02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 7/2/08 16:35 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZAR SÖYLEŞİLERİ 10 ŞUBAT 2008 / SAYI 1142 Hey özgürlük!.. Ataol Behramoğlu azdıklarınızın yazacaklarınızın pek de bir işe yaramadığını gördüğünüzde, en iyisi diyorsunuz yine şiire dönelim, şiirden söz edelim, hiç değilse Pazar söyleşilerinde... Şiirin çünkü ne de olsa bir işe yarama iddiası yoktur… İşe yaramaz demiyorum, ama iddiası yoktur… Çarpım cetveli kesinliğiyle ortada duran gerçeği, haftalarca, aylarca, yıllarca da yazsanız, sayısız kez anlatsanız, gösterseniz, kanıtlasanız, değişen bir şey olmuyor. Tam tersine, bu kez, aralarında kendilerini her halde “ilerici” sayan akademisyenlerin de bulunduğu bir yazar, çizer, düşünür takımı çıkıyor karşınıza, gericiliği savunmak için… O zaman, en iyisi diyorsunuz, şiirden söz edelim yine… Dilimizin ucuna hangi nedenle gelip takıldıysa, şu “hey özgürlük” seslenişinden başlayalım… Sahi, nereden çıktı bu “hey özgürlük…” sözü, haykırışı, nakaratı? Nereden olacak, Paul Eluard’ın şiirinden… Seçkilerden birini açıp, altında Türkçeye çevirmenleri olarak Melih Cevdet Anday’la Orhan Veli Kanık’ın adlarının bulunduğu şiiri bir kez daha okumaya koyuluyorum… Okul defterlerime/Sırama ağaçlara/Kumlar karlar üstüne/Yazarım adını Bu ilk dizelerdeki “sıra”, “ağaç”, “kum”, “kar” sözcüklerinin adlandırdığı nesneleri, kavramları, şiirin devamında sayısız başkaları izliyor, üzerlerine “özgürlük” sözcüğünün yazıldığı: “okunmuş yapraklar”, “bembeyaz sayfalar”, “taş”, “kan, “kâğıt”, “kül”, “toprak”, “tüfek”, “orman”, “çöl”, “çın çın çocuk sesi”, “kralların tacı”, “günün ak ekmeği”…. Sayısız başka sözcük… Ama hepsi de somut, yaşamla ilgili… Çok yıllar önce okuduğumda, aklımda bir de şu dizeler yer etmişti: Obur köpekçiğime/Dimdik kulaklarına/Acemi pençesine/Yazarım adını Paul Eluard bu şiiriyle, işgal altındaki Fransa’da Fransız çocuklarına sesleniyordu… “Özgürlük” bu gün, bu konuda yazılmış şiirlerin en ön sıralarında yer alıyor… Yalınlığıyla, çocuksuluğuyla… Özgürlük çünkü, aslında, en temelde de böyle bir şeydir. Yalın ve çocuksu… Yaşama sevincinin ta kendisi… Yani, herhangi bir şeyin simgesi, dayatması filan değil… Şiirin Türkçeye çevirmenleri, Melih Cevdet Anday’la Orhan Veli Kanık aramızda olsalar, “türbana özgürlük” konusunda acaba ne derlerdi? Melih Cevdet Anday, kılıç gibi keskin olabilen kalemiyle, şu özgürlük savunucusu, türbancı akademisyenleri nasıl yerden yere çalardı, belli bir şey… Ya Orhan Veli? “Köpükler ki insanlarla zinaları ayıp değil” diyen şair? Herhalde onun kaleminden de zekâyla ve alayla ışıldayan yergiler dökülürdü bu baş bağlama özgürlükçüsü takıma karşı… Nereden nereye geldi Türkiye? Kadın erkek eşitliği, kadının erkek karşısında insan olarak var olma özgürlüğü, kadınlığını yaşama özgürlüğü derken; şimdi bütün bunlar kadının başını bağlama özgürlüğüne dönüştü… Türbana özgürlük olup çıktı… Eluard’ın şiirinin Türkçeye çevirisinin son dizeleri, bazı sözcüklerin daha da yeni Türkçesiyle şöyle: Bir tek sözün coşkusuyla/Dönüyorum yaşama/Senin için doğmuşum/Seni haykırmaya Özgürlük Yaşama sevinciyle, araştırma tutkusuyla, özgür birey olabilme coşkusuyla dolup taşması gereken bazı genç kızlarımız, şimdi sanki bir tek “türban” sözünün coşkusuyla, sanki var oluşlarının biricik nedeni, amacı, gerekçesi buymuşçasına, “türban” diye haykırmadalar… Arkalarında, yukarıda sözünü ettiğim destekçileri… Bu sahte özgürlük haykırışlarını, toplumun her alanında, bu türden, ileriye değil geriye “özgürlük” haykırışlarının izleyeceğinden kuşkumuz olmamalı… Ülkemizi çağdaş yapan ne kadar kurum, kavram, değer varsa, hepsine karşı olarak… Ne kadar mümkünse o kadar geriye gitme özgürlüğü… Çünkü özgürlük kavramı, ülkemizde, onun temellerini oluşturan yaşama sevincinden, çocuksuluktan, hayata bağlılıktan koparıldı… Geriye, karanlığa gidişin “simge”lerini savunma özgürlüğüne dönüştürüldü… O zaman sizin de içinizden ve ne yazık ki şöyle seslenmek gelmiyor mu? Hey özgürlük! Yoksa biz sana layık değil miyiz? [email protected] Beni anlıyor musun? ir psikiyatr, kendisine danışan bir çiftin, uzun bir suskunluk döneminin ardından yeniden iletişim kurabilmek umuduyla, birbirleriyle eşlerarası ilişkileri konu alan kitaplar değiş tokuş ettiklerinden söz ediyor. Her biri bu kitapları diğerine yönelik iletiler taşıyan satırların altını çizerek okuyordu. Bu bir çiftte iletişim belirsizliğini doğrulayan yeni bir kanıttır. Sorunlu çiftlerin çoğu kendisini sorunun odağına koymaktan kaçınır. Zorluklar üstüne konuşmak yerine onları görmezden gelirler, çünkü sözün kendilerini güçsüzleştirmesinden korkarlar. Böylesine kafasını kuma gömmek ters teper, çünkü yadsınan her şey bir gün eyleme dönüşerek ihanetler olarak üstlerine yıkılır ve besbelli bu daha vahimdir. Farklı biçimde diyalog kurmak gerekir. Eşler restoranda, hafta sonunda baş başa zaman geçirmeye vakit ayırsalar bile, çocuklar, ev gibi günlük söyleşilerin dışına çıkmakta yetersiz kalırlar. Oysa, bugün hayatın uzaması ve her birimizin tabi olduğu değişimler yüzünden, çifti ilgilendiren şeylere yaşamın her evresinde aynı ilgiyi gösteremiyoruz. Bir dönemde yaşamsal görünen şey, beş ya da on yıl sonra ikincil kalabiliyor. Bu değişimlerin sonuçlarını önceden görebilmek gerek, eşlerin birbirlerini yolda yitirmemesi ve birlikteliklerini kabalığa dökerek kopmamaları için... Tüm çatışma kapsamının dışında bir soluklanma zamanı geçirilmeli ve düzenli bir bilanço çıkarılmalıdır. Ne var ki bunun yapıcı olması, her bir eşin kendi düş kırıklıklarını dile getirmesine indirgenerek, kendi bakış açısını onaylatmaya çalışmasıyla ve diğerinin sözünü dikkate almaksızın aynı yaklaşım biçiminde inat etmesiyle sağlanamaz... Birlikteliği hakkında eşiyle konuşmak zor bir iştir. Bu, deyim yerindeyse, kendi kendini ensesinden tutup kaldırmaktır. Bu kendinden söz etmektir, ama yalnızca kendinden değil. Bu kendinden ve çifti oluşturan iki kişilik varlık içindeki kendinden de söz etmektir. Bu kesin kapsam içinde, olabilecek en iyi ve en kötü şeydir iletişim, çünkü hızla bir pingpong oyununa da dönüşebilir. Eşler teker teker monolog yapmaktayken diyalog yaptıklarını düşünebilirler. Dikkat edilmezse, hemen rol yapmaya sıvanabilir insan; burada sulugöz, saldırgan, öfkeli, hüzünlü, vb roller vardır. İnsan bunlara sıkışıp kalırsa, gerçek bir iletişimin yerleşmesi şansı yoktur. İletişim sakinlik içinde kurulmak zorundadır. Eşlerin karşılaştıkları zorlukları dile getirmelerine izin vermesi ve kendilerini uyarlayabilme yetilerini sınayıp, sorunlar karşısında yaratıcı olabilmelerini sağlayabilmesi için. Bir çift için üstüne gidilmesi en zor sorunlar, mahremiyeti ilgilendiren sorunlardır her zaman için. Cinsellik ve aşk yaşamı üzerinde nasıl diyalog kurmalı, beklentilerini nasıl söylemeli, sözcükleri nasıl bulmalı... Bu soruların yanıtları zordur, hele de kuşaklardır bu gibi şeylerden söz etmememizin tembihlendiğini düşünürsek... Cinsellik bir ilişkide yapıcı rol üstlenmelidir, sözel bir değiş tokuş olmalı, tekil olarak eşlerden birisi tarafından kuralları dayatılan bir eylem olmamalıdır. Kadınlar ile erkeklerin B Y Bir çiftin uyumu eşler arasındaki iletişimin kalitesiyle de ölçülür... Söylenenler kadar söylenme biçimi de önemlidir. Bunun için de kadın ve erkeğin sözü kullanma biçimlerindeki birbirlerini anlamakta zorluk çektikleri söylenir hep, kadınlar erkeklerin sessizliği seçmelerini kafalarına kakarlar hep, kadınların sözle bağlantı kurmaya susamış olduklarını biliriz... Kadınerkek konuşmalarının yanlış anlaşılmalarla döşeli olmasının nedeni, erkeklerin sözcükleri salt anlatmak için kullanmalarıdır, oysa kadınlar daha çok ses tonuna ve sözcüklere eşlik eden beden diline dikkat ederler. Onlar için, bir suskunluk ya da kaçırılan bir bakış bir cümle denli uzun şey anlatır; bu ayrıca kadınların neden erkeklerin kendilerine gösterdikleri ya da göstermedikleri ilgiye karşı fazlasıyla duyarlı olduklarını açıklar. Erkeklere gelince, onların az konuşmalarının nedeni, onların sözcüklere daha çok önem yüklemelerindendir. Her bir eşin ötekinin iletişimi kavrayış ve algılayış biçiminin bilincinde olması önemlidir. Partnerini gözlemlemek bu biçimi anlamak için iyi bir başlangıçtır. farklılıkları göz önünde bulundurmaları gerekir. Şimdi etrafınıza bir göz atın ve şu soruyu yanıtlayın: Modern çiftler iletişim bozukluğu mu yaşıyorlar? Kendinden söz etmek, kendi hakkında her şeyi anlatmak değildir elbet. Her durumda akıllıca olan iki ilke vardır: Birincisi cinsel geçmişinden söz etmemenin tercih edilir olduğudur. İkinci ilke, önemsiz gönül serüvenlerini dile getirmekten kaçınmaktır. İlişkilerden söz etmiyoruz. Tam tersine bunları konuşmak gerekir, yoksa ötekine karşı şiddet anlamına gelen organize bir yalan girer işin içine. Çift bugün tehlikede! Konuşulmayanların zoruyla ve söz ara yerde dolanmadığı için, eşleri bir diğerine göre kardeşlik konumuna sokan bir eşleşmeye dönüştü çift. Oysa, fazlasıyla kardeşlik olursa, artık cinsellik olmaz, çünkü cinsellik farklılıktan doğar ve farklılık kendisini dille dışa vurur. Çifti oluşturan eşlerin her biri kendini biricik hissetmek için yetiştirmeli ve bir söz bağı içinde, yani arzu bağı içinde kalmalıdırlar. Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY Sevgililer Günü... Aylin Kotil evgililer Günü yaklaşırken, tüketim sektörü son hızla reklamlarına devam ediyor. Sevgili, eş, hayat arkadaşı... Oysa onlar dışında hep yanımızda olan sevgiler de var. Anne, baba (yaşamasalar bile sevgileriyle beslendiğimiz), bazen akraba, arkadaş, dost, evlat... Uzun yıllar bizimle aynı yolda sadece asfalt yolda değil, çıkurlu yollarda da yürümüş, omuz vermiş insanlar. Hep yanımızda olan sevgilerde ortak noktanın, hayata bakış açılarımızın aynı olduğunu düşünüyorum. En azından benim için öyle. Uzun arkadaşlıklarımla ya da aileden görüştüklerimle hayat felsefem paralellik gösteriyor. Göstermeyenlerle de ister istemez paylaşımlar azalıyor. Seviyoruz onları da belki, ancak birlikte olmak için can atmıyoruz. Hayat bana onları olduğu gibi kabul etmeyi de öğretti, didişmemeyi, değiştirmeye uğraşmanın anlamsız olduğunu... S Belki de bizler çeşitlilik görelim diye, bizim sahnemizde oynaması gereken insan tipleri, onlar. İnsan ürün değil ki, herkes aynı fabrikadan çıkmış gibi davransın. O yüzden olanı, olduğu gibi kabul etmeyi öğrendim. Olanı düzeltmeye ayıracağım vakti, kendi eksiklerimi düzeltmeye ayırdım. Hayatın denklemi de bu noktada çözüldü benim için. Hayatla didişmektense, geleni olduğu gibi kabul edip, önemseme derecelerimi ayarladım farkında olarak ya da olmayarak. O zaman bir baktım ki, kızdıklarıma rollerini oynayan figürler gibi bakmışım. Kızdıklarım olmasa kötü ile iyi, doğru ile yanlış da şaşacakmış, anladım! Daha da önemlisi öğrenmek isteyene ders çokmuş, onu da kavradım. Sonra sevdiklerime baktım; küçük şeylerden mutlu oluyordu hemen hepsi. Benden beklentileri sohbet edip, hoşça vakit geçirmekti en fazla. Hesap kitap yapmıyorlardı pek. İlişkilerini yarın doğabilecek çıkar ağlarına göre şekillendirmiyorlardı. Bu sevgililer gününde onları tek tek aklımdan geçirdim. Hayatıma kattıkları tatlar için, içimden hepsine teşekkür ettim. Onlar olmasa sevdiklerimin kıymetini bilemeyecektim çünkü. Bu yüzden tüm sevdiklerime sıkı sıkı sarıldım. Hepinizin Sevgililer Günü kutlu olsun dedim... İyi pazarlar. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle