Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 EKİM 2009 / SAYI 1230 3 Milli Reasürans’taki sergide, “şehre gelme” hazırlığındaki yüzlerle karşılaşacaksınız. Sanat eseri yüzler ESRA AÇIKGÖZ ir yüz neleri anlatır? Mutluluk, kızgınlık, acı, yorgunluk, huzur... Milli Reasürans Sanat Galerisi’ndeki sergide bunlardan çok daha fazlası anlatılıyor. “Unplugged” yüzler sergisinde, David Tartakover, Henry Steiner, Lanny Sommese, Pierre Bernard, Alain Le Quernec ve Uwe Loesch gibi tanınmış tasarımcılar, latin harfleriyle “eis tin polin” ya da “stin polin” olarak yazılan İstanbul isminin Bizans Yunancası’nda “şehre doğru gelme” anlamından yola çıkarak yüzlerini tasarladılar. 24 Ekim’e kadar sürecek serginin küratörü Bülent Erkmen sorularımızı yanıtlıyor... Sanatçılardan neden “şehre doğru gelme” hazırlığını yüzlerinde yapmalarını istediniz? Bülent Erkmen: Yüz bedenin kimlik belirleyici bölgesi. Tanınmak için bedenin B geri kalanına gerek duyulmuyor. Üstelik akla en yakın, görünmeyen aklı görünür kılan yer. Ben bu yüzle benim... Sizin gözünüzde ancak bu yüzle ben olabilirim... Bu proje, kendi yüzümüzü zorunlu bir ham malzeme Bülent Erkmen. gibi kullanarak bir “iş”e, “artwork”e dönüştürme çalışması. Doğrudan şehir ile bir bağlantı yok. İstediğim şehre doğru gelme haline bağlı olarak yüzü kullanmak. Dünyanın dört yanından, farklı kültürlerden gelen, işleri “tasarım” yapmak olan bu kişilerin kendi yüzleriyle uğraşmalarını istedim. Tasarımcının tanınmak için kullandığı yüzünü bir “iş”e dönüştürmesi, yüzü ile yüzünü kullanarak yaptığı işin yer değiştirmesi bu. Gördüğünüz fotoğraf artık o tasarımcının bir “iş”i, yüzü değil! Sergide 86 yüz ya da sizin söylediğiniz gibi artık yüz olmaktan çıkmış “iş” yer alıyor... Sizin şehri anlatmalarını istememenize rağmen Batı algısıyla İstanbul’un anlatıldığı yüzler var... Olabileceğini düşündüğüm bazı “kötü” alışkanlıklar nedeniyle, konsept metnine “yüzünüze yaptıklarınız sizi temsil etsin, geleceğiniz şehri değil!” uyarısını ekledim ama 34 ayyıldızlı, birkaç fesli, “bıyıklı” iş var! Ama çoğu tam istediğim gibi, çok iyiler! İşlerde dijital müdahale istememenizin nedeni ne? “Unplugged”, “fişsiz” ya da “akustik” de denebilecek, elektronik olmayan müzik türüne verilen isim. Bu projede, tıpkı Lanny Sommese’nin çalışması. “unplugged” gibi tasarım düşüncemizle yüzümüz arasına hiçbir dijital müdahale girmesin istedim. Bilgisayara kafa tutalım, eski silahları çıkartıp kullanalım, neredeyse unuttuğumuz yöntemlerle yeni işler yapalım, bilgisayar öncesi dönemden dijital çağa selam gönderelim istedim. Bu belki bazı şeylerin hatırlanmasını sağlar. Belki “antidijital” bir eğilim başlar. Sergi için yaptığım afiş de tamamen “unplugged” bir tasarım. Hatta folyo harflerin elle uygulaması sırasındaki tozları, kabarcıkları, kirleri olduğu gibi bıraktım. Uwe Loesch’nin çalışması. Sergi, Uluslararası Grafik Tasarımcılar Birliği’nin İstanbul’daki genel kurul toplantısı kapsamındaki etkinliklerden. Türkiye’deki grafik tasarımcılarının dünyadakiler arasındaki yeri nasıl? Türkiye’deki grafik tasarımcılar, dünyadaki grafik tasarım bienalleri, yayınlar, uluslararası kuruluşlar içinde çok sınırlı sayıda da olsa yer alıyor. Bu toplantılar, çalışmalar katılımı belli bir “vade”de yaygınlaştırabilir. G Tel: 0212 230 19 76 PAZARIN PENCERESİNDEN Arto Sırapyan nerdesin? SELÇUK EREZ N erezs@superonline.com C M Y B C MY B ew York’taydım, uzmanlık eğitimi görüyordum. Bir gün liseden sınıf arkadaşım Arto aradı. Benden önce bu kente gelmişti, belediyesinde mimar olarak çalışıyordu. Evine davet etti. Sınıf arkadaşımın misafir odasında ne göreyim? Kocaman bir Ermenistan haritası, Türkiye’nin üçte birini da kaplamış. Arto bu ne? Yahu ben bunu sen gelmeden indirmeliydim... Ben gelmesem de buna gerek var mı? Arto o haritayı asmasının nedenini anlattı: Buraya geldiğinde yapayalnızmış. Bir gün Ermeni cemaatinden kızlı erkekli bir grup gelmişler, “Gel bize katıl... Böyle kalma!” demişler. O günden sonra yanlızlığı sona ermiş, hastalandığında arayan, sıkıntılarında hatırını soran insanlarla dolu bir ortamda bulmuş kendini. Bu grubu bir arada tutan neydi? “Türkler Ermenileri kestiler; bizi vatanımızdan kovdular” cümlesinin çeşitli varyantları. Bu harita neydi? Aynı sloganın sembolü... İmza töreninde Nalbandyan’ın yüzünden düşen neden bin parça? Ciddi boyutlarda tehdit edildiğini düşünebiliriz... TürkiyeErmenistan ilişkilerinin normalleşmesi için Zürich’te iki ülkenin dışişleri bakanları tarafından imzalanan protokole Paris’te, Los Angeles’ta, dünyada nerede belli sayıdan fazla Ermeni varsa düzenlenmiş protesto mitinglerinde Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan’ı, Hitler’e benzeten posterler neyi gösterir? Türkiye ile normal ilişkilerin, “Türkler kahrolsun!” denmesini güçleştireceğini... Yani Ermenistan’daki ve bu ülkenin dışındaki Ermeni topluluklarını bu güne kadar bir arada tutan bir tür “zamk”ın yerine başka bir şey bulmanın gerekeceğini... İsveç Ermeni Dernekleri Birliği Başkanı Avedyan’ın, diyasporanın artık Ermenistan’ı parasal açıdan desteklememesi gerektiğini söylemesi de bundandır. Hele hele Aşırı Ulusalcı Ermeni Kuruluşu Hay Dat’ın Kudüs temsilcisi Avagiyan’ın “Bundan sonra protokolün imza günü bizim için 24 Nisan gibi bir matem günüdür” sözleri... Öyleyse bütün bunlara bakıp biz, “Dış baskılara boyun eğdik, Dağlık Karabağ’ı sattık” diye karşı çıkalım mı bu protokolün imzalanmasına? Ve iki halkın arasında tıpkı bu gün aralarından su sızmayan Fransızlarla Almanlar arasında geçmişte olduğu gibi gerçekleşmiş acı olayları, gelecekteki dostluğun ebediyen ertelenmesi için gerekçe gösterilmesini mi yeğleyelim? Ve bunun için Hay Dat temsilcisi gibi o imza gününü, “Kara gün” ilan eden MHP lideri gibi mi davranalım? Amcaoğlum İsmail’i, Ermeni terörüne şehit vermiş biri olarak ben bu nefretin sona ermesi için atılan her adımın desteklenmesini onaylıyorum. G