02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 10 4/1/07 14:42 Page 1 PAZAR EKİ 10 CMYK 10 ALIŞVERİŞ Obezite artık makinelerle ölçülüyor Gizli bir obez misiniz? Yağkas dengeniz olması gerektiği gibi mi? Vücudunuz tehlike sinyalleri mi veriyor? Bu soruların cevabını bir baskül boyutundaki Japon icadı Tanita veriyor.Tanita, vücuda düşük düzeyde elektrik akımı vererek vücut kitle analizi yöntemiyle vücut kompozisyonunu belirlemeye yardımcı oluyor. Tanita ile vücut yağ oranını, kemik ve kas ağırlığı, sıvı oranı, bazal metabolizma hızı, iç organlar çevresi yağlanma oranı, vücut yaşı ve fiziksel yapı durumunuz ile ilgili bilgilerinizi öğrenebilirsiniz. 7 OCAK 2007 / SAYI 1085 İyi, temiz ve adil... Aylin Öney Tan talya merkezli uluslararası Slow Food hareketinin kurucusu ve yöneticisi Carlo Petrini Türkiye’de. Yavaş, temkinli ancak kararlı ilerleyen “Salyangoz”u kendine sembol olarak seçen hareket, İngilizce “Slow/Yavaş” ve “Food/Yemek, Yiyecek” kelimelerinin birleşmesinden Fast food kültürüne nazire olarak kuruldu. Slow Food sanıldığı gibi ağır ağır pişirilmiş bir yemeği, tadına vara vara, ağır ağır yemek ile ilgili “zevk” odaklı bir akım değil. Sadece uluslar ötesi endüstriyel Fast Food zincirlerine karşı olmaktan ibaret de değil. Elbette amaçları arasında giderek hızlanan hayatı normal ritmine döndürerek yavaşlatmak da var. Tat zevkini aynılaştıran, yerel lezzetlerin yok olmasına yol açan çokuluslu şirketlerin “Hızlı Yemek” zincirlerleriyle mücadele etmek, çocukları tat ve gıda konusunda bilinçlendirmek de hareketin başlıca hedefi. Ancak bu uluslararası sivil toplum hareketi giderek bunların da ötesinde bir misyon yükleniyor. Slow Food her şeyden önce ciddi anlamda bir “insan hakları” hareketi. Sadece doymak değil lezzet almanın da bir insan hakkı olduğunu savunan Petrini son kitabı “Buono, Pulito e Giustoİyi, Temiz ve Adil”de yiyeceklerin iyi, lezzetli ve kaliteli olması kadar temiz ve adil olması gerektiğini de vurguluyor. Tabağımızda yer verdiğimiz her yiyeceğin sadece “iyi”, yani lezzetli ve kaliteli olmasına İtalya’da başlayan, kısa sürede dünyayı İ saran bir hareket Slow Food. Sadece doymanın değil, lezzet almanın da bir insan hakkı olduğunu savunuyor... Hareketin kurucusu Carlo Petrini Türkiye’de. önem vermenin sorumsuzluğuna işaret ediyor. Bu üçayak üzerine oturmayan, yiyecek üretimlerinin “etik” sayılamayacağını vurguluyor. Temizliği sadece hijyenik bir kavram olarak algılamıyor, kimyasalların, GDO’ların olmadığı yiyecekleri kastediyor. Temizlik aynı zamanda “Temiz Eller” kampanyasını akla getiriyor, arkasında kanunsuzluk ve haksız kazanç yatan gıda tröstlerine de gönderme yapıyor. Bu noktada adil olma kavramı kendiliğinden devreye giriyor. İşçiköylü ve küçük üretici haklarına da vurgu yapan Slow Food hareketi üreticiyi kollamanın önemini vurguluyor. Tohumun çiftçiye ait olması gerektiğini savunuyor. Petrini üreticiyi dışlayan hiçbir gastronomik faaliyet olamayacağını söylerken üretici tüketici ilişkisine farklı bir bakış açısı getiriyor. Tüketici yerine yardımcıüretici tanımını yeğliyor. Böylece üretici/yardımcıüretici arasında hayat akışını sağlayan bir göbek bağı kuruluyor ve mücadele cephesi genişliyor. Çevreye saygılı olan ve bioçeşitliliği gözeten yardımcıüreticiler zevk düşkünü “gurme”lerden ziyade, insan ve çevre haklarını gözeten “ekogastronom”lar oluyor. Slow Food son yıllarda “Toprak Ana” adı altında önemli bir proje başlattı. “Terra Madre” dünyada tehdit altında olan tarım ve hayvancılık değerlerinin ve bunları sürdüren köylüler ve küçük üreticilerin saptanması amacını taşıyor ve uluslararası bir bilgi ağı oluşturmayı amaçlıyor. Petrini ülke ülke gezerek fikirlerini yayıyor, mücadele ediyor ve aynı yakasında taşıdığı sembol salyangoz gibi geçtiği yerde iz bırakıyor. Petrini en önemlisi geleceğe dair umut besliyor. Yüreği iyi, temiz ve adil bir adamın huzur ve gururuyla bir bayrak yarışçısı gibi bu fikirleri taşıyacak olanlara devrediyor... [email protected] Vichy’den erkeklere Vichy Homme erkeklerin kozmetik ihtiyaçlarını mineraller ve vitaminlerle zenginleştiriyor, ürün seçenekleri ile erkeklere kozmetik teknolojisinin en iyi imkânlarını sunuyor. Cilt erkeğin ilk savunmasıdır, ama kan tarafından taşınan besin dağılımının en sonunda yer alır. Vitaminler ve mineraller sınırlı sayıda gelir. Dermatologlar vücudun en temel organının görevini yerine getirmesi için günlük nemlenmesini, hedeflenen vitamin ve minerallerle dengelenmesini, erkek cilt tipi ve gereksinimlerine uygun yeterli bir desteği almasını tavsiye ediyor. Vichy Homme’da her türlü cildin ihtiyacına göre ürün bulunuyor. Hassas ciltler için tıraş köpüğü ve jeli, kızarıklık ve yanma veya tıraş reaksiyonları için OligoÇinko®, F vitamini ile cilt tahrişlerini yatıştırıp yanmaları azaltıyor. Problemli ciltler için tıraş köpüğü ise problemli tıraş bölgelerindeki, sert yüz kıllarını yumuşatarak kalın sakalların tıraşını kolaylaştırıyor. BaktoP™ bakteri üremesini sınırlar ve derinlemesine temizlik sağlarken B6 vitamini ise deri yüzeyini iyileştirip yağ üretimini düzenliyor, içeriğindeki silikon ve polimerler ile ise anti sürtünme sistemli formül sağlıyor. OW D L S O FO Pantene ile ışıldayın! Pantene yeni çizgisi ile estetik çıtasını yukarı taşıyor. Yenilenen logo ve ambalajları ile ürün seçimini de kolaylaştıran Pantene içeriğindeki provitamin kompleksi ve üçlü protein yapıtaşı ile bir haftada saçları üç kat daha güçlü hale getiriyor. Slow Food kâr amacı gütmeyen uluslararası bir sivil toplum örgütü. 1986 yılında solcu gazeteci Carlo Petrini ve arkadaşları tarafından kuruldu. 1989 yılında uluslararası hale geldi. Çıkış noktası 1984 yılında Roma’da kentin en can alıcı noktalarından biri olan İspanyol Merdivenleri’nin hemen yanında bir McDonald’s açılması oldu. Bugün dünya çapında 83 bin üyesi, 122 ülkede destekçileri olan bir örgüt. İtalya dışında, Almanya, İsviçre, ABD, Fransa, Japonya ve İngiltere’de ofisleri var. Bugün 65 ülkede faal olan 800’ün üzerinde “Convivium” bulunuyor. Bunların 350’si İtalya’da faaliyet gösteriyor. Slow Food 2000 yılında Slow Food ödülünü başlattı. Dünyadan seçilen 500 jüri üyesinin gösterdiği adaylar arasından kısa liste oluşturuldu. Türkiye’den iki aday Hemşinli karakovan balı üreticisi Veli Gülas ile Dalyan’da balık yumurtası üreticisi DalKo kooperatifleri Slow Food ödülü kazandı. Gülas ayrıca 5 büyük jüri özel ödülünden birini aldı. Slow Food ilkeleri doğrultusunda bağımsız çalışan “Convivium” adı verilen bir örgütlenme yapısı var. 2001 yılında Afyon’da İsmailköy halkı haşhaş üretiminde gösterdikleri azim ile ödüle değer görüldü. 2002 yılında Iğdırlı kayısı üreticisi Haydar Alagöz ödül aldı. Karakovan balıVeli Gülas ile Haşhaş üretimiİsmailköy adaylık dosyalarını Slow Food jüri üyesi, gazetemiz yazarı Aylin Öney Tan hazırladı. 2004 yılında ödül “Terra MadreToprak Ana” projesine dönüştürüldü. SOFRA Aylin Öney Tan Biberler ve laleler talya’nın Piemonte bölgesini boydan boya aşan SS 231 yolunu defalarca gidip gelmiştir. Yorgun bir günün ardından yaşadığı Bra şehrindeki evine dönmekteyken otoyoldan sapıp yıllardır görmediği bir arkadaşına uğramaya karar verir. Lokanta işleten arkadaşı kadar lokantanın meşhur “peperonata” yemeğini de özlemiştir. “Peperonata” aslında Emilia bölgesine ait olup İtalya’nın her yerine yayılmış ve bölgelere göre farklılaşmış ünlü bir yemektir. Piemonte bölgesinde ise tadını yerli tombul biberlerden alır. Zeytinyağı ve sarmı sakla pişen diri etli mis kokulu biberler yemeği benzersiz kılar. Doğrusu, bir tabak eşsiz “peperonata” tüm yol yorgunluğunu silip süpürecektir. Keyifle sofraya oturan adam doğrusu aynı keyifle tabağını silip süpüremez. Tartışmasız bir şekilde bariz bir eksiklik vardır. Mahareti kuşku götürmeyen aşçı değişmemiştir ancak tat asla aynı tat değildir. Arkadaşı üzgün bir şekilde meşhur yerli biberleri bulmakta zorlandıklarını, zira artık kimsenin üretmeye yanaşmadığını anlatır. Piyasaya Hollanda’dan ithal edilen biberler hâkim olmuştur. Kalın etli, mis kokulu, şeker gibi “Quadrato d’Asti” türü biberlerin yerinde yeller esmektedir. Hafızasına kazılı eski lezzet artık tarih olmuştur. Hollanda biberleri son derece gösterişli, canlı renkli ve azametlidir, ancak bir kusurları vardır. Lezzet İ ten yana nasipleri pek kıttır, hele bölgeye has mis kokulu biberlerin tadıyla uzaktan yakına alakaları yoktur. Ancak ithal melez biberler yerlilerin neredeyse yarı fiyatına gelmektedir. Üstelik de hepsi tıpatıp aynı boyda olup bir kutuya ne bir eksik ne bir fazla tam 32 adet sığmakta, market raflarında pek albenili durmaktadır. Yerli çiftçiler bu gösterişli endüstriyel tarım ürünü Hollandalı rakiple baş edememiş ve üretimi hepten bırakmayı yeğlemiştir. Peperonata Bu tarifi şimdi yapmayın, yaza saklayın. Pazardan aldığınız yerli biberlerle domatesin yaz güneşi dolu tadına varırken Tohumculuk Yasası’nı da bu vesile ile hatırlarsınız. 1 kg. etli kırmızı biber (karışık renkli de olabilir), 1/2 kg. domates, 2 orta boy soğan, 45 diş sarımsak , 1/3 bardak sızma zeytinyağı, 1 tatlı kaşığı tuz Biberlerin çekirdeklerini ayıklayın ama atmayın. Biberi iri doğrayın. Soğanı da irice doğrayın. Domatesleri kaynar suya batırıp çıkararak soyun ve ufak doğrayın. Soğanı zeytinyağında rengi değişmeyecek şekilde öldürün. Sarmısak ve biberleri ekleyip bir süre daha çevirin. Domatesi ve tuzu ekleyip kapağını kapatın ve yarım saat kadar pişirin. İsterseniz zeytin, kapari taneleri ve fesleğen yaprakları ile süsleyin. Tohumları ise yeşermeleri umuduyla toprağa ekin. Ekmek parası ise akla gelmeyecek başka bir üründen gelecektir: Lale soğanları... Üstelik de Hollanda’ya ihraç etmek üzere!… Slow Food hareketinin kurucusu ve lideri Carlo Petrini, kaleme aldığı “Buono, Pulito e Giusto” yani “İyi, Temiz ve Adil” adlı kitaba bu anısını anlatarak başlıyor. Petrini’ye göre “Biberler ve Laleler”e ilişkin bu anı aslında küreselleşen lezzet dünyamızda bir şeylerin ters gitmekte olduğunun capcanlı bir kanıtı. Hollandalılaşan biberlerin ve İtalyanlaşan lalelerin trajikomik hikâyesi bize oldukça tanıdık, felaket ise sandığımızdan da yakın. Malum Batı dünyası ve Hollanda lale çiçeğini Türkler sayesinde tanır, adını da Farsça kökenli tülbent ya da türban kelimesinden benzeterek tulip, tuliban, tulipano vb. olarak yakıştırır. Rivayete göre hikâye 16. yüzyılda geçer. Batılı seyyah yolda rastladığı Türkün türbanına iliştirdiği çiçeği ilk kez görmektedir. Merakla başındakinin ne olduğunu sorduğunda tülbent cevabını alır ve böylece narin çiçek Batı dillerindeki adını alır. Zamanında koca bir döneme adını verecek kadar laleye önem veren bir kültürün mirasçıları olarak Osmanlı Lalesine sahip çıkamadığımız ortada. İstanbul’u birkaç hafta lalelendirebilmek için Hollanda’dan her yıl milyonlarca lale soğanı alıyor, tonla para akıtıyoruz. Ancak tarihten ders almışa da benzemiyoruz. Tohumculuk Yasası Meclis’ten yeni geçti. Bu yasa yerli tarım bitkilerinin idam fermanı niteliğinde. Yasa genetiği değiştirilmiş GDO tohumların tarıma egemen olmasının yolunu açıyor. Soyun devamını sağlayan genetik kodları silinmiş olan bu ürünler aynı zamanda tohum ticaretini ellerinde bulunduran çokuluslu şirketlere bağımlılığı da beraberinde getiriyor. Yasayla çiftçi en temel hakkı olan tohumunun sahibi olma hakkını kaybediyor. Çiftçinin kendi yerli tohumunu üretip satması yasaklanıyor. Sadece patent almış tohumlar satılabiliyor. Urfa isotu, Maraş biberi arkasından ah vah edeceğimiz günler yakındır. Hele incecik cidarlı çıtır çıtır taze yenen Antep biberini mumla ararız. Biber dolmasını da şimdiden unutsak iyi olur. Carlo Petrini, Türkiye’ye bir avuç umut tohumu ekmeye geldi. “Terra Madre/Toprak Ana” projesi gibi girişimler geleceğe dair bir ümit ışığı yakıyor. Bu ışığı meşaleye çevirmek bize kalmış. [email protected] Tiyatro mu, sinema mı? Ahmet Cevdet Bey üstadımızın gazetesinde “sinemalara değil tiyatrolara gidin ki, fikren müstefid (yararlanan) olasınız, sinemalara gitmeyin, sinemalara gitmeyin!” diye her gün muntazaman kopardığı feryatlara rağmen halk, tiyatrolara nazaran sinemalara büyük bir rağbet gösteriyor. Hele cuma günleri dörder matine ve bir de suare ile aynı filmi beş defa çevirdikleri halde sinemaların kapıları önünde birikip toplanan ve nöbet bekleyen halk, caddelerde mürur ü uburu (gelip geçmeyi) men edecek kadar kesif kitleler teşkil ediyor. Ahmet Cevdet Bey’in “gitmeyin, gitmeyin, gitmeyin!” feryatları halk üzerinde aksi tesir husule getiriyor. Hele “sinemalara değil tiyatrolara hemen daima gidin ki, fikren müstefid olasınız” ihtarı, hafif ve boş vodviller oynayan sahnelerimiz için ne kadar doğrudur ya! Tiyatrolarımızda gülmekten, katılmaktan başka hiçbir istifade temin edilemez. Sinemalarda ise, manasız cinai filmler müstesna olmak üzere, zannederiz ki hayli seyredecek şey vardır. Son günlerde şehrimizde gösterilen filmlerin en güzeli olan Volga Mahkumları pek güzel bir eserdir. Opera Sineması'nın gösterdiği bu film son Rus ihtilalinden alınmıştır ve ekseri vodvillere nazaran, fikren de istifade edilebilecek bir filmdir. Ne yazık ki, Victor Varconi, Elinor Fair, William Boyd gibi güzide artistlerin vücuda getirdikleri Volga Mahkumları filmi ayarında güzel eserlere her zaman ve her sinemada tesadüf etmek mümkün olamıyor. 21 Aralık 1926 Salı “Volga Mahkumları” filminden bir sahne...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle