Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 2 4/1/07 14:28 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 7 OCAK 2007 / SAYI 1085 Vasiyetiniz var mı? Behiç Aşçı, bugün ölüm orucundaki 278. gününde. Tek isteği var: Cezaevlerinde insanca yaşama hakkı. Bu isteğini, Ayşe Düzkan’ın yazdığı “Behiç Aşçı Kitabı”nda da sık sık dile getirdi. Özel hayatı da var kitapta, kedisi de. Tabii ölüme yatma nedeni de. İsteğin muhatabı, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ise hâlâ aldırışsız... Başak Günsever azeteci Yazar Ayşe Düzkan’la “Behiç Aşçı Kitabı”nı yazması vesilesiyle buluştuk, konuştuk. Düzkan, röportaj boyunca Behiç’i anlattı, sorularımızı da Behiç’in kitapta da yer alan anlattıklarına başvurarak yanıtladı. Peki, Behiç Aşçı’nın ölmesine göz yumulacak mı? TBMM’de çözüm yanlılarıyla Aşçı’yı terörist olarak tanımlayanlar çarpışıyor, kamuoyu geç de olsa eylemi görüyor, anlıyor, ama zaman da ilerliyor... Düzkan’a işte tüm bunları sorduk, ne olduğunu ve olabileceğini... Yanıtı ilerleyen zamanda alacağız, şimdi Düzkan’la yaptığımız söyleşiye buyurun, olayların öncesine, sonrasına bakalım birlikte... Neden ve ne kadar sürede bu kitabı yazdınız? Behiç Aşçı’yla ilk kez Sabah gazetesi için bir haber yaparken tanıştım. Bence avukat olduğu için bir insanın ölmesinin önemsenmesi, insanlık adına bir rezalet. Çünkü daha önce bir sürü insan ölüm orucuna girdi; öğrenciler, evlere temizliğe giden kadınlar, ev kadınları… Anlıyoruz ki insan canının sınıfsal bir yapısı var, bütün insanların canı bir değil ve onların ölmesi o kadar önemli değil. Ancak bir avukat, prestijli bir meslekten birisi ölüm orucu yaptığında daha kıymet kazanıyor. G Fotoğraf: Hilal Köse Üstte Behiç Aşçı, solda Ayşe Düzkan. Fotoğraf: Gökhan Arıkan Daha çarpıcı bir eylem de yapabilir sonuçta insan kendi bedeniyle… O tartışılabilir bir şey tabii. Ayrıca iki temel mesele var burada, biri hakikaten ölümü göze almak. Bunu yapmadan dünyada hiçbir şey değişmemiş. Tarihi kitleler yaratır bence ama, imzayı ölümü göze alanlar atar. Meclis Başkanı Bülent Arınç, Behiç Aşçı’nın ailesiyle görüştü. Aşçı’ya “Bitirsin ölüm orucunu” çağrısı yaparak, “Eğer bitirirse bir heyet marifetiyle sürdüreceğiz çabamızı” dedi. Bu ne anlama geliyor sizce Behiç Aşçı için? O heyet oluştuğu zaman ciddiye alabileceğini düşünüyorum. Ölürse eğer, Behiç Aşçı ölüm orucunda ölen 123. kişi olacak. Bunların hepsi ölüm orucunda ölmedi. 30’u cezaevi operasyonunda yandı, ama bu sürecin garantisi şu anda Behiç Aşçı’nın ölüm orucunu yürütmesi. Bu sürecin başlamasının sebebi oydu çünkü. Avrupa’da nasıl F tipi? Görüşüyorlar, ama hücre. Yine de koşullar bu kadar ağır değil. İlk RAF’çılara (Kızıl Ordu Fraksiyonu) uygulanmış bu sistem. ğil benim için”. Tabii en zoru vasiyetini sormak oldu. Elim ayağıma dolandı resmen… Yani ölme ihtimali olan birine “vasiyetiniz var mı” demek… Behiç Aşçı ölürse ne olur sizce? Ölürse dünya çapında bir kahraman olur! Dünya çapında bir solcu kahraman olur. Maalesef kimsenin vicdanına pek güvenemiyoruz, ancak ondan bir kahraman yaratmaktan korkulacağına güvenebiliriz! Behiç Aşçı da kitapta “Adalet Bakanı kapısının önünde bir avukat cenazesi istemez” demiş… O öyle diyor, çünkü tevazu sahibi bir adam. Umarım yaşar… Kitabınızın imza gününü Behiç Aşçı’nın evinde yaptınız. Nasıl geçti? Kitap ilk çıktığında yapacaktık aslında, ama birtakım kurumlara baskınlar yapılmaya başlandı. Aşçı’nın evine de operasyon yapılacak diye bir rivayet vardı. O yüzden o süreçte kalabalık olsun istemedik. Sonra o istedi “bu hafta yapalım” diye, yaptık. Hem de o bir açıklama yapmış oldu. Bir sürü insan geldi, çok kalabalıktı. Şair yazar Tarık Günersel geldi mesela. Hiç tanımadığım onlarca insan vardı… İyiydi yani… Kedisi var bir de; Haydut… Evet, çok seviyor Haydut’u, ama artık odasına girmiyor. Mikrop alma durumu olduğu için. Hiç ağladınız mı? Çıkıp ağladığım çok oldu, ama orada hiç ağlamadım. Talebi karşılandığı takdirde, ölüm orucunu bitirince ne yapacak? Çok uzun bir tedavi var. Avukatlığa devam eder mi, bilmiyorum. TARİHİ KİTLELER YARATIR... Ölüm orucunda olan biriyle uzun boylu konuşmak, iki taraf için de zorlayıcı olmuştur, diye düşünüyorum... Her gün yarım saat görüşülebiliyordu. 1520 günde kitabı tamamladık. O ara hastalandı. Korktum da açıkçası. Çok erkendi. 200 günden önce kimseyi kaybetmemiştik, bugüne kadar. Peki Behiç Aşçı, ölüm orucunu bırakmak için ne istiyor? F tipleri kapatılsın demiyor, başından beri öyle demedi. Bu konuda çok spekülasyon var. Tabii ben sözcüsü değilim, kitapta da bu yazıyor. Bu konuda bakanlık bir öneri getirsin diyor. Cemil Çiçek belli ki bakan olarak bir “terörist!”le konuşmak istemiyor. Cemil Çiçek, “Açalım o zaman cezaevlerini” dedi… Kimse cezaevlerinin anahtarını istemiyor. “Üç kapı üç kilit” de cezaevlerinin anahtarını istemek değil. Sen zaten inşa etmişsin öyle bir mimari. Orada dokuz kişi birbiriyle görüşürse ne olacak? Zaten dokuz kişi bir araya gelip yıkabiliyorsa bu devleti, bir düşünelim bu işi. Biz niye o kadar savunmaya, güvenliğe vergi harcıyoruz? Bunlar doğru şeyler değil. Zaten açıklama yapmaktansa “Örgüt insanları öldürüyor” dedi sadece! Bunu Cemil Çiçek’in ağzından duymak şaşırtıcı değil! Böyle diyen solcular da var. F tipi diyorsun, tecrit diyorsun, ölüm orucunu tartışmak lazım gibi bir şeyler söylüyorlar. Hep ölüm orucunu bir yöntem olarak tartışmaya çalışıyorlar. Siyasal örgüt yapısı, Cemil Çiçek’in ki de dahil olmak üzere başta hatta tabii ki bazı kısıtlamalar getiren bir şeydir insana. Sadece siyasal örgütlerde değil, iş hayatında da insanlar bir sürü talimata itaat ediyor. Bunu bu kadar acayip bir şey olarak görmek tuhaf. Ama ölüm orucu yaptırılmaz kimseye. Yani böyle bir şey mümkün değil. Onları da anlatıyor Behiç. ÖLÜRSE, KAHRAMAN OLUR! Türk sanat müziği dinliyormuş Behiç Aşçı… Evet ben de çok şaşırdım. Tolga fark etmiş. (Fotoğrafçı arkadaşı) Özellikle solcu insanlara karşı çok ağır önyargılar var toplumda. Bu kitap onu da kıracak belki biraz. Özel hayatıyla ilgili sorular yöneltmişsiniz. Zor oldu mu? Evet. Başlarken demiştim ki size bazı sorular soracağım. Bunlara özel hayatıyla ilgili sorulara bana sorsalar cevap vermem dedim, “Yok” dedi, “istediğinizi sorun, hiç önemli de Savaştan on yıl sonra Saraybosna... li Arif Ersen, “Tres Americas”tan sonra yine Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde gerçekleşecek olan Sarejova Sergisi’yle karşımızda.11 Ocak’ta açılacak sergide, Sarejova yani Saraybosna, savaşın siyahbeyaz izleriyle, on yıl sonra tekrar gözler önüne seriliyor. A Ali Arif Ersen’in Sarejevo sergisinin tümü siyah beyaz fotoğraflardan oluşuyor. Fotoğraf karelerinde herhangi bir canlı öğeye neredeyse rastlanmıyor, karelere tamamen bir dinginlik hâkim. Bölgede yaşanan trajedi ve bu trajedinin ardındaki huzursuzluk ve tedirginlik her fotoğraf karesinde kendini hissettiriyor. Reha Arcan Ali Arif Ersen’in fotoğraflarını, “fotoğraflara baktığınızda seçilmiş ve sunulmuş andan öte ilk anda anlaşılmayan, dikkat ettiğinizde çarpan bir katman silsilesi ile karşı karşıya gelirsiniz, bunlar grafik olarak güçlü, duygu olarak kuvvetlidir. Sanatçı somut objelerle soyut ve tuhaf hisleri uyarmayı başarmıştır. Bununla birlikte fotoğraflara çekim hali dışında bir müdahale söz konusu değildir. Her şey o kısa anda halledilmiştir. En çarpıcı olan bunun net ve bu kadar çabuk olmasıdır” diye yorumluyor. Ali Arif Ersen’in fotoğrafları on yıl önceki Saraybosna’yı anlatıyor... Görülüyor ki savaşın yüzü hiç eskimiyor, aynı keder, aynı yenilgi... Savaşların galipleri kimin umurunda ki?.. Ali Arif Ersen 1958 yılında İstanbul’da doğdu. 1978’de Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin Resim ve Gravür atölyelerinden mezun oldu. Resim ve fotoğraf çalışmalarını, bu iki sanat dalının tekniklerinin karışımından elde ettiği biçem anlayışıyla ortaya koydu. Zamanla çalışmalarını fotoğraf üzerine yoğunlaştıran sanatçı, 2001 yılında ABD izlenimlerini “Fotografi USA” adıyla kitaplaştırdı. 2002 yılında Yapı Kredi Yayınları’nın “İzdüşümler/Düş İzleri” serisi kapsamında, Tomris Uyar’ın son kitabı olan “Güzel Yazı Defteri” adlı uzun öyküsünün resimlerini hazırladı. Daha sonra Latin Amerika kent izlenimlerini “Fotografi Havana” (2003) ve “Fotografi Buenos Aires” (2004) kitaplarıyla ortaya koydu, 2004’te de Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde “Tres Americas” fotoğraf sergisini düzenledi ve sergi kitabı yayımlandı. Sergi 10 Şubat’a kadar Milli Reasürans Sanat Galerisi’nde izlenebilir. (0212 2301976)