13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Hayat Fatih Türkmenoğlu ggeüziznecle [email protected] Mikonos’ta 2 SOKAKTAKİ ben Bu kaçıncı gelişim, seviyorum bu adayı işte. Kıpır kıpır bir havası var. Labirent gibi dar sokaklar, sürekli kaybolmalar, küçücük evlerin alt katlarına açılmış dünya markalarının mağazaları, baş döndürücü yatlar, bir aşağı bir yukarı salınan güzel insanlar… Temmuz, ağustos aylarında iğne atsanız yere düşmez. Gerçi bugünlerde de hiç fena sayılmaz. Okul bebeleri, yeniyetmeler yok piyasada. Daha bir yaşlı, daha bir oturaklı ahali var. Yatlar, iyi oteller, iyi yemekler durumu. Şöyle kallavi bir dondurma, öğlene adanın en güzel lokantalarından Remezzo’nun hakkını ver, otelin süper yatı, 67 yapımı Prince ile Ftalia Beach’e yemeğe git, sonra o sokakların rehavetinde, yel değirmenlerinin yanında güneşi batır… 3 günlük ‘ben’ tatili 3 GECEDEKİ ben “Yalnız tatil”, dünyada yeni yeni çiftlerin de denediği, hatta çok sevdiği bir tür tatil olmaya başladı. Herkes istediğini yapıyor, seçtiği yere gidiyor; kitaplar, spor, yeni yerler, müzeler, her neyse, ilgi alanları çakışmıyor. Tatil sonunda da yepyeni anılar ve fotoğraflarla evde buluşmak çok zevkli oluyor… “Gitmek”, bambaşka bir his. Üstelik yalnız gitmek, bence daha da fazlası. Bazen, gerçekten, tek başına gitmeli insan. “Bir ben, bir de kendim” dediği gibi şarkının. Başka bir şehir, mümkünse bambaşka bir ülke. İlle de “yürüyün, okuyun, müze gezin, gecelere akın” demiyorum. Bu bir “ben” zamanı olmalı. Sizde ne varsa, karakterinizi şekillendiren tüm alt başlıklardan oluşan bir uzaklaşma. Hep birlikte bir arınma, bir yeniden doğuş. Spor, iyi yemek, yürüyüş, yeni dostlar, gece gezmeleri, alışveriş, televizyon, evi ve çocukları özleme; böyle bir karışım işte. Yoksa “Gittin de neler yapmışsındır kim bilir” durumu söz konusu bile değil. Yapan can, bedende durmaz. Küçücük mahallelerde, köylerde neler yaşanıyor, ne dudak uçuklatan skandallar sahne alıyor, gazetelerde okuyoruz. Benim olayım, yalnız kalıp düşünmek. Bir saatte bir yerde olma zorunluluğu olmadan, işi gücü düşünmeden, sorumluluklarımdan birkaç gün izin alıp ben olmak. Gittim ben. Yazın en güzel günleri başlamadan, üç günlüğüne, hâlâ buz gibi Mikonos’a. Geçen ay “buzlar çözülmeden Laponya’ya” demiştim. Bu ay da “yaz sıcağı eritmeden Mikonos’a” diyorum. İnanın gündüzler bile çok sıcak değildi henüz, ama güneş ışığı “yakında hepinizi yakacağım” mesajları vermeye başlamış bile. Oteller sezon hazırlığında, bazıları hiç açılmamış. Kafeler boyanıyor, sokaklar boyanıyor. Mikonos, tüm Yunan adalarının içinde en gösterişli sahneyse eğer, evet, bu sahne, yaz mevsimine, seyircilere hazırlanıyor. Makyajı, saçı, ışığı, dekoru; en can alıcı haliyle dünyayı buyur etmeye hazırlanıyor son sürat. Merkeze yürüyerek 15 dakika mesafede çok özel bir otelde kaldım: Kivotos Butik Otel. 40 odalı, beş yıldızlı, Ege Denizi’nin bütün mavilerini kucaklamış bir cennetti. Şimdi, üç günü hep beraber bölelim üçe… 1 Oteldeki ben İlk 24 saat sadece oteldeydim. İki film izledim, iki saat spor salonunda terledim. Bir saatten fazla özel plajda yüzdüm. Ohhh, mis gibi, deli mavi bir su. Daha çok az turist var, ama benim gibi buz gibi suya atlamaya cesaretleri olanları görünce pek mutlu oldum. Burası adanın en lüks butik oteli, dünya starlarının bile Mikonos karmaşısından uzaklaşıp gazetecilere görünmeden tatil yapmaya geldikleri yer. Dünyanın en güzel yemeklerini yedim, buzlu espressolar içerken, otelin sahibi Philip Michopoulos’la derin sohbete daldım. Philip’in babası bir mimar. Yıllar evvel otelin bulunduğu koya vurulmuş. Özel plajı olan bir arazi. Bir de kayaya vurmuş eski sandal var. “Kivotos”, yani “Nuh’un Gemisi” adının esin kaynağı olmuş bu sandal… Mimar baba, aile rezidansı sıcaklığında bir otel tasarlamış. Dünyanın dört bir köşesinden topladığı antikaları ve sanat eserlerini de otelin her odasına ve salonuna yerleştirmiş... Rot balans ayarına ince bir denge attım. Deliksiz sekiz saat uyudum. O kocaman odamdan hiç çıkmak istemedim. O günü beş kere yaşayabilirdim sanki. Gecenin serinliği, havanın tertemizliği, denizin ferahlığı falan anlatılır gibi değil. Kapıya asılı yeşil taş “odama girebilirsiniz, temizlik yapabilirsiniz” demekti. Kırmızı taş, “rahatsız etmeyin” anlamına geliyordu. O kırmızı taşı kapımın dışından hiç oynatmadım. Ne manzaraya, ne denize, ne kendime doydum… Her sokakta başka bir bar, kafe, kulüp var. Büyük kısmı açılmamış olsa da Mikonos’a can damarı olanlar çoktan açık. Bazıları sadece hafta sonları açıyorlarmış, kimi mayıs sonu müşteri kabul etmeye başlayacakmış. Bunlar benim için detay. Yürürüm, bakarım, seversem kalırım. Benim hatırladığım, sadece ilk gittiğim kulüp, Caprice. “Uykum gelir, hayatta gece çıkamam” falan derken, seke seke üç beş kulüp eskitmişim, bir bakmışım sabah olmuş. İyice tenhalaşmış sokaklarda, benim gibi uyumamış insanlarla kahve içip gülüşüyorum… Üç gün, üç ayrı hayat. Gecenin yorduğu, yok ettiği gündüzde de, yani o belki de yaşamamak gereken üçüncü günde de, uyumak yerine Namos Beach’de alıyorum soluğu. Sadece lokanta, plaj kısmının eğlenceleri daha başlamamış. Yaz ahalisi başka, şimdiki bambaşka. Sanki hafta sonu Çeşme’ye, Alaçatı’ya giden bir İzmirliyim. Kocaman memeli kızlar, plajdaki danslar, durmadan bangır bangır çalan müzik yok. Eğlenmeyi, içmeyi, yemek yemeyi seven insanların topluluğu. Müzikler 10 numara. Bir Yunanca, bir Tarkan çalıyor. Arada birkaç eski İtalyanca da attırıyorlar. Elimde sakız likörü, sonra frappe veya pembe şampanya. İnsanlar el sallıyorlar, içki yolluyorlar, masalarına davet ediyorlar, kartvizitlerini uzatıyorlar. Akşamın rehaveti, güzel bir yerde yeme içmenin sonsuz rahatlığıyla, herkes iyi… Uçak vakti ne çabuk gelmiş, hangi ara havaalanına gidip İstanbul uçağına binmişim, inanın algılayamıyorum… Evet, “bir kendim, bir ben” gittim. Üç gün, yapmam gereken her şeyi unuttum. Hayat normale dönecek, salgınlar bitecek. Ezcümle, Mikonos’ta üç günlük “ben tatili” candır. [email protected] Kahvenin yanına tiramisu İtalyanların ünlü tatlısı tiramisuyu İtalya’daki gibi cia, SeyidoğTADINA BAK lu gibi birçok mekândan sipariş verme yapmak pek şansınız var. mümkün olmaya Ataşehir’deki Bistbilir. Ancak tariro Cabana, Suadifi çok basit, inter ye’deki Vapiano, nette çeşitlendiril Beyoğlu’nda Ara miş halleriyle buCafe ve Eataly gibi lunabiliyor. Yemek mekânların mönüsipariş uygulama sündeki tiramisularının yanı sıra Li lar ise büyük beğeva, Özsüt, Focacni topluyor. Orhun Atmış Ajanda Müzisyenlere destek yine müzisyenlerden! Ekin Beril DİNLE l 2020’de pandemi döneminde ağır iş kaybı yaşayan müzisyenlere yardım için başlatılan Anadolu Rock Aid adlı proje, müzik camiasında büyük bir ilgi görmüştü. Proje kapsamında çıkartılan albüm de beğeni toplarken, albümün ikincisi geçen hafta yayımlandı. 2. albüme ilk albümden birçok müzisyen ve grubun yanı sıra Yol Arkadaşları, Emir Can İğrek & Kurtalan Ekspres, Necati ve Saykolar, Destan, Alper Kayman gibi yeni isimler katıldı. 25 Türkçe rock şarkısından oluşan albüm, tüm dijital platformlarda yerini aldı. l Yorumladığı şarkılarla başlayan müzik serüveninde başarılı adımlar atmaya devam eden yetenekli şarkıcı Ekin Beril, söz ve müziği kendisine ait yeni şarkısı “Körkütük”ü Universal Music Türkiye etiketiyle yayımladı. ‘Bir Sanatçının Galaksi Rehberi’ Karşı Sanat Çalışmaları mart ayını atölye çalışmasıyla kapatıyor. Karşı Sanat’ın bu seneki ilk atölyesi “Portfolyo Kılavuzu, Bir Sanatçının Galaksi Rehberi” adını taşıyor. İki oturumdan oluşan atölye, sanatçıyazar Rafet Arslan ve Mamut Art Project’in sanat direktörü Tuba Kocakaya tarafından hem çevrimiçi olarak hem de Karşı Sanat Çalışmalarında verilecek. Atölye 30 Mart Salı günü 18.00’de başlayacak. (Ayrıntılı bilgi ve kayıt için: [email protected] ya da 0553 419 43 94) katıl Sinema heyecanı başlıyor! l 40. İstanbul Film Festivali 1 Nisan’da İZLE festivalin çevrimiçi gösterim platformu filmonline. iksv.org’da başlıyor. Nisan ve mayıs ayları boyunca her perşembe, cuma, cumartesi ve pazar günü yeni filmler gösterime girecek. l Kerem Görsev Trio ile Sedef Erçetin Chamber Jazz, 2 Nisan Cuma akşamı Zorlu PSM’de hem %100 Studio sahnesi hem de eşzamanlı PSM Online üzerinden yeniden seyircilerle buluşacak. Asimov’un ödüllü serisinden... 1941 yılında genç bir biliminsanı ve yazar olarak Isaac Asimov, Edward Gibbon’ın yazdığı Roma İmparatorluğu’nun Gerileyiş ve Çöküş Tarihi’nden etkilenerek çağının çok ötesinde bir destan yazdı: Galaktik İmparatorluk’un çöküşü ve feodalizmin dönüşü, İkinci Galaktik İmparatorluk dönemindeki güvenli ortamdan geçmişe bakan bir bakış açısıyla anlatıldı. İşte bu süreç sonucunda “Tarih tahOKU min edilebilir mi?”, “Toplum nasıl yönetilmeli?” ya da “İmparatorluklar neden yükselir ve çöker?” gibi soruları sormaktan çekinmeyen destansı Vakıf Serisi ortaya çıktı. Seri, Hugo ve Locus En İyi Roman Ödülü’ne sahip. Serinin kronolojiye göre 6. kitabı “Vakıf’ın Sınırı” İthaki Yayınları’ndan, Ertuğrul Bilal çevirisiyle çıktı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle