Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 Ancak yalnızken rahatım... K endi kendileriyle baş başa kalabilen ve kendileri dışında kimseyi takmayanlara hepimiz biraz imrenerek bakarız. “Hiperilişki” toplumunda yalnızlar, özerklik yetileriyle hayranlık uyandırırlar bizde. Bağımsızlıkları büyük bir kişilik gücünü açığa vurmaktadır, tabii bunun topluma katılma sürelerini de içermesi koşuluyla. Aksi durumda, bu içe kapanma sosyal fobinin sınırlarında geziniyordur. 35 yaşında ve bekâr bir kadın. Çevirmen, zamanının büyük bölümünü yalnız geçiriyor. Ona göre bu, doyum ve yükseklik duygusu veren bir seçim. Üstünlük kompleksi mi? Her durumda, kaynağını çocukluktan alan bir kendine yeterlik biçimi: Bana en zeki, en güçlü olduğumu söylemiş olsalardı, bana hiçbir şey vermeyecek olan, ötekine neden yönelecektim ki? Eğitim, paylaşmanın tadını ve ötekini keşfetmeyi aşılamadığında, çocuk belirtisi kendini siperler arkasına gizlemek olan bir bencillik geliştirir. Son vadede, ikiyüzlülük sendromundan acı duyma riski vardır: Her yeni tanışmada “maskesinin ineceğinden” korkar, tüm sıradanlığı ve yalıtılmışlığı ortaya çıkacaktır. Kimse kendi kendine yeterli olamaz. Bunlar, yalnızların durumlarını akla uydurmak için aradığı bahanelerdir, kendilerini siperler ardına gizlemelerinin gerçek nedenlerini kabul etmeyi reddederler: Başkalarından korkmak. Bu genetik ya da eğitimsel olabilir. Evlerine kimsenin kabul edilmediği, anne babaların kendi ikili dünyalarına kapandığı ailelerde çocuk, ötekine karşı aşırı bir güvensizlik geliştirir. Ebeveyniniz kimselere güvenmemek gerektiğini söyler ya da kendi yaşayışlarıyla gösterirse bireyci olursunuz. 38 yaşında bir grafikçi: “Daha çocukken, yalnızlığı yeğliyordum” diyor: “Kendi kendime öyküler uydurur ya da yazardım. Bana hayalci, ba ğımsız derlerdi. Bu imajı gönül okşayıcı bulurdum. Zararını çok sonraları gördüm. Bağımsız tasarımcı olarak başarısız olunca, ajanslarda iş aradım... Başarısızlık orada da katlanarak sürdü, çünkü grup içinde iş görmek yetisine sahip değildim. Kişisel düzlemde de daha mutlu değildim. Dostlarla çevrili insanlara imreniyordum.” TRAVMALI ÇOCUKLUK ANILARI Bu davranışlar çocukluktaki yaralanmaların kalıntısı da olabilir. Okulda tahtaya kaldırılıp, notu kırılınca öğretmeni tarafından küçümsenen sıkılgan bir ergen ileride meslek sahibi olsa da “bir keşiş yaşamı” sürebilir. Başkalarıyla ilk yüz yüze gelmeler başarısızlık ya da aşağılanmalarla sonuçlan dıysa, sonradan insan kaçkınlığına varan davranışlara yol açabilir. Hep kaç göç içindeki bu büyük yalnızlar, duygusal bağımlılıklarının farkındadırlar. Bağ kurmaktan kaçınmak, bağımlı duruma düşme riskinden kaçmanın bir yolu olur. Onları kaygıya sürükleyen, bağlanacakları kişiyi yitirebilecekleri düşüncesidir. Anneden ayrılmak, aşk ayrılığı ya da sevgilinin yası gibi daha önceki bir yaşantının acısını yeniden yaşamaktansa yalnız kalmak en iyisidir!.. Çıkış yollarından ne denli kaçılırsa, dünyayla temas fırsatları o denli bunalım yaratır, gizlenme değer kazanır. Artık bir tek kendi kendinize odaklanmamak için, açın kendinizi!.. Derleyen: EMRE ÇAĞATAY Yalnızlar toplum uyumsuzluğu çekerler, kendi kendileriyle olmanın dışında hiçbir şeyi sevmezler. Kimseleri görmemek ve evinde yalnız kalmak... Bazıları için bu, karabasanlar doğuran bir imajdır, yalnızlar için ise ideal yaşam tarzı... Neden? PAZARIN PENCERESİNDEN Sultan’ın tavuk gribi Selçuk Erez siye’nin okul çantasına sığabilen boyutta bir televizyonu vardı. Yatakhane sakinleri el ayak çekildiğinde bunu açar izlerler, sonra aygıtı, tıpkı Sultan gibi köşedeki tahta dolaba saklarlardı. Sultan, tepelikli, kuyruğu kısa ve paçaları tüylü bir tavuktur. 2006 Giller takvimlerinden bir tanesinde bu tavuktan çok güvercini andıran hoş yaratığın resimleri vardır. Bu Sultan, geçen yaz İngiltere’de bir öğrenci kampına giden Elif’in beraberinde getirdiği üç yumurtadan birinden çıkmış bir piliçtir. Elif, İngiltere’de bir evcil hayvan dükkânında bu yaratığın 1854’te Türkiye’den getirildiğini ve Osmanlılar tarafından “Saray Tavuğu” olarak adlandırıldığını öğrendiğinde satın almıştı bu yumurtaları. Elif, evlerine her hafta temizliğe gelen Asiyanım’a güvendiğinden edinmişti bunları: Asiyanım’ın koskocaman memeleri arasına yerleştirdiği yumurtalardan civciv çıkardığını biliyordu. İstanbul’a gelince ilk işi Asiyanım’la anlaşmak oldu: Sonuçta üç yumurtadan ikisinden sonuç alındı ve doğal olarak civcivlerden biri Elif’in, biri de Asiyanım’ın oldu. Elif, başka bir kentteki okula yatılı gittiğinde Sultan adını verdiği bu tavuğu da götürdü. Okul idaresinin izin vermeyeceğini iyi bildiklerinden ve beş kızın barındığı yatakhaneyi temizleyen Fatmanım’ı kafakola almak kolay olduğundan Sultan’ı yatakhanede beslemeğe başladılar. Sultan yemek artıkları ile besleniyor, geceleri kızlardan birinin ayakucunda uyuyor ve adamakıllı palazlanıyordu. Her sabah, kafesine sokulup uygun bir yere, bazen üstü delikli, geniş bir sandığa saklanıyordu. Kızlar maskotlarına bayılıyor, ona ellerinden yem veriyor, Sultan da tüylerinin karıştırılmasına, gıdısının kaşınmasına aldırmıyordu. Bir gün yatakhanecilerden Oya, pek az çalıştığı bir dersin sınavına gireceği sabah üç kez Sultan’ın üstünden atladı ve tam not aldı. O andan itibaren Sultan her imtihanda üstünden atlanılan ve sınavda başarıya anlamlı katkıda bulunacağına inanılan bir maskota dönüştü. Sultan’ın ve Elif’le arkadaşlarının keyfi kuş gribinin yayıldığı haberleri duyuluncaya kadar devam etti. O gece televizyonda bir uzmanla H5N1 virusu A konusunda yapılan söyleşiyi kızlar ve doğal olarak Sultan dikkatle izlediler. Tayland’da otuz iki,Vietnam da yetmiş kişi ölmüş! Yaban kuşları taşırmış kümeslere. Bizimki burdan dışarı çıkmıyor ki hastalansın! O iyi de artık tavuk şnitzel filan yiyemeyeceğiz galiba! Esin irkildi: Yok be, ben dün gece evde tavuk eti yedim! Bütün diğer yatakhane sakinleri bir ağızdan, “Neee?” dediler, “Seni hemen karantinaya almalı!” Ne karantinası? Bunu gazlamalı, itlaf etmeli! Şu anda git ağzını antiseptik sıvıyla çalkala, dezenfekte et! Duşa gir, yarım saat sabunlan! Kuşa sürme elini! Bize de! İki gün sonra, bu yatakhanede kalan kızların “kümes kümes” koktuklarını algılayan Müdüranım, onlar dersteyken odaya baskın yapıp Sultan’ı buldu! Kızlar disiplin kuruluna sevk edildiler, Sultan’ın hemen okul sınırlarının dışına çıkarılması emredildi... Yoksa Sağlık Müdürlüğü’ne haber verilecekti! Her derdin çaresi vardı ama bunun? Kızlar Fatmanım’la anlaştılar... Fatmanım Sultan’a evinde bakacak, ancak bütün sınavlardan önce onu, delikli bir kutu içinde okula getirecekti. Müdüranım her sınavdan önce bütün sınıfın niçin artık “Sultan Hall” olarak adlandırılan 5 numaralı yatakhaneye çıktıklarını hiç anlamadı ama o yıl mezun olanların çok iyi notlar almasına ve çoğunun ÖSYM sınavlarında başarılı olmasına pek sevindi. CUMHURİYET 02 CMYK