Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 BRÜKSEL 18 EKİM 2009 / SAYI 1230 Lobicilik demokrasiye engel ERDİNÇ UTKU A B karar verme sürecinin merkezinde bulunan Brüksel, iş dünyasının çıkarlarını temsil eden binlerce lobicinin cirit attığı bir başkent. Kamu çıkarları için çalışan gruplar gibi şirket lobicilerine de Avrupa kurumlarına ayrıcalıklı erişim sağlanıyor. Ortaya çıkan lobbycracy sonunda alınan kararlar “büyük insanlık” ve çevreyi göz ardı ediyor, ticari çıkarlar belirleyici oluyor. Böylece de demokrasinin en temel ilkesi ihlal edilmiş oluyor. British American Tobacco (BAT) sadece geçen yıl AB lobicilik faaliyetleri için 700.000 Avro’yu babasının hayrına harcamış olamaz! Otomotiv endüstrisinin AB’nin koyduğu 2010 yılına kadar otomobillerin çevreye yaydığı kirliliği kilometrede 120 grama düşürme hedefini yakalayamayınca lobicileri aracılığı ile bu miktarı kilometrede 130 grama çıkarmaları ve hedeflenen yılı 2015 yılına çekmeleri en son örneklerden. Avrupa Birliği üyesi ülkelerde yasaların ve düzenlemelerin yüzde 60’ı AB tarafından belirleniyor. Şirketlerin, NGO’ların, tüketici örgütlerinin ve diğer çıkar gruplarının AB karar verme sürecini ve AB mali kaynaklarının paylaşımını etkilemek için çaba harcaması artık çok normal görünüyor. Bu işten Brüksel ve Brüksel dışında 15.000’den daha fazla lobici hayatını kazanıyor. Kapalı kapılar arkasında dönen dolaplara tepki gösteren kuruluşlar da var. www.corporateeurope.org internet sitesinin ana sayfasında ünlü komisyon binası var, önünde ise ülke bayrakları değil ünlü şirketlerin logolarının olduğu bayraklar dalgalanıyor. Corporate Europe Observatory (CEO) şirketlerin ve onların lobi gruplarının AB kararları üzerinde ayrıcalıklı erişim ve etkileme gücü ile mücadele ederek dünyada sosyal adaletsizliği ve çevre kirlenmesine engel olmaya çalışan bir oluşum. AB’nin demokratik karar verme sürecinde şirketlerin lobiler aracılığıyla kendi çıkarlarına ancak kamunun zararına dönük uyguladıklarının etkisini azaltmaya çalışıyor. CEO, Brüksel’de lobi turları düzenleyerek büyük şirketlerin ve lobicilerinin Brüksel’in göbeğinde AB kurumlarının bulunduğu alanda nasıl da stratejik bir şekilde yerleştiklerini gözler önüne seriyor. 2005 yılından beri aynı alandaki başka kuruluşlarla düzenledikleri yıllık “En Kötü AB Lobicileri Ödülü” ile de saman altından lobi yürütüp kendi çıkarlarına ancak “büyük insanlık”ın zararına karar aldıranları deşifre ediyor. 2004 yılında Avrupa Komisyonu’na “Şirketlerin aşırı lobicilik gücünü azaltın” çağrısı yapan açık mektubu yazanların öncüleri arasında yer alıyor CEO. Corporate Europe Observatory AB karar verme sürecinde daha saydamlık ve sorumluluk için mücadele ediyor. Lobicilik skandallarını ortaya çıkarmak ve karar verme sürecinde yapılan ayrıcalıklı etkilerin yol açtığı yolsuzluk ya da zararları sergilemek de uğraşları arasında. AB Komisyonu lobicilik şirketlerini kayıt altına almak için adım attı ancak Brüksel’deki lobicilik organizasyonlarının sadece yüzde 23’ü kayıt yaptırdı, çoğunun verdiği bilgiler ise eksik. 1 yıllık gönüllü kayıt denemesi sonrasında Avrupa Komisyonu yakında yeni lobicilik kurallarını açıklayacak. Her kesime temsil hakkı vermeyen sadece parası olanın yapabildiği lobicilik demokrasiye engel. Avrupa Birliği kararlarının önemli bir bölümü lobicilerin etkisi ile alınıyor, AB yurttaşları gerçek anlamda temsil edilmiyor. Parayı bastıran düdüğü çalıyor, kararlar çıkar gruplarının lehine alınırken Avrupa yurttaşının payına da “demokrasicilik oynamak” düşüyor. G erdincutku@binfikir.be MİLANO Gülüyorlar ama... Filipinler’deki Pasing kentinde askeri kamyonun içinde objektife gülümseyen üç çocuk tahliye merkezine yeni ulaşan felaket mağdurlarıydı. Sadece onlar değil yaklaşık 300 bin kişi ülkenin dağlık bölgesi Doğu Manila’yı enkaz haline getiren fırtınanın ardından barınma ve gıda ihtiyaçları için oluşturulan merkezlere yerleştirilmişti. Roberto Saviano’nun yaşama arzusu ASLI KAYABAL oberto Saviano Napoli mafyasını anlattığı “Gomorra” kitabıyla ünlendi. Ancak genç yaşta gelen bu ün 29 yaşındaki genç yazarı mutlu etmedi. Çünkü kitabın yayımlanması ve sinemaya uyarlanmasının ardından mafya Saviano’yu ölümle tehdit etmeye başladı. Yazar, korumalar eşliğinde, toplumsal ilişkilerden ırak yalnız bir hayat sürmeye mahkum edildi. Saviano yalnızlığından, bir sevgiliye duyduğu özlemden, arkadaşlarıyla sinemaya gidememekten, sosyal ilişikilerini sanal bir ortamda sürdürmeye mahkum edilmekten yakınıyor ve bu güç süreci aşabilmek için bir çıkış yolu arıyordu. Çözüm tiyatrodan geldi. Milano Piccolo Teatro Studio’nun teklifini değerlendiren Saviano, son kitabı “Güzellik ve Cehennem”i geçtiğimiz hafta Milano’da sahneledi. Tek kişilik bir oyunla sahne aldığı ilk oyunculuk denemesinde başarılı bir yazar olduğu kadar, yetenekli bir tiyatrocu olduğunu da kanıtladı. “Güzellik ve Cehennem”i İran’da öldürülen genç kızlar Neda R STUTTGART Breisach Katedrali dine inananların eseri AHMET ARPAD dam uzun mu uzun. İpince. Karalar giyinmiş. Yanındaki ufak tefek kadın da. Mihrabın loşluğunda durmuşlar, aralarında fısıldaşıyorlar. Adam eğilmiş, kamburu çıkmış, kadına bir şeyler söylüyor. Camları rengârenk pencerelerden giren güneş ışığı onlara arkadan vuruyor. Sonra ağır ağır yürüyorlar, kocaman sütunlar arasında geziniyorlar. Arada sırada susuyorlar, başlarını kaldırıp, tepelerindeki kubbeye, pencerelere bakıyorlar. İlginç bir çift. Katedralde başka insanlar da var. Sütunlar arasında süzülür gibi gezinen, köşelerde sessizce dua eden. Rahatlatıcı bir huzur her yerde. 16. yüzyılın bu dev yapısında değişik dönemler seçiliyor. Romantik ve Gotik yapı stili ağırlıklı. Büyük mihraptan kubbeye yükselen tahta oyma işçiliği beş yüz yıllık. Tanrı, Meryem Ana, İsa bir arada. Sütunları birbirine bağlayan taş işçiliği de eşsiz. Yukarılarda çalgı çalan melekler, fresklerde kıyamet günü, alevler, lanetlenmişler. Breisach katedrali insanın olağanüstü yaratıcılığının kanıtı, göreni etkisi altında bırakan eşsiz bir eser. Aynı anda bir turist grubu katedralden içeri giriyor. Amerikalı olacaklar. Giysiler renkli. Yaz sıcakları geride kalmasına karşın kimileri şortlu. Yüksek sesle konuşuyorlar, gülüşüp duruyorlar. Huzur verici o sessizlik bir anda bozuluyor. Önden yürüyen kadın A rehber bir şeyler anlatıyor. Pek azı onu dinliyor. Aceleci adımlarla bir köşeden bir köşeye gidiyorlar. Dün Paris, yarın Heidelberg, ertesi gün Münih, ardından Viyana. Bir haftada koştura koştura Avrupa turu! Karalar içindeki çift az sonra dışarda, büyük kapının yanında durmuş, katedralin taşlarını okşuyor. Adam yanımıza gelip, şöyle bir selam verdikten sonra soruyor: “Acaba Freiburg’a en çabuk nasıl gidebiliriz?” Tren istasyonuna giden yolu tarif ediyorum. Sonra birlikte yürürken anlatıyor. Annesiyle babasının doğduğu topraklara bu ilk gelişiydi. “Onlar Breisach’ı 1937’de çok ani terk etmişler” diye konuşuyor. Sesinde bir hüzün seziliyor. “Önce sınırın ötesindeki Colmar’a, oradan da İngiltere’ye kapağı atmışlar.” Naziler 1938’de sinagogu yakmış, ardından da yedi yüz yıldır bu kentte yaşayan tüm Yahudileri Güney Fransa’daki Gurs toplama kampına atmışlar. Adamla kız kardeşi İngiltere’de dünyaya gelmişti. Bakışları katedralin çifte kulelerinde: “Bu dev yapıyı gerçekten dine inanan insanlar yaratmış, ideologlar değil!” diye mırıldanıyor ve veda edip yokuş aşağı yürüyor, hafif öne eğik, yanında kız kardeşi. Biz durup doğayı içimize sindiriyoruz. Ötelerde tarlalar, daha ötelerde ormanlar, sisler ardında dağlar. Güz iniyor Karaormanlar’a, renkler başlamış değişmeye. Koyun sürüleri yamaçlarda girmiş otlara. Ren’in suları pırıl pırıl. Karşı kıyı Fransa, bu kıyı Almanya. İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız bombalarıyla tümüne yakını yıkılmış olan Breisach’ın şirin evleri on yıl gibi kısa bir sürede yenilenmiş. Başımızı çevirip arkamıza bakıyoruz. Dev katedral dört bin yıllık Breisach’ın tepesinde, toprak rengi ve beyaz evlerin üzerine çökmüş, her şeye hâkim. Yamaçlardan inen bağlarda kütükler üzüm dolu. Bahçelerde elmalar kızarmış. Mısır tarlaları göz alabildiğine. G www.ahmetarpad.de Soltani ve Taraneh Mussavi’ye adadı Saviano. Her iki genç İranlının özellikle Taraneh’in tecavüze uğrayarak öldürülmesinin İtalya’da mafyanın yakarak öldürdüğü Gelsomina Verde’yi hatırlattığını, Gelsomina’nın mafyaya erkek arkadaşının nerede saklandığını söylemediği için yakıldığını paylaştı izleyiciyle. Hem İranlı genç kızların hem de mafyaya sır vermeyen Gelsomina’nın yaşamak istedikleri için yaşamlarından olduklarını vurguladı. Milano’daki ilk oyunculuk deneyiminde gerçek bir Kalaşnikofla geldi seyircinin karşısına. Kalaşnikofun dünyada çok sayıda kişinin öldürülmesinde kullanıldığını, bombadan, tanktan daha çok tercih edildiğini, vebadan daha çok can aldığını anlattı. Saviano için tiyatro uğraşı şu aşamada onu sanal dünyadaki yalnızlığından kurtaran dışa açılan bir kapı. Çünkü herkes gibi hayatı doğal akışı içinde yaşamak istiyor... Ölümle tehdit edilse de, en büyük özlemi, sanal ortamın yalnızlığından sıyrılmak, başkalarıyla iletişim kurmak ve gözlerinin içine bakabilmek. G aslikayabal@hotmail.com MÜNİH Sokaklarda yaşanan öfkenin izdüşümü EROL ÖZKAN S onbahar olanca melankolisiyle her yerde ve her şeye neredeyse alenen el koydu... Münih ise hâlâ daha Oktoberfest sarhoşluğundan ayılamazken ekimin ilk günlerindeki yağmurlar ve kasvetli hava canımı sıkınca kaşla göz arasında bulduğum bir uçak biletiyle Ege kıyılarına uçuverdim... Haftalardır Almanya’da IMF ve Dünya Bankası’nın İstanbul toplantısı haber ve yorumlarından öylesine bunalıp kafamız şişmiştiki, gidip şu İstanbul’da İstiklal’de dolaşıp, Nevizade’nin ünlü meyhanesi Yorgo’nun İmroz’u ve köprü altından bir geçmeli dedim... Ardından doğum günümü bahane edip dostlarla‚ “kadeh tokuşturma geceleri” düzenleyip, değişik mekânları ve yaz sonunun keyfini çıkardım. Alaçatı’nın ışıklar içinde daracık rüzgârlı sokaklarında esrikleşip, Balıklıova’da bir çay içip oradan İda Dağı’na yollanıp şu anda çevrecilerin canını sıkan altın madencilerinin cirit attığı Kaz Dağları’na bir selam çakmaktı niyetim. Yaşam savunucularının heyecanlarını yaşamak için kuşkulu yangınların çıktığı alanlara bu kez gidemesem de yine bildiğim yerlerde dolaştım. Daha sonra İda cadısının duvarları tablolar, antika ayna ve eski kitaplarla dolu loş evinde şömineyi harlatıp Bach müziği eşliğinde karşılıklı şarap yuvarladık... Ve sonra Murat Narin ile zeytinliklerde dolaşıp, Hikmet Abi ile eski İda düşlerinden, aşklardan ve doğum günlerinin hüznünden söz ettik uzun uzun... Güre iskelesinde Belediye Başkanı Kamil Saka ile iki duble rakı içmenin güzelliği nasıl anlatılır... İda’nın eski sahibi olan bizleri tedirgin eden o ürpertici yangınlar Kaz Dağlıların en büyük derdi! Sonbaharın için için yaşandığı bu gergin günlerde yine İda cadısının deniz kenarındaki o gizemli evinde ocakta çıtırdayan kütüklerin ışıltısında gece yarılarına dek yarasaları konuştuk... Hani şu yapımı süren Havran barajının yok edeceği yarasaların önemini ve ancak zeytincilerin farkına vardıkları yarasaları... Sonra ertesi gün sabahın köründe İstanbul’da Taksim’de idim... Şu bütün dünyanın merakla izlediği IMF protestolarının yaşandığı saatlerde ben de İstiklal’de volta atıyordum... Sonra iki saat içinde ortalık biber gazına boğulup IMF protestocusu çocukların başına gelen o olayları bir bir yaşadım... Ve biber gazıyla ilk tanışma... Ve benim gibi bir yığın turist Taksim’deki kaostan bir an önce kurtulup havaalanına nasıl gidebiliriz telaşındaydı. Polis sirenleri, helikopter homurtuları ve polis taburlarının yerleştiği Taksim’i o gün görmek lazımdı. Sadece çektiğim karelerde kaldı her şey ve uçağı kaçırma telaşı içinde rüzgâr gibi havaalanına bir taksiyle yetişebildim... Gözlerimde biber gazının acısıyla İstanbul gerilerde kaldı... Ve kulaklarımda‚ “IMF defol bu memleket bizim” diye bağıranların sesleri... Münih’te uçaktan indiğimde bir rüya görmüş gibiydim... Ertesi sabah ise Alman gazetelerinin ilk sayfalarında manşetlerde yine biz vardık! Ve sokaklarda yaşanan öfkenin fotoğrafları... Ayrıca zamansız ölümler ise en büyük acımız. Gazetemizin yazıişleri müdürlerinden güzel insan Mehmet Sucu’nun acısı ise anlatılır gibi değil... İşte yaşadığımız şu gergin günlerde yaşamın ayrılmaz parçası ise sadece düşlerimiz mi olmalı? Ne dersiniz? İyi pazarlar... G erolozkan66@hotmail.com C M Y B C MY B