22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

2 PAZAR YAZILARI 22 MART 2009 / SAYI 1200 KİEV Doğu Avrupa çalkalanırken... DENİZ BERKTAY ürekli siyasi gerilimler olmasına rağmen Ukrayna’da yabancılar, daha geçen yaza kadar, ülkenin ekonomik yönden hızlı bir kalkınma içinde olduğunu anlatırlardı. Gerçekten de, Kiev’in dört yanında mantar gibi biten yüksek katlı binalar, Kiev’in bulvarlarına sığamayan sayısız son model arabalar, lüks eşyalara olan yoğun merak, Kiev’i yeni gören birisine, petrol zengini bir ülkeye geldiği izlenimini veriyordu. Derken, sonbaharda her şey değişti. İnşaat faaliyetleri, bıçak gibi kesildi. Bu da hiç şüphesiz, inşaat S sektörüne yönelik Türk firmalarına ağır darbe indirdi. Ekim sonlarında, uzaktan tanıdığım bir Ukraynalı kızla karşılaştım. Erkek arkadaşlarının çoğunu burada çalışan Türklerden seçen bu kız, şimdi, sevgililerinin neredeyse tamamının işsiz kalıp Türkiye’ye dönmesinden yakınıyor ve bir taraftan da bana “müjdeyi” veriyordu: “Deniz, bunun kıymetini iyi bil. Böyle giderse, milyonlarca Ukraynalı kızın arasında tek Türk erkeği olacaksın”. Ukraynalı kızın tahmini, en azından büyük ölçüde gerçekleşti. Mühendis arkadaşlarımın neredeyse tamamı, Türkiye’deki işsizler ordusuna katıldı. İşsizlik, Ukrayna’da da hızla yayılıyor. Doğu Ukrayna’nın sanayi merkezleri, yurtdışından siparişlerin kesilmesi nedeniyle, artık işsizler merkezine dönüştü. Milyonlarca kişi de, aylardan beri maaşının tamamından ya da bir kısmından mahrum bırakılıyor. Batı Ukrayna’dan Orta ve Batı Avrupa’ya çalışmaya gidenler de, yavaş yavaş ülkelerine dönüyor. Küresel krizden önce ülkede siyasi istikrarsızlıkla ekonomik istikrarın iç içe gittiğini söyleyenler, şimdi ülkenin İzlanda gibi iflas edip etmeyeceğini tartışıyor. Rusya Başbakanı Vladimir Putin de, dört yıl önce turuncu devrimi yaparak iktidara gelen bugünkü Ukrayna yönetiminden intikamını, şu sözleri söyleyerek aldı: “Normalde Ukrayna’nın bize geç ödediği doğalgaz borçlarından ötürü ondan tazminat almamız gerekir. Ama biliyoruz ki, Ukraynalıların bunu ödeyecek parası yok. İflasın eşiğine gelmiş bir ülkeyi fazla sıkıştırmak istemediğimiz için, onlardan hakkımız olan tazminatı almayacağız”. Peki, ne oldu da, Ukrayna, bu noktaya geldi? Kısaca, iki neden söyleyebiliriz. Birincisi, siyasi istikrarsızlık, küresel kriz şartlarında, belli kararların alınmasına engel oluyor; böyle olunca da, siyasi krizle ekonomik krizin birbirlerini körüklediği bir kısır döngü çıktı ortaya. İkincisi, Kiev’de eskiden ilk anda görülen zenginlik, aslında ucuz kredi imkânlarına sahip kitlelerin gösteriş merakından başka bir şey değildi. Düşük faizli krediyle lüks otomobil sahibi olmak, sıradan bir Ukraynalı için, statü atlamanın en kestirme yoluydu. Bir ahbabım bana, şoförünün ayda 600 dolar maaş aldığını ve adamın bu şartlarda karısına düşük krediyle son model jeep aldığını anlatmıştı. Şimdi, dolardaki yükselişle birlikte, bu tüketim hevesi, dolara endeksli borçlananların elinde patlamış oldu. Kriz, siyasi sonuçlarını göstermeye başladı. Batı Ukrayna’da, ılımlı milliyetçi partilerin yerini, demokrasiyi açıkça küçümseyen, radikal milliyetçi bir parti almaya başladı. Protesto gösterileri, giderek hız kazanıyor. Gelişmelerin hemen toplumsal patlamaya dönüşeceğini söylemek, Ukrayna’yı tanıyan biri için biraz zor. Fakat yaklaşan seçimlerin, ortaya çok farklı bir tablo çıkaracağının artık herkes farkında. G Oscarlık gerçekler BM’nin, “Hindistan: Kentsel Sefalet 2009” raporu iç açıcı rakamlar ortaya koymuyor. Belki sefaletin içinden Oscarlı bir film çıktı ama gerçekte ülkede açlık sınırında 80 milyonu aşkın insan yaşıyor. Sekiz yaşındaki kızı Sonali’nin su verdiği Archana Kishan Bhartiya da bunlardan biri. Felçli Archana ve ailesinin evi, başkent Bombay’ın kaldırımları... STOCKHOLM Cumhuriyet çocuğu OSMAN İKİZ K STUTTGART Tim de bir “loser”dı... AHMET ARPAD ir veya iki katlı, bahçeleri bakımlı şık villalar, kapılarında pahalı otomobiller... Burada yaşayanlar iyi iş güç sahibi, gelir düzeyi yüksek aileler. Sokaklar bomboş, bahçelerde tek insan yok. Sadece bir villada polisler nöbet tutuyor. Gazeteciler, televizyoncu ve radyocular çoktan sokakları terk etmiş. Köyün iki lokantası “Lamm” ve “Löwen” öğleden sonra kapatmış. Küçük bakkal dükkânını işleten kadın kapının önüne iskemlesini çıkarmış güneşleniyor. On beş kişiyi öldürüp, son kurşunu da kendine sıkan Tim’in on yedi yıl yaşamış olduğu Stuttgart yakınlarındaki Weil zum Stein köyü ölü sessizliğine bürünmüş... B “WinnerLoser” kültürü Almanya’da her geçen gün daha çok ağırlık kazanıyor. Günlük yaşam sorunlarının altından kalkamayan sadece yetişkinler değil. Toplumun geleceği çocuklar ana babaları ile ayrı ayrı dünyalarda yaşıyorlar. On iki, on üç yaşında sigaraya, içkiye başlıyorlar, uyuşturucu kullanıyorlar, kaba kuvvete başvuruyorlar. Günümüz yetişkinleri kötü yola düşen günümüz gençleri ile baş edemiyor. Açlık sınırında yaşayan anneler çocuklarını öldürüyor. “Almanya’daki eğitim utanç verici... İnsanların yeterli eğitim almadığı ülkelerde demokrasi işlemez...” sözleri Cumhurbaşkanı Horst Köhler’in. Çeşitli nedenlerle sorunlu yetişen gence ailesinin gösteremediği ilgi ve sıcaklığı okulu da veremiyor. Öğretmen yetersizliğinin yanı sıra sınıfların da kalabalık olması öğrencinin randımanını azaltıyor. Çevresinden beklediği ilgiyi göremeyen genç insanlar bunu başka yerlerde arıyor. İçkide uyuşturucuda ve şiddet içerikli bilgisayar oyunlarında... Gelişme çağındaki bu insanlar güçlü olmak, kabul edilmek, kişilik sahibi olmak, korkularını birisine anlatmak, sorunlarını onunla paylaşmak istiyor. Günümüzün stres dolu, hızlı yaşayan ve sadece güçlüyü kabul eden toplumunda bütün bunları başaramamış, ailesinden kopmuş Tim gibi kimi “loser” de günün birinde hıncını onu dışlamışlardan alıyor! “JawsPredator1” takma adını kullanan, gününü evde tek başına geçiren Tim şiddet içerikli bilgisayar oyunları oynayarak zaman öldürüyor, “airsoft” oyunlarındaki, gerçeklerine benzer silahlar kullanıyordu. Babası ona daha 14 yaşında atış kulübünde silah kullanmasını öğretmişti. Erfurt ve Emstetten’de gerçekleşen okul katliamları üzerine de fikir yürüten Tim’e göre, “İşin komik tarafı katliam yapacaklarını daha önce açıklayanlara bugüne kadar kimsenin inanmamış olması!” O, içine kapanıktı, pek konuşmazdı. Tüm dünyası “Far Cry 2”, “Counterstrike” ve “Tactical Ops” gibi oyunlardı. Yakın çevresi Tim’den gelen sinyalleri fark etmiyordu. Onunla sınıfta dört yıl yan yana oturan Phlipp ile bir rastlantı sonucu tanıştım. “En iyi arkadaşlarımdan biriydi.” dediği Tim iki kişilikli olmalıydı. Büyük balığın küçük balığı yuttuğu, ortak değerlerin çoktan yitirildiği günümüz Alman toplumunda insanlar bencilleşiyor, içlerine kapanıyor, kabuklarına çekiliyor. Birey, yalnızlık ve bencillikle daha çocukluğunda tanışıyor. Tim’in katliam yaptığı Winnenden’de karısı bir zamanlar öğretmenlik yapan Cumhurbaşkanı Horst Köhler soruyor: “İnsanlarımızla yeterince ilgileniyor muyuz?” G www.ahmetarpad.de üçük çocuk 1923 doğumlu akranlarına baktıkça kendini büyük hissediyordu. Kafasına takıldıkça annesine soruyor ama Emine Hanım, her defasında, “Mustafa Kemal’in cumhuriyeti ilan ettiği yıl doğdun. Sen cumhuriyet çocuğusun” diye kestirip atıyordu. Bu açıklama aslında çocuğun da hoşuna gidiyordu. Adını babası seçmişti. Balıkçı Mehmet Efendi, Pangaltı’ndaki Çukur Balıkçı’nın müşterileri arasında iyi giyimli, Türk milletinin yeni lideri Gazi Mustafa Kemal gibi modern görünüşlü Lütfi Beyi, kurulan yeni devletin karakteristik bir siması olarak görüyordu. Madem ki oğlu cumhuriyet çocuğuydu, adı da yeni devletin ruhunu yansıtmalıydı. Mehmet Efendi, Lütfi Beyi gördükçe aklından geçenleri oğluna Lütfi adı vererek sanki bir ideali gerçekleştirdi. Cumhuriyet çocuğu Lütfi, sanat ve kültür çevrelerinin çok iyi tanıdığı, dünyaca ünlü portre fotoğrafçısı Lütfi Özkök. Geçen hafta 86 yaşını doldurdu. Doğum günüyle ilgili bildiği tek şey annesinin ifadesiyle “bir karakış gecesi” dünyaya geldiği. Ama 1943’te üniversite öğrenimi için gittiği Viyana’da okula kaydını yaptırırken hiç beklemediği soru karşısına çıkıvermiş. Doğduğun ay ve gün? Hâlâ muzip çocuk karakterini koruyan Lütfi Özkök, Avusturyalıyı şaşırtmak için “Karakış” demek istemiş ama kendini tutmuş. “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” özdeyişi aklına gelmiş ve “15 Mart” deyivermiş. Kendisi her doğum gününde Viyana’daki sahneyi anlatır ve seçe seçe “Brutus’un Sezar’ı öldürdüğü günü seçtim” diye de güler. Lütfi Özkök’ün yaşamı baştan sona rastlantıların yol açtığı bir güzergâh. Kendini sanki rüzgârların yoluna kaptırmış gibi. Zaten Özkök’ün hayatını dökümanter film yapan Elisabet Marton’un filme “Rüzgârların Yolu” adını koyması da bu yüzden. Kendisi hayatını “Feriköy” adlı şiirinde bir üçgen içinde anlatır: “Hiçbir zaman bu ebedi üçgenin dışına çıkamayacağım. İstanbul’da doğdum, Paris’te Anne Marie ile karşılaştım, Stockholm’de öleceğim.” Özkök’ü İsveç’e savuran Sorbonne’da tanıyıp âşık olduğu AnneMarie rüzgârıdır. 1950’nin Noel akşamı gelip Stockholm’de kök salmıştır. Bir rastlantı sonucu fotoğraf çekmeye başlamış giderek sadece edebiyatçı portresi çeken dünyanın ünlü fotoğrafçılarından biri olmuştur. Nobel kazanmış 35 yazarın portresini arşivinde bulunduran tek fotoğrafçıdır. Fotoğraf sergileri dünyayı gezmektedir. Bu kadar ünlü fotoğrafçıdır ama o hâlâ şairliğini öne çıkartmaya çalışır. Zaten artık kamerayı da elinden bırakmıştır. 2001’de Anne Marie’yi kaybettikten sonra günlerini daha ziyade penceresinden kâbus gibi kuzey bulutlarını, pervazlara konan kuşları seyredek geçirir. Memleketten gelen haberlere canı sıkıldıkça telefon eder “Ne oluyor yahu, nasıl oldu bu” diye sorar. Ölünceye kadar elinden Kuran düşmeyen, cumhuriyetle, dinini karıştırmayan, kendisine “Sen cumhuriyet çocuğusun” diyen annesini hatırlar ve bugün olanlara şaşırır. Uzun ömürler cumhuriyet çocuğu. G BRÜKSEL Batı Avrupa’nın pahalı oyuncakları ÇİMEN TURUNÇ BATURALP A z kaldı, üç beş hafta sonra bahar, sadece çiçeklerle değil, müzelik üstü açık otomobillerle de renklendirecek Brüksel’i. Bütün kış karanlık garajlarda bekleyen ihtiyar delikanlılar yaşlarına başlarına bakmadan en sevimli renkleriyle otobanlara çıkacak. Sağ şeritten kibar kibar süzülüp, güneşin, rüzgârın tadını çıkaracak ve telaşla geçen son modellerin arkalarından el sallayacaklar, nostaljik, romantik... Güle güle... bizim acelemiz yok... siz gidin. Biz daha buradayız. Onlar epeydir buralardalar... 1920’lerin, 40’ların, 70’lerin pembe Austinleri, uçuk mavi Jaguarları, krem rengi Mercedesleri, yeşil Ferrarileri, turuncu Fordları, lila rengi Opelleri eski otomobil meraklılarının oyuncak niyetine alıkoydukları ikinci, üçüncü arabaları... Fiyatları 1520 bin Avro’dan başlayıp birkaç milyon Avro’ya kadar çıkabilen türden, savaş öncesi veya savaş sonrası oluşuna göre muamele gören pahalı oyuncaklar. Güzel havalarda 70 model Triumph’unun kaputunu açıp kafasını saatlerce içinden çıkarmayan bir komşum var. Eski otomobil meraklıları için düzenlenen 100200 km’lik rallilere katılıyor. Baharda 3040 otomobillik gruplar, önceden belirlenmiş parkurlarda keyfine yolculuk edip, bir restoranda bitiriyorlar bu rallileri. Sonra gelsin Belçika biraları... İşin hoş tarafı eski bir otomobil satın alıp, hafta sonlarını kaportanın içinde geçirmek yalnızca erkeklere özgü bir merak değil. Eski film karelerindeki gibi, başındaki eşarbı uçurarak, koyu renk gözlükleriyle yollardan geçen birçok kadın da var. Her yıl düzenlenen eski otomobil rallilerinden biri, sadece kadın sürücülere ayrılmış. Otomobilin, otobanlarıyla ünlenmiş Batı Avrupalı için anlam ve önemi son krize de damgasını vuruyor. Fransa Cumhurbaşkanı Sarkozy, Fransa’daki otomotiv sektörüne “Doğu Avrupa’da yatırım yapmamasını” söyleyince ortalık birbirine girdi. Avrupa’da üretilen Opel, Vauxhall ve Saab’ın Amerikalı sahibi General Motors’un “batarsam yanarsın” tehditlerinin ucunda 200300 bin Avrupalının işi sallanıyor. ABD’den aldığı 13.4 milyar ABD dolarıyla ayakta kalmaya çalışan General Motors’un (GM) Avrupa’daki işini kurtarmak için Avrupa’dan istediği miktar 3.3 milyar. GM tepesindeki yöneticiler, 12 AB ülkesinin ekonomi ve endüstri bakanları ile Brüksel’de buluşup, GM’nin Avrupa’daki faaliyetlerini kurtarmanın yollarını tartıştılar. Toplantı sonunda bakanlar, GM ile ilgili bütün adımların, ortaklaşa alınan kararlar doğrultusunda atılacağında birleştiler. Yani kimse çıkıp “ben kendi ülkemde GM için şu kolaylığı getireceğim” diyemeyecek. Böylece de GM bir ülkedeki durumunu bir diğer ülke için pazarlık konusu haline getiremeyecek. Öte yandan 12 ülke arasındaki ortak çıkar etrafında birleşme kararı bile Belçika’yı tek ses haline getirmeyi sağlayamıyor. Zira parçaları güç bela bir arada duran Belçika’nın Flaman bölgesindeki GM fabrikalarının devlet eliyle kurtarılması ihtimali, Valon tarafını çileden çıkarmaya yetiyor. Batı Avrupalı’nın pahalı oyuncağının, siyasi bedelleri birçoklarının uykularını kaçırıyor. Valon komşum eski arabasının kaportasının içinden olayı özetlercesine omzunu silkiyor: “Bana ne Opel’den. Bütün fabrikaları Flaman bölgesinde. Zaten buralarda sevilen bir araba bile değil”... G cimenbaturalp@skynet.be C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle