01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Mayıs 2021 Cumartesi 7 RAMAZAN TATLILARI... Ramazan ayına özgü tatlılar da var. Nasıl pide sadece ramazan ayında çıkan bir ağız tadı ise tatlıların da bu aya özel bir mönüsü var. Biz de merak ettik. Erdal ATABEK Güllaç Hafif bir tatlıdır, evde de yapılabilir. TatlıcıSaray Sarması lar fıstıklısını, cevizlisini de yaparlar. Sütle yapılır, mideyi yormaz, sindirimi kolaydır. İşte tatlı diye buna denir. Saray Sarması, adı üstünde saraylara mahsus özel bir Ama tatlı düşkünleri için hamur tatlılarının yerini tutmaz. tatlıdır. Sarmanın içi sürprizlerle doludur. Ballı kaymaklar, ince kıyılmış fıstıklar, birbirinden lezzetli meyve özleri, tadına varanları bir daha ayrılamaz derecede tatlı bağımlısı kılar. Saray sarmasına bakınca Saray Lokması Saray’ın sardığı dolgun maaşlar akla geliyor. O Bu tatlı da özellikleri olan bir tatlıdır, aysarmanın içindeki “hurıca ramazan ayı dışında da yenilir, yenzur hakları” nasıl da bu mesine doyum olmaz. ziyafete nail olanları hu“Saray lokması”nı bir yutan artık bundan zurlu kılıyor. ayrılamaz. Nice Saray muhaliflerinin bu Sarmanın içindeki hizmet ödemeleri, lokmayı yutar yutmaz nasıl yandaş kesildilüks araçlar, tahsis edilen lojmanlar, her ği, hayretle açılan gözlerin önünde yaşanşeyi ödenen rahat hayatlar nasıl da insanı mış bir U dönüşüdür. “saray bağımlısı” kılmaz? Saraya atıp tutan, meydanlarda bağırıp Saray sarmasını bir kez tadanlar artık çağıran nice âdemin bu lokmayı yuttuktan oradan ayrılamaz, her şeye razı olur, el sonra Saray’ın kapılarına koşup “Aman etek öpmenin müptelası olur. Bu gözde tat bre, gözlerimiz açıldı, efendimizin büyüklülı sardı mı sarar, içine aldığını alır götürür. ğünü gördük, tövbe ettik, bizi kabul buyura” deyip aman dilediği görülmüştür. Efendinin büyüklüğü de oradadır ki bu gafillerin hidayete erip imana geldiklerini gördükçe, onları kabul etmekle kalmayıp ihsanlara boğması, mevkiler verip yetkilerle donatması da hayretlerle görülmüştür. İşte bu mucize değişimleri yapan da bu sihirli “saray lokması”dır. Lokmayı yutanların ağzı açık kalır, tadını bilen bilir. Padişah Yastığı İşte bir tatlı ki yapması gayet zor ama yemesi o kadar lezzetlidir. Yastık biçimindeki bu tatlının içinde akıllara seza baharat çeşitleri bulunur. Hindistan’dan gelme türlü çeşitli baharat, kuşüzümü, antepfıstığı, zahter yaprağı, kişniş, sumak, beyazbiber, karabiber, arısütü gibi nice şifalı tohumlar, yapraklar bu yastığın içine konur. Kem niyetliler padişah yastığının altında çil çil Reşat altınları olduğunu, kesenin içinde de baharatın yanında gâvur paralarının bulunduğunu söylerlerse de bunlara inanmak caiz değildir. Hele de son zamanlarda yayılmasına çalışılan “128 Milyar Dolar Nerede?” sorusu münafıklığın ta kendisidir. Elbette onun cevabı da verilmiştir: “Nerede ise orada.” Aldınız mı cevabı, fitneciler? “Padişah yastığı” milletin huzurunu kaçırmaya çalışanlara karşı ağız tadını yerine getiren bir lezzet kesesidir. İster afiyetle yiyin, ister başınızı koyup huzurla uyuyun. Padişah efendimize hayır dualar etmeyi de unutmayın. Vezir Parmağı Tuhaf çağrışımlara yol açan bir tatlıdır. Gerçekten de parmak biçiminde bir hamur tatlısıdır. Adını kadınlar koymuş olmalı. Artık vezir hazretleri haremde gezerken parmağıyla işaret mi buyurdu, yoksa parmak gezdirerek keşifler mi yaptı, bilinmez ama parmağın özel bir yeri olduğu aşikâr. Parmak, elimizin ucunda her işe yarar organımız. “Bal tutan parmağını yalar” atasözümüz gibi “parmak basmak”, bir konunun önemini vurgulamak anlamına gelir. Ama “parmaklamak” konuyu araştırmak da olur, kötü niyetle yapılan bir girişim de. “Parmak izi” herkesin kendine özgü olduğu için de bir kimlik saptama yöntemi olmuştur. Ama “vezir parmağı” tatlısının sözü edilince herkesin bir gülümsemesi kaçınılmazdır. Tıpkı “dilber dudağı” gibi, tıpkı “hanım göbeği” gibi tatlı isimlerinin de tebessümlere yol açmasına benzer. Bu tatlılar bu isimlerle orucu sakatlama olasılığına karşı ramazanda pek anılmazlar. Sarığı Burma İşte size bir sarıklı tatlı. Ramazan aylarında özel bir yeri vardır. Zira “sarık” dedin mi duracaksın. Tarihimiz boyunca “sarık” olayının özel bir yeri vardır: Sarık ilimdir, irfandır. Sarık fetvadır. Sarıklı fetva verdi mi akan sular durur. Onun dediği artık Tanrı’nın buyruğu yerindedir. Ona karşı çıkan dine karşı çıkmıştır. Dine karşı çıkanın da katli vaciptir. Nice “sarıklı isyanları” vardır ki padişahın karşısına dikilmiş, vezir kellesi istemiştir. Nice “sarıklı ayaklanması” vardır ki padişahı tahtından indirmiş, başkasını o tahta oturtmuştur. Kimi zaman da sultan, karşısına dikilen sarıklının sarığını boynuna geçirtip boğdurmuştur. Onun için “sarık” biraz netameli bir başlıktır. Tepside kalması herkes için daha hayırlıdır. Saray Lokumu Sarayın bu tatlısı da özel yapılan bir lokum tatlısıdır. Ağızda eriyen, dil üzerinde kayarken tadını da ağza yayan bir lezzeti vardır. Güllüsü, kavunlusu, şeftalilisi, çileklisi ağızda bu meyvelerin tadını verdiği için daha da özel bir tatlı olur. Görenlerin söylediğine göre “saray lokumu” yiyenlerin gözleri yumulur, ağızları kapanırmış. Sofraya davet edilip de bu tatlıyı tadanların artık hiçbir aksaklığı görmediği, görseler bile ağızlarını açmadığı, eğer açarlarsa bile ağızlarından “Padişahım çok yaşa” sözlerinin çıktığı anlatılır. Söyleyenin günahı boynuna olsun, güya bu lokum dökülürken özel bir dua okunup sihir yapılırmış. Kimileri de “Bunlar uydurma laflardır, asıl gözleri yumdurup ağızları kapatan lokumların içine konan sarı altın liralardır” derler. Artık neyin doğru neyin uydurma olduğunu bilen olmadığından biz de söyleyenlerin yalancısı oluyoruz. Yiyene afiyet olsun, söyleyenin günahı boynuna olsun diyelim. Baba Tatlısı Kimi zaman “şambaba tatlısı” diye de anılır, pek makbul bir tatlıdır. Yuvarlak gövdesi, üzerine kaymak konan göbek çukuru ile göz de doldurur, gönül de okşar. “Baba” deyince bizde herkesin aklına Süleyman Demirel gelir mi bilinmez ama bu sıfat en çok ona yakıştırılmıştır. Babanın şapkası da çok ünlüydü, herkes onu kapmaya çalışırdı ama o da şapkasını dikkatle korurdu. Hey gidi Süleyman Demirel hey. Zamanında ona çok karşı çıktık da sonradan gelenler ona rahmet okutunca “demokrasi babası” sayıldı. Günümüzün “baba”ları artık sadece mafya babası olarak tanınıyor. Onlar da “Baba” filminin ünlü karakteri, Don Corleone gibi kendi ailesine çalışmıyor. Bizim “babalar”, arkasını siyasete vermiş, siyasilerin tetikçileri gibi geziniyorlar ki bu da “baba” raconuna pek uymaz. Neyse ki entrikasında olsun, gaddarlığında olsun siyasetin içinde bunları aratmayacak yetki sahiplerimiz var. Baba tatlısı bunlardan haberi yokmuş gibi tepsiye kurulur, ortasına da kaymak yerleştirilince pek güzel günün tatlısı olur. Biz yine de afiyet olsun diyelim. Z’ler eski formülle aile kurmayacak Çocukken hiç daha iyi ailelere özendiğiniz oldu mu? Ya da hep arkadaşınızın ailesini kendi ailenizden daha iyi gördüğünüz? Halbuki ilerleyen yaşlara geldiğimizde iyi aile olmadığını, herkesin birbirini tamamladığını ve bir illüzyondan ibaret olduğunu görürsünüz. Öyle değil mi? Ece Gamze Atıcı “Şükür ki iyi ailede büyümedim” diyerek inandığımız tüm anlayışı kırıyor ve diyor ki: “İyi aile yoktur!” Atıcı ile aklınızı başınızdan alan aile, aşk ve cinayet hikâyesini derinlemesine konuştuk. Buyrun sohbetimize... Kitap, yemek ve biraz da hayat Ebru D. Dedeoğlu u Romana “İyi ailelerde sırlar sonsuza dek taşınır. Daha iyi ailelerde ise sırrınızı en yakınızdakilerden saklamanız gerekir” diye başlıyorsun. Toplum tarafından kutsanmış, kuralları mükemmel uygulayan iyi aileler için mutluluk bir gösteri olabilir mi? Gösteri tabii. Bayağı deterjan reklamlarındaki gibi. Kitaptaki iki aile arasındaki en belirgin fark da bu. Hikmet Ailesi yani “iyi aile”, sahtekâr. Sümer Ailesi yani “daha iyi ailede” ise her şey olduğu gibi ortada. Yani gerçeğe karşı aldıkları tavır farklı. Yoksa kâğıt üzerinde aralarında yarım sınıf fark var. Aile, kendin olma savaşını verdiğin ilk yer. Hem onlardansın hem değilsin. İyi aile diyerek anlattığım şey aslında gülümsemeyerek yalan söyleyen, yani riyakâr bir birliktelik. Daha iyi aile dediğim de bütün acısıyla, kavgasıyla, sevgisiyle aynı anda bir arada olunan birliktelik. Gerçek yani. u Romanı okurken kutsal anne, kutsal birliktelik kavramlarını düşündüm. Aile neden kutsal birliktelik olarak beyinlerimize işleniyor? İyi aile ile idealize edilmiş bir fantezi. Yani gerçek de değil gerçekçi de. Söylediklerimiz, hayalini kurduklarımızla yaşadıklarımız arasında milyon ışık yılı var. Kutsal olmasının sebebi de bu. Kutsal diyerek dokuAşk konusundaki tariflerimizin, alışkanlıklarımızın, ezberlerimizin yetersiz olduğuna inanıyorum. Aşk da aşırı dozda sevgi gibi bir şey. Aralarında bir alt üst ilişkisi olduğuna inanmıyorum. Aşkın kutsanmasına gerek yok yani. nulmazlık nişanı veriyoruz. Böylece bizi yoracak, hırpalayacak gerçeklerden uzaklaşmış oluyoruz. Bütün o hakikati güzelce paketleyip evde kullanmadığımız bir dolabın en üst rafına koyuyoruz. Çünkü böylesi daha kolay. Aksi takdirde yaşamak için uydurduğumuz formüllerin işe yaramadığı ve yenilerine ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle baş başa kalacağız. Bu da çok fazla sorumluluk ve değişim demek. Fakat sevgi gerçek, dayanışma, birliktelik… İnsanın olduğu yerde bunlar da var. Ama bizi bir arada tutan, en ayrı ve güçlü kılan o kan bağı mı? Aramızdaki en sıkı ve güvenilir bağ bu mu? Belki önce soruları değiştirmemiz gerekiyordur. İyi aile yoktur, ama kötü aile vardır bence. Sonuçta bir sürü suçun işlendiği bir yerden bahsediyoruz bir yanıyla. Yani savunmasız, muhtaç biçimde bir yere, birilerine doğuyorsun. Her şeye açıksın. Bunun nasıl kötüye kullanıldığını, çocuğa karşı işlenen suçların türlerini hepimiz biliyoruz. Anne terörü u Lacan’a göre çocuk için bireyleşme süreci anneden ayrılma ile başlar. Toplumumuzda bu sağlıklı kopuş tam olarak yapılmadığından mı hayatımızda hep bir anne terörü var? Bizde o ayrılık hiç yaşanmıyor. Hatta ölüm bile ayırmıyor bizi birbirimizden. O yüzden kendi ailelerimizi kurmakta, bir yabancıyla birlik olmakta zorlanıyoruz. Ya da eşler arasındaki mesafeleri o kopamadığımız ilişkiler dolduruyor. O kopma da yanlış anlaşılıyor muhtemelen. Birbirimizi silip atmamız gerekmiyor, sadece kendimiz olabilmek için biraz alana ihtiyaç var. Kimse yok olmayacak yani. İlişkileri korku yönettiği için biraz da böyle. Korku değil, güven yönetse keşke. u Anneler ve kız çocukları. Bitmeyen kavgalar. Ve ”Önünde sonunda anneye benzemek” Bu ne büyük yaman çelişki tanrım! Sonunda anneye benzemenin kaçınılmaz olduğunu kabul etmek bence o. Farkındalık yani. Ama annenin bir uzantısı, kopyası şeklinde değil, onun da bir parçasını kapsayan kendine has biri olabilmek bence mesele. O bitmeyen kavgalar sınırlar için oluyor zaten. Ben nerde başlıyor nerede bitiyorum, sen nerede başlıyor nerede bitiyorsun. Bir taraf diyor ki: “Ben kendim olmak istiyorum.” Öbürü de diyor ki: “Beni yok etme.” Zaten annenin yok olması mümkün değil. Doğada çözünür değil anne. Kendi sınırlarımızı koruyup inşa etme konusunda becerimiz varsa zaten onu da kendimize katıp yaşıyoruz. Babalar hep hayalet u Daha iyi ailelerde anneler dominant, babalar ise çocuğuyla ilişkide annenin iznine tabi. Sanki babalar evin yalnız insanları. Ne dersin? Bizde babalar hayalet çoğunlukla. Çocuk anneye ait, anneyle bütün. Baba bu ilişkide genelde dışlanmış durumda. Evdeki bir yabancı gibi diyebiliriz. Yan masadan gönderilmiş meyve tabağı gibi ya da. Bunun sebeplerini düşünmeliyiz bence. Toplumsal cinsiyet rolleri, belki ekonomik koşullar, gelenekler ve kimi işe yaramaz göreneklere bağlılığımız... hepsini yeniden değerlendirmeliyiz bana kalırsa. Çünkü bir yandan çok büyük ve köklü bir değişimin de eşiğindeyiz. Mutluluk, başarı gibi bizi yöneten kavramlar yeniden tarif ediliyor. Z kuşağının eski formüllerle aile kuracağını hiç sanmıyorum. Yani senin de dediğin yalnız babalar, çocuğa yapışmış anneler tablosu değişecektir. Mutsuzluğumuzun içinde debelenip durabileceğimiz bir çağda değiliz. Yaşam koşullarımız ve alışkanlıklarımız hızla değişiyor. Yeni gerçekliği ve onun içinde nasıl var olacağımızı düşünmeliyiz. u “Biz iyi bir aile değiliz. Annemin tabiriyle daha iyi bir aileyiz” diyorsun. Nasıl bir ailesiniz? Çok çatışmalı bir ailede büyüdüm ben. Bir yandan da kendim olmam için bunu yapmam gerektiği öğretildi. Hiç susmak, köşede durmak, boyun eğmek, inanmadığın şeye uyum sağlamak falan yok. Hep kendin olmak var. Yani kendine sahip çık, savun, vazgeçme, mücadele et. Bu, annemden gelen kısım. Ve bunları herkes için iste hatta bunun için elinden geleni yap. Bu da babamın katkısı. Babam da daha kapsayıcı, bütünü gören, kendiyle ve hayatla uyumlu biriydi. Bütün dünyanın başını okşayacak şefkati vardı. Erkeksi bir anneyle, kadınsı bir babanın ürünüyüm yani ben. Bence fena karışım değil. Sofra çok şey anlatır u Tam bir boğa burcusun. Yemekle aran nasıl? Sofra deyince aklına ne geliyor? Biraz anlatsana… Hayatımın hatırı sayılır bir kısmı güzel yemek peşinde geçiyor. İyi yemek, iyi koku, iyi müzik... Bunların hepsi boğalığa dahil. İştahlıyım ama iştahımı boşa harcamayı sevmem. Sokak yemeği yiyeceksem iyisini bulmaya çalışırım. Sofra herkesin eşit olduğu yer. Sofrada, orada, o andasındır. Yani ideali bu. Daha doğrusu biz bu ideale “sofra” diyoruz. Yoksa yemek masası falan deriz. Bir sofraya bakarak o ailenin durumunu anlayabilirsiniz. Sessizce herkes çorbasını mı yudumluyor, kavga gürültü mü var, ne konuşuluyor? Çok şey anlatır. Birliktelik ve samimiyet testi bence orası.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle