22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 3 17/5/07 16:06 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 20 MAYIS 2007 / SAYI 1104 3 Kadınlar ve geçen 20 yıl... “Bağır Herkes Duysun! Erkek Şiddeti Son Bulsun!” Kadınlar, bu sloganı ilk kez 17 Mayıs 1987’de Yoğurtçu Parkı’nda attılar. İlk kitlesel kadın eyleminin üstünden tam 20 yıl geçti. Bu sürede kadınlar yasaları değiştirttiler, kampanyalar düzenlediler, sığınma evleri açtırdılar, toplumsal duyarlılık oluşturdular... Yine de slogan hâlâ geçerliliğini koruyor. İşte, 20 yıldır bu mücadelenin içinde yer alan kadınların, Necla Akgökçe, Hülya Gülbahar, Canan Arın ve Nurperi Sancak’ın anlattıkları... Röportajlar: Esra Açıkgöz / Fotoğraflar: Hıdır Durman “Kadın karanlıkta yola çıkacak. Gün ışığının aldatıcılığına, yabancılaştırılığına kanmıyor artık” diyor kadınlar “Karanlıkta yola çıkmaya cesaret edebildiği için, ulaşmak istediği yere varabilme şansına sahip. Kadın sesler duyuyorum, ağır ve tutkulu henüz söylenmeye başlanmamış müthiş bir türkünün ilk mırıltılarını Duyuyor musun?” Bu, kadınların 20 yıl önce Yoğurtçu Parkı’nda başlattıkları “Dayağa Karşı Kadın Dayanışması” kampanyasında yazılan kolektif bir şiirin parçası. Kadınları, 20 yıl önce harekete geçiren, Çankırı’da Mustafa Durmuş adlı bir hâkimin, dayak yediği için boşanmak isteyen bir kadının talebini reddetmesi ve gerekçe olarak da, “Kadının sırtından sopayı, karnından sıpayı eksik etmeyeceksin” demesiydi. Kadınlar 17 Mayıs 1987’de Yoğurtçu Parkı’nda bir araya geldiler. Bu hem kadınların dayağa karşı ilk mitingi hem de 12 Eylül sonrasının ilk yasal gösterisiydi. 20 yıl sonra tekrar aynı parkta bir araya gelen kadınların diğer kadınlara bir de çağrıları var: Bugün, saat 12.0018.00 arasında Maçka Parkı’nda buluşalım. Aylin Aslım, Ayben, Ayşegül, Ayşe Tütüncü, Dalepe Nena, Fulya Özlem gibi sanatçıların katılacağı şenliği, Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı başta olmak üzere pek çok kadın kuruluşu düzenliyor. İşte 20 yıl önce “Bağır Herkes Duysun! Erkek Şiddeti Son Bulsun!” kampanyasıyla başlayan mücadeleye dair kadınların anlattıkları... NECLA AKGÖKÇE (Petrol İş Kadın Dergisi Genel Yayın Yönetmeni) Feminist hareket içinde daha çok “kitle” olarak yer aldım. Almanya’da feminizmle teorik açıdan ilgilenmeye başladım. Döndüğümde feminizm Türkiye’de de yavaş yavaş sesini duyurmaya başlamıştı, ancak bu kadınların nerede olduklarını bilmiyordum. Ta kii dayağa karşı yapılan yürüyüşe kadar... Bu eylemle aileyi sorgulamaya başladık. Ailenin bize söylendiği gibi mutlu yuva, kutsal bir yer olmadığını, orada kadınların dayak yediğini ve bunun orada kapalı kaldığını gösterdik. Bu Türkiye gibi ailenin temel yapı taşlarından biri olarak alındığı bir toplumda, o topluma bodoslama dalmaktı. Ancak son zamanlarda artan dini muhafazakârlıkla evlilik, aile tekrar ciddi biçimde kutsanmaya başlandı. Kadının yerinin evi olduğu şeklinde görüşler sık sık ifade ediliyor. Bunun maddi temeli de var. Küresel kapitalizmin esnek üretim şartları kadınlara, yarım zamanlı ve ev eksenli çalışmayı, geçici işleri, taşerona bağlı çalışmayı dayatıyor. Tam zamanlı çalıştıklarında ise işgücü piyasalarının cinsiyetçi yapısı dolayısıyla 20 yıl önce yaptığımız eylemden bugüne baktığımda, artık “kol kırılır, yen içinde kalır” mantığının silindiğini, televizyonlardaki uyduruk kadın programlarında bile kadınların açıkça dayak yediklerini söyleyebildiklerini görüyorum. Kadınlar cesaretlendiler. Erkekler de bağırlarını aça aça karılarını dövdüklerini söyleyemiyorlar artık. Yine de iktidar, şiddeti ortadan kaldırmaya ya da kadınların acısını hafifletmeye yönelik çok fazla şey yapmıyor. Şiddete karşı mücadeleyi toplumsal bir mücadele olarak göremiyorum. Döven erkekler, dayak yiyen kadınlarsa ve erkekler bunu egemenliklerini sürdürme aracı olarak görüyorlarsa, onların ikna edilmesi ya da eğitilmesi ile şiddeti ortadan kaldıramazsınız. Kendini şiddetten arındırmak isteyen erkekler, istiyorlarsa yapsınlar bir şeyler. Ama aile içi şiddete ya da erkek şiddetine karşı mücadele kadınlara ait feminist bir meseledir, çözümü erkeklere ya da belirsiz öznelere bırakılamaz. O nedenle feminist kadınların yönettiği sığınaklar, o nedenle feminist dayanışma... düşük ücret alıyorlar. Bu şartlar onları ev içlerine itiyor. Evlerin sıcak aile yuvaları olmadığını, kadınların zindanı olduğunu biz çok iyi biliyoruz. HÜLYA GÜLBAHAR (Avukat) 20 yıl önce başlayan bu kampanya, kadına yönelik şiddetin ne olduğunu anlatmasının dışında, politik olarak kadın hareketinin önünü de açtı. Bu, erkek düşünce biçiminden tamamen bağımsız ilk kitlesel eylemimizdi. Kadınlar, kendilerinin erkeklerden ayrı bir dertleri olduğunu ve bu sorunu kendi dilleri, sloganları ve birbirleriyle dayanışarak çözmeleri gerektiğini gördüler. Bu 20 yılda, milyonlarca kadın şiddetin dayaktan ibaret olmadığını, kadınların sistematik olarak psikolojik, fiziksel, cinsel ve ekonomik şiddete maruz kaldıklarını anladı. Namus kavramının da bir şiddet biçimi olarak hayatlarımızı kontrol altında tutmak için kullanılan bir mekanizma olduğu ortaya çıktı. “Şiddet kadınların aile içinde yaşadığı, özel hayata ait bir sorundur” mantığından, onlarca yasa değişikliği yaptırarak “Şiddet bir insanlık suçudur, toplumsal nedenlerden kaynaklanmaktadır ve toplumsal çözüm aranmalıdır” söylemlerine geçilmesini sağladık. Mor Çatı sığınağında kalan kadınların yüzde 60’ı evine dönmeyip, kendine yeni bir hayat kurdu. Yüzde 16’sı evine döndü, ancak şiddeti doldurulduğu, bazı uzmanların onlara akıl verdiği yerler değil. Bu kabullenmelere rağmen, kadınlar dışında siyasi partilerin, devlet mekanizmalarının henüz kadına yönelik şiddet konusunda kararlı bir karşı duruş içinde olduğuna inanmıyoruz. Şu anda kadın hareketinin gücünden, baskısından çekindikleri için “mış gibi” yapıyorlar. Kadınların siyasi temsilsizliği, devlet ve bütün bir toplum tarafından kadınlara uygulanan siyasal şiddettir. Kadınların mecliste 4.4 temsil edilmesi, aslında temsil edilmemek demek... Bir cinsin siyasal olarak temsil edilmediği bir sisteme demokrasi diyemeyiz. Erkek egemenliği için iki önemli kavram var; Para ve koltuk. İkisini de vermeyecekler. Ancak kadın hareketi Türkiye’nin her tarafında öyle bir noktaya geldi ki, önümüzdeki 20 yılda bu “mış gibi”leri gerçekten yaptıracağız. Bu 20 yılda, bir kadın olarak karşılaştığım ve karşılayacağım sorunları, aynı sorunu yaşadığım kadınlarla beraber olursam çözebileceğimi gördüm. Mücadele ettikçe, çözüme yaklaştıkça bunun bir insanın hayatı için ne kadar anlamlı olduğunu fark ediyorum. sonlandırdı. Burada nasıl bir sığınak sorusu da önemli. Feminist sığınak, kadınların kendi kendilerini fark edip, birbiriyle paylaşıp, şiddetin bütün mekanizmaları ile yüzleşmelerini sağlayan bir yaşama alanı demek. Kadınların CANAN ARIN ( Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı Avukatı) Dünden bugüne değişimler, elde edilen başarılar oldu. Birçoğu AB’ye mal edilmeye çalışıyor, ancak bunlar Türkiye’deki kadın hareketinin başarısı. 4320 sayılı yasayı çıkardık, medeni kanunu, ceza kanununu değiştirdik, Belediyeler Kanunu’na 50 bin nüfuslu yerlere bir sığınak açma zorunluluğunu koydurduk. Ancak daha gidilecek çok yol var. Çünkü kadına yönelik şiddet güç dengesizliği meselesi ve o eşitlik sağlanmadıkça bu şiddet bitmeyecektir. O eşitliğin sağlanması için de siyasi irade gerekiyor. Hükümetin çıkardığı genelgeler, sadece göstermelik. Eğer bunu gerçekten yapmak istiyorlarsa, siyasi partiler kanununu değiştirerek, en azından mecliste erkek kadın eşitsizliğini sağlarlar. Bu eşitliğin, meclise girecek kadınlara bağlı olarak bazı şeyleri değiştireceğini düşünüyorum. Bugün mecliste gerçekten iyi kadınlar var, Gaye Erbatur gibi. Ben kadın ve erkeklerin eşit olduğu illüzyonu ile büyüdüm. İlk feminist toplantılarla, eşit olmadığımı keşfettim. Hiçbir kadının erkek şiddetine karşı dokunulmaz olmadığını gördüm. Türkiye’de bir kadın başbakan oldu, evinin duvarları arasında havuza girdiğinde mayolu fotoğraflarını çekmeyi bir gazetecilik başarısı olarak sundular. Bu da kadına yönelik bir şiddetti. Bizden sonra gelecek kuşaklara çok iş düşüyor... Yasalardaki, aşiret oylarının uğruna namus cinayetlerini hoş gören ifadeler kalkmalı, bunlar namus cinayetleri olarak değiştirilmeli. Ve tabii zihniyet değişmeli. NURPERİ SANCAK (Avukat, çiftçi) Ayrımcılıkla ilgili bir sözleşme imzalanınca, onun hayata geçirilmesi için 1987’de Ayrımcılığa Karşı Kadın Derneği’ni kurduk. Kadınların buluşma, tartışma mekânı oldu. Bunların içinden bir kampanya oluştu: Dayağa Karşı Kadın Dayanışması. Dün gibi hatırlıyorum, ama 20 yıl olmuş... Üç bin kadın her yerden koşup geldik, “Dayak istemiyoruz” diye bağırdık. Kampanya sürdü, Mor Çatı kuruldu, yasaları değiştirttik, sığınaklar açtık, Türkiye’nin her yerindeki kadınlarla dayanışma gösterdik, örgütlendik. 20 yıl insan ömrünün yarısı... 83’te yeni bir avukattım. Kız çocuk olmam ya da bazı duyarlılıklar nedeniyle meslek hayatımda da her zaman kadınlar önceliğim oldu. Bugün, bu mücadeleden çok şey öğrendik. Öğrenmekle de kalmadık, sorguladık. Bunlar hayatımızı da etkiledi. İki çocuğumun yaşamı Mor Çatı'dan bağımsız değildir. Biliyorum ki, bir şeyler değişecekse kadınlarla birlikte değişecek. Şu geldiğimiz süreçte politikanın yapılamaması bile erkek dili ve söyleminden kaynaklı. Kadınların gücüne inanıyorum, tabii kendi gücümle beraber. “Şiddete hayır!” dediğimiz anda az bir şey söylemiş gibi görünsek de, binlerce şey söylüyoruz aslında… Bu, her şeye dokunan bir konu. Evin içindeki şiddeti sadece yasalarla çözemiyoruz. Yasaları uygulayanların da çoğu erkek, onlara bu yasaları anlatmak gerekiyor, hâkimlere, savcılara, avukatlara, karakoldakilere… Şimdi de, ev kadınlarının emeklerinin karşılığını almaları için kampanyalar yapacağız. İşimiz hiç bitmeyecek. Çünkü dünya kadınların emeğiyle dönüyor, ancak bu görünmez bir emek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle