Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 8 11/10/07 15:34 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 14 EKİM 2007 / SAYI 1125 Eve arkadaş getirmek yasak Okullar açıldı, yurtlara yerleşildi. Bağımsızlığını ilan edenler ise ev peşine düştü. “Öğrenciye ve bekâra ev verilmez”in en yaygın slogan olduğundan bihaber üç genç kız, emlakçıları dolaşmaya başladı, ya kiralar yüksek geldi, ya ev sahiplerinin beklentileri… Uzun saçlıya ev yok, ev olsa arkadaş getirmek yasak, ayrıca röntgenci komşular huzur vermeyecek… İşte yorucu deneyimden geriye kalanlar… Nihan Yığın Üç arkadaş Beşiktaş’ta buluşuyoruz ve hiç vakit kaybetmeden gördüğümüz ilk emlakçiye giriyoruz. Daha biz derdimizi anlatmaya başlamadan “Öğrencisiniz” diyor, “Ev arıyorsunuz”. Baş sallıyoruz, ev için düşündüğümüz fiyatı soruyor, “1000 YTL” diyoruz. Biraz düşündükten sonra bizi başka bir emlakçi arkadaşına gönderiyor, ayrılmadan önce de eve çıktığımızda nelere dikkat etmemiz konusunda uyarıyor: “Alt kattaki ve üst kattaki komşularınıza dikkat edin. Eve geç gelirler, yanlışlıkla sizin kapınızı çalarlar”. Emlakçının söyledikleri bize yabancı değil, üstelik daha fazla bilgimiz var, daha önce bu işe kalkışmış olan arkadaşlarımızın anlattıkları hâlâ kulaklarımızda: “Biz evi üç arkadaş tuttuk. Bir gün eve arkadaşımızı getirdik, o gece bizde kaldı. Ertesi gün kapı çaldı, gelen ev sahibiydi: ‘Artık dört kişi kalıyorsunuz. Ben de kirayı arttıracağım’ dedi, çoğaldığımız için kişi başına düşen kira miktarı azalacağından kirayı daha rahat ödeyebileceğimizi söyledi. Şaşkınlıkla durumu izah etmeye, arkadaşımızın kalıcı olmadığını anlatmaya çalıştık.” Fotoğraf: Meryem Agan İkinci emlakçinin elinde bize gösterebileceği üç dört ev var, istersek hemen bakabileceğimizi söylüyor. Fiyatı soruyoruz... Beşiktaş’ta bakıma ihtiyacı olmayan, temiz bir evin kirası 1000 YTL’den başlıyor, depozit ve komisyon da cabası. Emlakçi, komisyonu ev sahibinden değil, sizden alıyor. Üç aylık kira peşin, bir aylık kira kadar depozit ve emlakçinin aldığı komisyonla masraf daha başlangıçta 5000 YTL’yi buluyor. Sıra evleri görmekte, emlakçi önde biz arkada ev gezmeye gidiyoruz. İlk evimizin kirası 1100 YTL, ama odalar sığamayacağımız kadar küçük. Emlakçi nasıl buldunuz der gibi bize bakıyor, beğenmediğimizi söylüyoruz. “Maçka’da temiz bir daire var, şimdi de oraya gidelim” diyor. Beşiktaş’ın ilk kez gördüğümüz yokuşlarından ine çıka Maçka’ya ulaşıyoruz. Daire giriş katı, küçük mü küçük, kirası ise 1100 YTL. İşe yeni başlayan bir ilköğretim öğretmeninin maaşının 750 YTL olduğunu düşünüyoruz, ister istemez... Kiraların pahalılığını görünce henüz iki daire gezmiş olmamıza rağmen ümidimizi kaybetmeye başlıyoruz, ama öyle kolay pes etmeyeceğiz. Aynı sokakta başka bir daireye giriyoruz. Daireyi beğeniyoruz beğenmesine ama bu sefer de ev sahibinin kurallarıyla karşılaşıyoruz: “Dairelerde aileler yaşadığından, eve erkek getirmek, sürekli arkadaş getirmek yasak. Evi kaç kişi tutmuşsa sadece onlar oturacak, misafirmiş, bir hafta on gün kalacakmış, yok”… Moralimiz daha da bozuluyor, ama emlakçi konuşmasını kesmiyor: “Ev sahibi evini yeni evli çiftlere ya da kız öğrencilere vermek istiyor. Ev sahipleri erkek öğrencileri ve çocuklu aileleri fazla tercih etmiyorlar, çünkü onlar evi temiz kullanmıyor.” SİZ BEĞENMEDİNİZ, AMA... Biz bunları da duymuştuk aslında, ev sahiplerinden daha belalı komşular olduğunu da: “Eve geç geldiğimizde ‘neredesiniz, neden geç geldiniz’ diyorlar. Ses duydukları zaman kapıyı aralayıp gözetliyorlar. Artık arkadaşlarımızı gizlice sokuyoruz eve. Hele de evi tutan uzun saçlı bir erkekse, komşular istemedikleri için ev sahibine ‘uzun saçlıya ev mi verilir’ diye çıkışıyorlar.” Şansımızı bir de Yıldız’da denemek için yola koyuluyoruz. Girdiğimiz emlakçi “Hemen üst sokakta 900 YTL’ye bir daire var. Orayı göstereyim size” diyor, düşüyoruz peşine. Daire çok küçük ve bakımsız. Mutfağa değil buzdolabı, ocağın bile sığması mümkün değil. Odalardan biri apartman boşluğuna bakıyor ve camı da yok denecek kadar küçük. Bir an emlakçiyle göz göze geliyoruz. “Siz beğenmediniz ama” diyor, “emin olun kalmaz burası, mutlaka tutulur, çünkü öğrenciler mecbur kalıyor. Buradan iyi yerler daha pahalı.” Emlakçinin söyledikleri kafamızı karıştırıyor. Üstelik düşünmemiz gerekenler bu kadarla sınırlı değil, çünkü ev tutmakla sorun bitmiyor, birlikte yaşayacağımız arkadaşlarla anlaşıp anlaşamayacağımız da başka bir sorun. Birbirlerini iyice tanımadan aynı evde yaşamaya karar veren öğrenciler arasında büyük anlaşmazlıklar yaşanabiliyor. Eh, elbette bu konuda da bir şeyler biliyoruz, yaşayanlar susmuyor ki: “Yeni tanıştığım iki arkadaşımla bir daire tuttuk. Başlangıçta her şey normaldi. Arkadaşlarımdan biri zamanla ev kurallarına uymamaya başladı. Eve çok sık misafir getiriyordu. Hatta durumu öyle abartmıştı ki erkek arkadaşı evin dördüncü üyesi haline gelmişti…” Peki, biz ne yapacağız şimdi, ne istediğimiz gibi ev, ne ev sahibi, ne komşu var… En iyi galiba yine yurt… Evet, birileri deneyimlerini anlatmaya başladı yine... Anlaşılan öğrenci olmak da zor zanaat... Hoşgörünün bittiği yer... Aylin Kotil H oşgörülü davranmak salaklık mıdır? Mesela çocuğunuzun hatırı için eski eşinizin hatalarına rağmen onunla görüşmek. Ancak onun bunu üstüne alındığını görüp hoşgörüyle devam etmek. Ya da PKK’ye terör örgütü diyemeyenlerin Meclis’te olup nemalandıklarını bilmek ve hoşgörüyü korumaya devam etmek. Arkadaşınızın sürekli fedakârlık yaptığını görmezden gelip hep daha fazla istediğine tanık olmak ve fedakârlığa devam etmek… Sözün bittiği yere ya da hoşgörünün bittiği yere gelindiğinde salak yerine konan mı kaybeder salak yerine koyan mı? Hoşgörünün bittiği yerde gelinen nokta çok acıdır. Çünkü o noktada artık hoşgörülü davranmanın kredisi bittiği gibi eksi yazmaya da başlar. Bazen limitler öyle bir biter ki o güne kadar verdiklerinizi geri almakla beraber karşınızdakine zarar vermek bile isteyebilirsiniz. Sürekli salak yerine konmak insanda bir gün gelir böyle bir duygu uyandırır. Karşınızdaki sizin hoşgörünüzün hiç bitmeyeceğini düşünerek en büyük hatayı yapar ve pervasızca hareket etmeye devam eder. Siz ise aslında insanlık yapıyordum hatta belki insanlık dersi veriyordum diye açıklama yapma gereğini bile artık duymazsınız. Çünkü içiniz rahattır. Üzerinize düşeni fazlasıyla yapmış olmanın verdiği rahatlıkla hak arama noktasına gidersiniz. Karşınızdaki bu noktaya ne zaman geldiğinizi anlamadan kendi haklarını yitirmiş olduğunu canı acıyarak fark eder. Bu yüzden hoşgörülü davranmak salaklık değildir. Bu davranışı anlayamayanlar zavallıdır. Bunun son buruk bayramımız olduğunu temenni ederek… aylin@kotilsarigul.com