ona tutundum ve sinemanın da, televizyonun da, bilgisayarın da başaramayacağı bir tekniği, canlı olarak sahne üzerinde başarmak için inat ettim. İşte bütün o ışıklar, sinyaller böyle geldi.” Bu inatla 21 yıldır sahnede Tekand. Bedeller de ödemiş ama şikâyeti yok. “Hepsi benim tercihimdi” diyor. “İstediğim gibi yaşadım. Daha kolay olabilirdi, çok çalışarak geçti, ancak iyi ki de öyle oldu. Hayat insana bir kere veriliyor, onu değerli kılmak zorundayım. Keşke şunu yapabilseydim dediğim çok şey var ama şunu keşke yapmasaydım dediğim bir şey görmüyorum.” Oyunlarında seyirciyi rahatsız etmekten de çekinmiyor. Çünkü biliyor ki, sanattan alınan tat sadece eğlenceyle sınırlı değil. “Benim tiyatrom sirk gibi, oyun sırasında seyircinin sıkılmasına izin vermem. Sirkte ip cambazını seyrederken yaşanan o hafif korkuyla karışık eğlence duygusu vardır ya onu yaratmaya çalışıyorum. Sonra düşündüklerinde rahatsız oluyor, canları sıkılıyor, çünkü o anda kendileriyle yüzleşiyorlar” diyor. SINIRLARIMLA ÖZGÜRÜM Oyunlarındaki temel konulardan biri de özgürlük. Sadece sanatında değil, özel hayatında da olabildiği kadar özgür olmanın peşinde Tekand. “Özgür olmadığım yerleri fark etmek çok önemli” diyor, “Karşı çıktığımı zannettiğimde sistemin ekmeğine yağ mı sürüyorum? Bir üretim ortaya koyduğumu zannettiğimde Amerika’yı bir daha mı keşfediyorum? Bunları düşünüyorum. Ne işimden, ne sanatsal yaratıcılıktan vazgeçtim ama sınırlarımı da hep bildim. Çünkü ben hep anneydim, hep evliydim... Sınır özgürlüğün değerini insana öğretiyor, gerçek başarı o sınıra rağmen yaratıcı ve özgür olabilmek.” Tekand’ın oyunlarını izlemek isteyenler elini çabuk tutmalı, çünkü Evridike’nin Çığlığı, Viyana Festivali’nde oynandıktan sonra yaz boyunca yurtdışında turnede olacak. Karanlık Korkusu da bütün yaz yurtdışında hatta 2010’un yurtdışı programı da bağlanmış. Tekand, 2010 Avrupa Kültür Başkenti kapsamında, Atina, Essen ve İstanbul’da yapılacak bir tiyatro projesini de yürütüyor. Bitmedi, 2011’de de, bir operacıdan aldığı teklif üzerine Belçika devlet tiyatrosunda bir opera yapacak. G Şahika Tekand, kendi dilini kurduğu oyunlarıyla karşımızda... Fotoğraf: Vedat Arık temsil ediliyor. Oyunun eleştirilerden biri de, sistemin muhalifliği bile kendine dönüştürmesi. Peki sistemin dışında kalmak mümkün mü? “Farkına varmak, onurlu yaşamak mümkün. Sistemin savunucusu haline gelmemek bile yeterli bence, şimdi. Muhalefetiniz ezilip büzülüp, bir reklam sloganı olarak size geri döndüğünde, başınıza geleni fark ederseniz, sonraki muhalefet yönteminizi değiştirirsiniz.” Avrupa’da yoğunluğu nedeniyle alt yazıyla anlaşılamamaktan korkmuş Tekand ama korktuğu olmamış. Hatta seyirciler oyundan sonra itiraflara başlamışlar. Onun istediği de bu; hatırlamaları. O hatırlama alışkanlığını hep diri tutuyor. İlle de dünyayı değiştirme ve müdahele etme isteğini, dünyanın iyi bir dünya olmasını özleme özelliğini unutmuyor. “Hiçbir zaman, 1980’lerde çok gençken bile, Dolca Vita (Tatlı Hayat) benim gözümü boyamayı beceremedi. Şimdi kriz geldi, Dolca Vita fena duvara çarptı, bakalım ne olacak?” Aslında tiyatroda kurduğu kendine özgü, yeni dile de hatırlayarak varmış. Simülasyon, ışıklar, gölgeler, sinyaller... Hepsi sahnede bir karakter kazanıyor. Bir sürü yenilik varken, neden yeni bir şey mi istemiş? Yanıtı Tekand’dan: “Bu çok önemli bir soru benim için. 30 senedir, alternatif denilen şey de nitelik değiştirdi. Neredeyse beş dakikada bir yeni bir şeyle karşılaşıyoruz. Yenilik, sistemin önemli silahlarından. O zaman yenide neyi aramalı? Benim kuralım, lazım değilse, hiçbir yenilik yapmamak. 1980’lerde herkes sinemaya ve televizyona en büyük yenilik olarak bakıyordu. Oysa sadece insanla yapılabilen tek sanat dalı tiyatro, hatta hayatta bile insana bu kadar ihtiyaç duyulan bir alan bırakılmadı. O yüzden benim için insana tutunabilmenin yollarından biriydi tiyatro, inat noktamdı. DÜŞÜNÜN VE HATIRLAYIN Her oyununda sistem eleştirisi var Tekand’ın. Karanlık Korkusu’nda, Marx’ın “Avrupa’da bir hayalet kol geziyor” sözünü hatırlatıyor sık sık izleyicilere. Özgür olduğunu zanneden bireyin, aslında her saniyesinin kontrol altında tutulduğunu gözler önüne seriyor. Tekand’a göre en acısı da, insanların hafıza kaybı yaşıyormuşcasına kontrol edilişinden bir tecrübe çıkarıp, davranış biçimi geliştirememesi. Sahnede bu kontrol mekanizması, sesler ve ışıklarla 29 Mart’ta kırgınlığı ve kızgınlığı bir yana bırakalım AYLİN KOTİL eçimlere bir hafta kaldı. Geçen seçimlerde tartışılan konular nelerdi, bir hatırlayalım. Laiklik, türban, giderek artan dinci kadrolaşma ve buna benzer konular gündemi oluşturuyordu. Zaten sonunda da bir halk hareketi oluştu ve Cumhuriyet mitingleri yapıldı. Bu seçimde gündemimizde bunlar yok. Nedeni çok basit: Halk olarak daha muhafazakârlaştık. Yadırgadıklarımız bize normal gelmeye başladı. Hedeflenen de buydu zaten. Yapılanların artık halka normal gelmeye başlaması. Bu sıralar hangi konular gündemimizde? S www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com C M Y B C MY B Ergenekon ve işsizlik. Biriyle düşünceler kontrol altına alınmaya çalışılıyor. Diğeri ile muhtaçlık ve minnet duygusu... Peki bir sonraki seçimde ne olur? Düşündüklerimizden dolayı suçlanıyor olmak artık günlük yaşantımızın bir parçası olur. Uslu çocuklar olursak işsiz olsak bile onlar bize kömür ve yemek getirir. Böylelikle bizler düşünmez, karnımız guruldamadığı için şükran borçlu oluruz. Tüm bunlardan kimler sorumlu? Maddi değerler uğruna susan ya da bu sisteme ayak uyduran herkes. Bu kişiler siyasilerin içinde de var, iş dünyasının içinde de var, medyanın içinde de. Ülkeyi değil, kendi cebine giren parayı düşünen ve pastadan pay almak uğruna iş birliği yapan kişiler bunlar. Aslında korktuğumuz başımıza geldiğinde ilk okka altına gidecek olanlar da bunlardır. Çünkü düşünemedikleri, hizmet etmiş oldukları sistemin ilk onları yok edeceğidir. Topluma normal gelmeye başlayan her durumu alt alta bir kâğıda yazın. Tablonun ne kadar ciddi olduğunu o zaman daha iyi anlayacaksınız. Bu nedenle, büyük resmi görebilmek için, küskünlükleri, kırgınlıkları, olumsuz tüm duyguları bir kenara bırakalım. Yoksa belki bir sonraki seçimde, bizler bu yazılanları bile yazamıyor olabiliriz. Daha da kötüsü, bu durum sizlere normal gelmeye başlamış da olabilir. İyi pazarlar...G Aylin@kotil.web.tr kisi de 15. yüzyılda Cenovalı gezgin Kristof Kolomb tarafından keşfedildi. İkisinin de para birimi dolar... İkisinde de temel dil İngilizce ve halkın çoğunluğu Hıristiyan... Birisi (ekonomik krize rağmen) zenginliğin sembolü, diğeri yoksulluğun... Birisi insan aklının tasarladığı bir gökdelen cenneti, diğeri bakir toprakların... Birisinde hayat baş döndürücü bir hızla akarken, diğerinde olabildiğince telaşsız... İlki Manhattan, diğeri Jamaika... Son iki haftayı bu iki adada geçirince, ister istemez karşılaştırmalar yaptım. Önce soğuğun insanın içini titrettiği karlı bir havada indim Manhattan’a... Bir hafta sonra Montego Bay’e vardığımdaysa, sıcak bir rüzgâr okşadı yüzümü... Jamaika’nın ikinci büyük kenti Montego Bay, ülke ekonomisinin can damarı turizm sektörünün en önemli merkezi. Port Antonio ise, beyaz kumlu sahilleri ve turkuvaz renkli berrak deniziyle ülke için bulunmaz bir mücevher değerinde... Turistik tesislerin yanı sıra, kent merkezlerinde ilk dikkati çeken görüntüler, yarım kalmış inşaatlar. Para bitince ara veriliyormuş binaların yapımına... Tekrar kaynak bulununca da, kaldıkları yerden devam ediyorlarmış... Jamaikalılar, hayatın getirdiği sorunlara karşı garip bir umursamazlık içinde... Kimine göre, “ganja” olarak adlandırılan marihuana ile uçuşun bir sonucu bu... Marihuana satışı yasak ama yaygın bir kullanımı var. Bu ülkede herkes, sanki rom ve marihuana etkisinde hayatı yavaş çekimde yaşar gibi... Ağır ağır yapıyorlar her şeyi. Örneğin bir restorana gidiyorsunuz, siparişiniz 40 dakikadan önce gelmiyor... Havasından mıdır, suyundan mı, bilmem; Jamaika, zaman kavramını unutturuyor... Hele o hiç el değmemiş kıyılara giderseniz, bambaşka bir boyuta geçiyorsunuz. Fakat Jamaika gerçeği turistik tesislerde ortaya çıkmıyor... Bu ülkeyi gerçekten tanımak için, halkın yaşadığı sokaklara girmek gerekiyor. Çünkü o zaman tanık oluyorsunuz yoksulluğa... Derme çatma evler, yalınayak gezen insanlar, size bir şey satmak için yalvaranları görüyorsunuz. Paralarının alım gücü öylesine düşük ki, 1 Amerikan doları yaklaşık 77 Jamaika doları ediyor. Yüzde 92’sini siyahların oluşturduğu halkın çoğunluğunun umut kaynağı, ülkeye gelen beyaz turistler... Sıkı pazarlığın döndüğü satışlara hep, “Sen benim dostumsun,” diyerek başlıyorlar. Reggae ve hiphop ritimlerinin duyulduğu sokaklar, her yer ülkenin bayrağındaki yeşil, kırmızı ve sarı renkle donatılmış. Ulusal kahraman, efsanevi müzisyen Bob Marley de, Che ile aynı kaderi paylaşıyor; fotoğrafları, tişörtleri ve hediyelik eşyaları süslüyor... Muhteşem doğası, sıcak kanlı insanları ve farklı kültürüyle çok etkileyici bir ülke Jamaika... Ama bir yandan da, suç oranının arttığı, enflasyonun giderek tırmandığı, işsizlikten kırılan yoksul bir 3. dünya ülkesi... Öyle ki; en önemli ürünlerinden meşhur Jamaika kahvesini içmek için yerel bir kafe soruyoruz, “Burger King’e gidin” diyorlar... Bir zamanlar Jamaika’dan muz ve şeker ithal eden İngiltere, artık ülkenin ekonomisine destek çıkmaz olmuş... Oysa İngiliz Uluslar Topluluğu üyesi Jamaika’da devletin başı İngiltere Kraliçesi değil mi? Adil ticaret sağlanmadıkça, 3. dünya ülkelerinin, sanayileşmiş ülkelerin sübvanse edilen tarımlarıyla mücadele edemeyeceğini Kraliçe bilmiyor mu? Montego Bay’in geceleri karanlığa gömülen atmosferinden kalkıp, her yerinden ışıklar saçan Manhattan’a inen uçakta bunları düşünüyorum... G