01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1 Mayıs 2021 Cumartesi 7 Küçükken çok acı çektim Alper Hasanoğlu de anima Neden yalnızlık gerçekten Allah’a mahsustur? İtalyan yazar Susanna Tamaro 10 yıl aradan sonra yazdığı yeni romanı Büyük Bir Aşk Hikâyesi’nde, hayatın her zamanki şaşırtıcılığıyla bir araya getirdiği iki insanın, Edith ile Andrea’nın öyküsünü anlatıyor. 1994’te Yüreğinin Götürdüğü Yere Git’le aylarca liste başı olan yazar, uzun yıllardır üzerinde çalıştığı yeni hikâyesinde mutluluk ve güvenli bir liman arayan Edith’in ve mutlu etmeyi görev edinen Andrea’nın dünyasına okurlarını çağırıyor. Tamaro 2019’da Asperger Sendromu’nun yarattığı güçlükler nedeniyle evine kapanmıştı. Ünlü yazarla doğanın içindeki hayatını, aşkı, kaderi, zor geçen çocukluğunu konuştuk, bir de mereng tarifi aldık... ÇİZEN: Özge Ekmekçioğlu u Yüreğinin Götürdüğü Yeolarak ikiye ayırıyor. Oysaki re Git ile milyonların gönülleherkes kendi hayatının kahrini fethettiniz ve belki de haramanı olabilir ya da kurbanı. yatlarını tekrar sorgulamalaBu kader mi yoksa seçim mi? rını sağladınız. İlk olarak sorSanıyorum hayat bu iki germak istiyorum, siz yüreğiniçeklik arasındaki karmaşık bir zin götürdüğü yere gidebildiörgü: Kaderin karşımıza çıkarniz mi? dığı durumlar ve bunlara verEvet, elbette. Ne yazık ki çodiğimiz tepkiler. İnsanın kurcukluğumdan beri daima yüreğimin beni götürdüğü yere gitKitap, yemek ban hissine kapılması bir biçimde edilgenlik şekli ve bu tim ama bu durum hayatımı daha da zorlaştırdı. Yürek genellikle bizi sıra dışı seçimler yapmaya yönlendirir. ve biraz da hayat Ebru D. Dedeoğlu durum kurbana dönüşmeyi daha da kolaylaştırıyor. u Tüm kitaplarınızda içsel hesaplamaların yer aldığı u 10 yıl aradan sonra yeni mektuplarda kadercilik, ruh bir roman yazdınız. Şimdi de Türk okur temaları başrolde. Peki sizin hayatınızda larıyla buluştu. Etkileyici bir aşk hikâyesi. kader ne kadar belirleyici? Büyük Bir Aşk Hikâyesi fikri nasıl oluştu? Kader insanları daima korkutmuştur. BelUzun yıllardan beri bu hikâye üzeriki de bu nedenle insan buna kafa yormane çalışıyorum. Yüreğinin Götürdüğü Ye mayı yeğliyor. Bir zamanlar insanlık kadere Git kitabımda da, ana kahramanım ka rin bilincindeydi ancak şimdi teknolojinin dınla doktor arasında büyük bir aşk yaşan sağladığı kadiri mutlak olma duygusuyla mıştı. Sanırım büyük kitlelere seslenen ede düşünmekte zorlanıyoruz. Düşünün, korbiyat eserlerinin merkezinde gerçek bir aşk kunç bir kaza oluyor, biri ölüyor, diğeri yahikâyesi var. Anna Karenina, Martin Eden, ralı kalıyor. İşte bu kaderin karanlık yüzü. Savaş ve Barış, Uğultulu Tepeler... Yıllar Belki de kaderin bize söylediklerini öğreniçinde derin aşkın yani zamana karşı daya mek, yenilgiye düşmeden, hayatın bütünnan aşkın genellikle gülünç, kimi zaman da lüğüyle yüzleşmemizi sağlayacak büyük olanaksız olarak nitelendirildiğini görmü bilgeliği verir. şümdür. u Her Melek Korkunçtur adlı kitabınızuBu durumda aşk sizin için ne ifade ediyor? da ailenizden bahsediyorsunuz. Zor bir Aşk geleceğe inanmak ve güçlüklere, en çocukluk. Anne ve babanızla ilişkiniz naderin duygusal gerçekliğimizin zaman için sıldı? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? de oluşacağına olan inancımızla karşı çıkKitaptan anlaşıldığı üzere son derece zor maktır. Bunu yapabilmek için de güven, geçen bir çocukluğum oldu. Anne ve basaygı, dinleme ve sabır gerekir. bam savaştan kurtulmuş ancak yaşamlarıu Ne istemediğimizi bilmek bir güç. Pe nı sarsan acı etkisinden kurtulamamış, kişiki istemediklerimizi korkularımız ve de sel sorunlarla yüklü iki gençtiler. Küçükken neyimlerimiz mi belirliyor? çok acı çektim ama şimdi onlara bakınca Evet, olumsuz deneyimlerin bilincinde hassasiyetleri karşısında merhamet duyuolmak yeterli. Ne yazık ki duygusal yaşan yorum. İkisi de günümüz için genç sayılatımızda genellikle kurban/cellat gibi dav bilecek şekilde, yetmişli yaşlarında öldüler. ranış biçimlerini tekrarlayabiliyoruz. Kişi İki erkek kardeşim ve üç yeğenim var. isterse bu tarz ilişkilerden daimi olarak sıy u Romanın en büyük başarısının, sarılabilir, kurtulabilir. tırlardaki tutkunun yanı sıra sonunu Mutluluk ve güvenli bir liman arayan da saklı olduğunu düşünüyorum. Her Edith ve mutlu etmeyi görev edinen And sayfa merak ve gizem barındırıyor. rea. Birbirlerine tamamıyla zıt ancak ken Venedik’ten Livorno’ya, Uzakdoğu’dan di özel alanlarını koruyan iki kişi. Onla Kuzey Avrupa’ya geçmiş ile gelecek rı birbirlerine yakınlaştıran geçmiş yara arasında hareket ediyoruz adeta. Bunun ları mı? bir sırrı var mı? Evet, kesinlikle. Karşımızdaki kişiyi de Haklısın bu kitabın yapısı son derece karğiştirmeye çalışmadığımız takdirde farklılık maşık oldu. (gülüyor) Olaylarda çizgisel ilişkiyi daima canlı tutar. Bu durum aynı za bir zamanlama izlemeyip zamana yaydım. manda bir acının ağırlığını birlikte yüklen Nihayetinde edebiyat anılar aracılığıyla kameyi de sağlar. derin içinde yapılan bir kazı ve bu da kitau Yaşam bizi kahramanlar ve kurbanlar bımda gayet belirgin. Mutfağınıza hayranım u Her röpörtajımda “Edebiyat ve Yemek” soruları soruyorum. İtalyan lezzetleri hepimizin rüyası. Ve biz Türkler de İtalyan lezzetlerini çok seviyoruz. Sizin en çok sevdiğiniz İtalyan yemeği hangisi? Tabii ki. Zevkle. Makarna ve sanıyorum domates soslu spagetti en sevdiğim lezzet. Buğdayın kalitesi iyiyse, domates ekşi değilse bu dünyanın en basit ve mükemmel yemeklerinden biridir, tabii üzerine bir tutam parmigiano peyniri de serpmek şartıyla! (gülüyor) Ama itiraf etmeliyim ki Türk mutfağına da hayranım; çocukluğumda Trieste ve İstanbul çok yakın şehirlerdi. Dedemin ortakları Türk’tü ve sizin lezzetlerinizi çocukluğumdan beri bilirim. u Büyük ve uzun sofralar sizin için ne ifade ediyor? Dostlar sofranızı merak ediyorum. Bizimle paylaşır mısınız? Arkadaşlarımın çoğunluğu kırda yaşıyor ve odun ateşinde pişirdikleri yemekleri getiriyorlar. Her türden pizza ve yaşadığım bölgede yaygın olan koyun peynirini çok yeriz. Genellikle tatlıyı ben yaparım. Avusturya geleneğinden gelen ailem sayesinde anneannemin tatlılarını güzel yaparım. u O zaman anneanne lezzetlerinden birini ya da en iyi yaptığınız tatlının tarifini istesem… Tabii. Arkadaşlarım bana Mereng Kraliçesi adını taktılar. (gülüyor) Mereng görünürde çok kolay ama aslında çok zor bir tatlıdır. Mükemmel birliktelik çırpılmış kremayla sağlanır. Her yumurta akı için 50 gr. şeker kullanılır. Ben genellikle dört yumurta akı yani 200 gr. şeker kullanıyorum. Şekerle bir kâseyi doldururum. Üzerine de çırpılmış krema. Birliktelikleri mükemmel olur. İyice karıştırdıktan sonra oda sıcaklığında yumurta akları eklenir ve sıkı, yumuşak olana kadar çırpılır, sonra da iki kaşık yardımıyla fırın tepsisindeki yağlı kâğıda serilir. Fırın 100 derece olmalı, pişme iki saat sürmelidir. İtalya’da merenglerle, kestane püresiyle, kremayla Mont Blanc yani dünyanın en güzel tatlılarından biri yapılır. Merengler uzun süre teneke kutuda saklanabilir. Afiyet olsun. Düşmanla yaşamak u Andrea ve Edith’i temelde birleştiren şey yalnızlıkları. Kendine ait özel alanları olan, kendi ışıklarında yanan iki sevgili. Bu durumda “Biz’in içinde ben olabilmek” mümkün mü? Sanıyorum gerçek ilişki yaratmanın tek formülü bu. Ötekinin içinde yok olmadan, farklılığıyla zenginleşmek. u Asperger sendromu için “benim gözle görülmeyen tekerlekli iskemlem, içinde tutsak yaşadığım hanem” diyorsunuz. İçinde hiç de dengeli olmayan bir kişiyle yaşamak zorunda kalan son derece dengeli bir Susanna. Asperger olduğunuzu nasıl keşfettiniz? Onca yıl bu tutsaklığın nedenini bilmeden yaşamak, insanların önyargılarına maruz kalmak sizde neler hissettirdi? Küçüklüğümden beri uyum sağlamada ve sinir sistemimde ciddi sorunlarla boğuştum. Gençlik dönemimde otizm sendromları günümüzdeki kadar bilinmiyordu. Çevremde fazlasıyla ürkek, zihninde sorunları olan bir genç kız olduğum düşünülüyordu. Okula gitmek, normal hayat sürdürmek çok zordu. Büyüdükçe durumun benim sorunum olmadığını, içimde mücadele etmek zorunda olduğum bir varlık olduğunu düşünmeye başladım; sanki Dr. Jekyll ve Mr. Hide bendim. Aslında son derece dengeli bir insanken mahremimde büyük bir düşmanla birlikte yaşıyordum. Yıllar boyunca nörologlara, psikiyatrlara danıştım ama kimse bana bir yanıt veremedi. Sonunda belirtilerden söz eden bir makaleyi okurken olayı kavradım ve bir psikiyatr da onayladı. Bu durum hayatımın en büyük özgürleşmesiydi ve artık Mr. Hide’ı nasıl idare edebileceğimi biliyorum. u Şehir karmaşasından uzak doğayla başbaşa bir hayatınız var. Kırsal yaşama geçme kararını nasıl aldınız? Biraz bize yaşadığınız yeri anlatır mısınız? 1989 yılında ağır astım teşhisi ve kent hayatının korkunç ortamı nedeniyle kır evinde yaşamaya başladım. Şimdi astım hastalığıma teşekkür ediyorum, eğer olmasaydım belki de kitaplarımı asla yazamayacaktım. (gülüyor) Tepede küçük bir evde, ormanın sınırında yaşıyorum. Ortaçağ şehri olan Orvieto’ya birkaç kilometre uzaklıktayım ve burası bir zamanlar Etrüsk kadim uygarlığının topraklarıydı. Bostanım, meyve bahçem, zeytinliğim, tavuklarım, arılarım, köpeklerim, kedilerim, bir eşeğim ve bir atım var. u Evet ben de arıcılık kısmını merak ediyorum. Aktif olarak arıcılık ile uğraştığınızı okudum. Ki romanınızda da bu ayrıntılarla karşılaşıyoruz. Arıların ölümüne yol açan pestisit kullanımı tüm dünya ülkelerinde çok fazla. Bu konuda neler düşünüyorsunuz? Bu büyük bir trajedi. Suya, havaya, toprağa zehir atıldığında sonu gelmeyen bir ölüm zinciri başlıyor. Evet böcekler ölüyor ama onları yiyen hayvanlar da can veriyor. Hayat döngüsü karmaşıktır ve biz insanlar sınırlı, küstah bakış açımızla geri döndürülmesi zor zararlar veriyoruz. Farklı bir tarım için mücadele, toprağın kurtuluşu için en büyük mücadelelerden biridir. u Aynı zamanda hayvanların yardım çığlıklarına cevap veren hayvan dostusunuz. Yaşam enerjinizin ve dengenizin bir nedeni de bu dostlarınızın sevgisi olabilir mi? Asperger sendromum olduğundan hayvanlarla daima sıkı bir ilişki kurmaya ihtiyaç duydum. Çünkü hayvanlarda yanlış anlama diye bir sorun yok. Yazarlık hayatımdan önce de hayvanlar üzerine belgeseller çekiyordum. Ölümden kurtardığım pek çok hayvanım var. Minnet, şükran duygularını yansıtmayı o kadar iyi biliyorlar ki; bu özellik insanlarda pek sık rastlanan bir özellik değil. Dengemi bu sessiz ve sevgi dolu varlıklara borçluyum. İnsan ilişkisel bir varlıktır. Ancak ilişki içinde kendini ötekine göre anlayabilir, kendinin farkına varabilir, kendini tanımlayabilir, olanaklarını ve sınırlılıklarını öğrenir. “Ben” diye bir şeyin var olması ancak “sen” diye bir şeyin var olmasıyla mümkündür. Elbette bedeni olan bir canlı olarak insandan söz etmiyorum, tinsel bir varlık olarak “ben” burada söz konusu olan. Düşünün bir, yeryüzünde cansız varlıkların tümü, bitkiler, hayvanlar var ve bir de siz varsınız. İnsan olarak yalnızca “siz”. Elbette bitkiler ve hayvanlarla bir ilişki geliştirerek bir benlik yaratırsınız kendinize ama bugün tanımladığımız anlamda bir “ben”e sahip olan bir insan olmazsınız. Çünkü insan ancak ötekinin farkına vardıkça kendisinin başka biri olduğunun ayırdına varır ve kendini tanımlayabilmek için benliğinin sınırlarını çizmeye başlar. Bu anlamda benlik kendimizin dışındaki dünyadan kendimizi ayrıştırmamız anlamına gelir, en azından ayrıştırma çabası anlamına gelir. Benliğimizi tanımlayabilmek için ötekine ve dünyaya karşı çizdiğimiz sınırlar kendimizi koruyabilmek için de gereklidir. Sınırlarımızın nerede olduğunu bilirsek ötekinin bize ne kadar yaklaşmasına izin vereceğimizi ve hangi yakınlığın bizim için bir tehdit, bir tehlike olduğunu bilebiliriz. Ama kendimizi korumak, bir benlik sahibi olmak için çizdiğimiz sınırlar, bunu yaparken hedeflemediğimiz başka bir şeye daha neden olurlar. Sınır denen şey, “ben”i ötekilerden ve dünyanın geri kalanından ayırır, bir anlamda izole eder ve yalnızlaştırır. Bizi eksiltir. Ötekinin varlığı bu anlamda bir eksilmedir. Ben bir eksilmedir. Ne kadar “ben” olursak o kadar da eksik kalırız. Bu ölüm kadar trajiktir dersem abarttığım düşünülebilir elbette ama izin verin nörobiyolojik olarak açıklamaya çalışayım. İnsan yavrusu erken doğmuş bir canlıdır. Takriben on sekiz ay kadar erken. Kediler, köpekler en geç iki ay içinde annesine bağımlı olmaktan kurtulur ve hayatına kendi başına devam edebilir. Oysa insan yavrusu erken doğduğu için uzanıp anne memesinden süt bile içemez. Her şey ama her şey için annesine muhtaçtır, ona bağımlıdır. Bağlıdır demiyorum. Bağlılık daha sonra gelişen bir “huy”dur, Aristoteles’in erdemin ne olduğunu tanımlarken kullandığı bir kavrama başvurursak. Yapa yapa geliştirdiğimiz bir huydur bağlılık. Güvenli bir bağ geliştirebilmemiz annemizin tutumuna bağlıdır. Bu anlamda geliştirdiğimiz bağın iyi bir huy, yani erdem olabilmesi annemizin bize olan tutumuyla ilgilidir. Devam edelim. Emekleyerek buzdolabına kadar gidebilmek ve oradan bir şeftali kapıp kemirebilmek için bile ayların geçmesi gerekir. Bu süre zarfındaysa altımız pislendiğinde annemize muhtacız. Acıktığımızda, canımız sıkıldığında, bir yerimiz ağrıdığında, korktuğumuzda ve başka neye ihtiyaç duyarsak duyalım bunu ancak bu ihtiyacımızın farkına varacak olan bir anneye muhtacız. Ona bağımlıyız. Bu şu demektir: Anneniz yoksa ölürsünüz! Bu nedenle bebek uyandığında yanında annesi yoksa etinden et koparılıyormuş gibi ağlamaya başlar. Dehşet içindedir çünkü annesi yoktur ve annesi yoksa bilir ki ölecektir. Bunu düşünsel düzlemde bilemez elbette, henüz dil yoktur çünkü. Bu yüzden de bu bilgi düşünsel hafızada yer etmez. Bu nedenle, ancak düşünsel düzlemde yapılabilecek kimi çıkarımları da yapamaz. “Annem salonda saçma bir dizi izliyordur kesin, biraz sesimi çıkarayım da gelsin beni alsın” diye düşünemez. Aksine annenin yokluğu ölüm anlamına geldiği için dehşete kapılır ve ciyak ciyak ağlamaya başlar. Bu bilgi düşünsel hafızaya kaydolmaz ama bedensel ve duygusal hafızadaki yerini bir güzel alır. Annemizin bizi besleyen, bize bakan kişi olması dışında ve belki de bu yüzden onu çok severiz. İlk sevgi nesnemiz annemizdir. İlk sevgi nesnemiz olan annemiz, aynı zamanda bizim hayatta kalabilmemizi sağlayan ötekidir. Uzatmadan erişkin bir yaşa gelelim. Yaşımız 25 olsun ve bir de sevgilimiz. Her ilişki gibi güzel başlayan “bu şey” bir süre sonra bizi hayal kırıklığına uğratmaya başlamış olsun. –Şimdi “ben” diline geçeyim daha iyi anlatacağım zira–. İlişkimde kendimi o kadar mutsuz hissediyorum ki oturup düşünüyorum ve ayrılmaya karar veriyorum. Önce ciddi bir rahatlama kaplıyor içimi. Aklım var ve ne yapacağımı biliyorum. Gururluyum. Ama ne oldu ki birdenbire? Garip bir huzursuzluk, anlam veremediğim bir korku, sevgilimi bir daha göremeyeceğim düşüncesinin dehşetli huzursuzluğu. “Yanlış mı yapıyorum yoksa ayrılık kararıyla? Bu kadar kötü hissettiğime göre kendimi, onu hâlâ seviyorum demektir. O halde biraz daha denemeli ilişkiyi düzeltmek için. Bir eş terapisine gidelim en iyisi. Alper Hasanoğlu diye birinden bahsediyordu geçenlerde arkadaşım. Umarım çok pahalı değildir seans ücreti!” Yaşadığım şey, sevdiğim kişinin hayatımdan çıkmasının benim ölmem anlamına geldiğini duygusal ve bedensel hafızamın bana hatırlatmasından başka bir şey değildir oysa. “Öteki yoksa sen ölüsün!” Bu anlamda ötekine ihtiyaç duymayan tek varlık Allah’tır. Eğer varsa... Bu nedenle nörotik ve mutsuz olmaya yargılıyız. Önemli olan bu bilgiyle ne yapacağımızdır...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle