Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 27 Mart 2021 Cumartesi ÇİZEN: Özge Ekmekçioğlu Özgür balık gibiyim Armağan Portakal, doğayla iç içe, vahşi ticaretten uzak, özgünlük ve yalınlık peşinde. Kurumsal iş hayatından istifa edip kendi deyiŞiyle özgür bir balık gibi denizlere atlamış. Hayatına keyif aldığı çok şey sığdırmış: Fotoğrafçılık, akvaryuma girmem yazarlık, çiftçilik, kahve üreticiliği, seramik tasarımı, Şehriban Kıraç’la danışmanlık... Armağan Portakal şu anda eşi gazeteci Fatih Portakal ile İzmir Seferihisar’da İş’te Mola Yemek Fatih’te kurdukları Torlak Çiftliği’nde zeytincilikle bulaşık uğraşıyor. Gelin şimdi Armağan Portakal’ın, “Bizim bende büyük bir hikâyemiz u Fatih de İstanyok. Oldukça yalın” bul’daki işi bırakıp dediği yaşamına kulak Seferihisar’a döndüverelim. ğünde nasıl bir sinerji doğdu? u Profesyonel iş hayatını bırakıp böyle bir noktaya nasıl geldiniz? Fatih’in gelmesi bir iki çıta atlamamı sağladı. Bir sürü fikri anında konuşma, paylaşma fırsatımız İzmir’de profesyonel oldu. Çok da güzel oldu. iş hayatım vardı. 2005’te u Fatih’le burada bir prensip kararı alıp isnasıl bir görev dağıtifa ettim. Bir yıl sonra lımı yapıyorsunuz? İstanbul’a taşındık. “Bir Fatih gazeteciliğe yikere istifa edip kendimi ne YouTube’ta devam okyanusta özgür balık ediyor. Sabah kahvaltıgibi hissedince bir daha dan sonra ikimiz de çabu akvaryuma girmem” dedim. Masanın bu tarafında iyice bir burnumu sürttüm. Akla gelmez işler yaptım. 2010’da fotoğrafçılığı hobi edindim. Sonra ufak ufak bir şeyler yazmaya başladım. Sergiler açtım. u 2 yıl önce Blend1601 adıyla bir kahve markası yaratmışsınız, orada nasıl lışma odalarımıza dağılıyoruz. Evde kesin olan şöyle bir görev dağılımı var: Yemekleri Fatih yapıyor, bulaşıkları ben yıkıyorum. Tüm çalışma hayatım boyunca hep bana ait bir hayalle yolla çıkbir şey olsun istedim. GENÇ, ACEMİ AMA GÜÇLÜ u Sonra Torlak Çiftliği’ni kurmaya nasıl karar verdiniz? 2014’te İzmir Seferihisar’da bir arazi satın aldık. Buradaki zeytin ağaçlarını görünce üreten bir yere çevirelim dedik. Ama tınız? Kahve hayalimi arkadaşım Coffee Pacifica kurucusu Alper Ulus’a anlattım. Dedim ki şöyle bir kahve yapmak istiyorum: Kokusu mekânı sarsın. rımlar bunların hepsi sizin fikriniz miydi? Dünya hep güzel yemek yapanları hatırlıyor ama bulaşık yıkayanları hatırlamıyor. Üretmekten, yeni fikirlerden keyif alıyorum. İlk yola çıkarken yakın çevrem ve yol arİstanbul’dan buranın yönetilemeyeceğini İlk yudumda dilimde, yanağımda ve dakadaşlarıma bakıyorum. idrak etmiştim. Toprak, ağaç canlı, sorum mağımda dolgun bir tat bıraksın. YumuBenim sadece bir kupa yapma ya da luluk size ait. Sonra İstanbul’dan çok buşak bir içimi olsun. Yuttuktan sonra lezze bir kahve yapma hayalim yoktu. Hederada yaşamaya başladım. Fatih de her haf ti uzun süre kalsın. Böylece ilk adımları at fim kupa yapmak olsaydı daha seri üreta sonu geldi. Büyükşehirde çalışmışsınız, tık. Tamamıyla bize özel bir ürün olsun is tim yapardım. Ya da Torlak çiftliğinde 12 şirket kültürü almışsınız buraya gelip ha tedim, 16 Ocak 2019’da tam da hayalimay stokta olacak ve satılacak ürünler yasat şu tarihte olacak, budama bu tarihte, deki ürünü yaptık. İsmini de bu tarihten pardım. Duruyorum ama. Toprağıma çok reçel şu tarihte olacak diye planlar yapıesinlenerek koyduk. İlk üretimimizi ise 8 saygı gösteriyorum. Benim yaptığım iş biyordum. Ama öyle olmuyor, doğanın ken Mart 2019’da yaptık. Müşteriler kahvemizi raz daha koşmadan, sabret, hisset ve yürü di kuralları var. Toprak üretirken, zihin çok beğendi. Filtre, çekirdek ve Türk kah şeklinde.. ROMANTİK KAFAYLA OLMAZ ve beden de üretmeli deyip atölyeler başlattık, el emeği Özellikle büyük şehirlerde yaşayıp bir Ege gümüş, seramik, altın tasa kasabasına taşınıp “Artık çiçekle böcekle bahçeyle yaşamak istiyorum” diyen bir kafa var. Bu çok romantik rımlar yaptık. Bu işlerde hep bir kafa. Sorumluluğu çok daha fazla olan bir iş var burada. Çok çalışmak gerekiyor. Boş bırakmaya yol arkadaşlarım oldu. gelmiyor. Tarım yapıyorsanız, canlıyla uğraşıyorsanız etiniz, kemiğiniz, ruhunuz burada olacak. u Kaç kişilik bir ekip var? Ben ve iki ablam var. Aile işi. Ben gıda sanayiinden geliyorum vemiz var. Şimdi dünyada limitli üretilen Yalınlık zenginliktir ama benim hedefim büyümek, sanayileş kahvelerden bir set daha ekleyeceğiz. Nuu Daha fazla ürün ya da seri üretim olmek, seri üretim yapmak hiç olmadı. Biz muneler geldi. Şu anda masamın üstü o saydı mutsuz mu olurdunuz? ailemizden ve geleneklerimizden öğrendi kadar çok planla dolu ki. Evet. Bizi mutlu eden sınırları biliyoruz ğimiz az sayıdaki ürünü kendimiz yapau Ne tür planlar? Fatih’le. Burada özgürce, sağlıklı bir yalım dedik. O yüzden Torlak Çiftliği olarak Çalışmayı ve bir şey üretmeyi seviyoşam, tabiatın içinde bir yaşam, bizim sınırürünlerimiz azdır. El emeği yaparız. Sade rum. Bu yaştan sonra da hep içime sinen larımız bunlar. ce internet üzerinden satarız. bir şey olsun istiyorum. Büyük bir heyeZeytin bizim burada var olma sebebimiz. u Neden Torlak? canla çalışıyorum. Amacım vahşi bir tica Sofralık 5 çeşit zeytinimiz, güneşte pişirdiDedem annemi torlağım diye severmiş ret yapmak değil. İşin içinde emek, tasağimiz reçel ve sakız enginarı konservemiz çocukken. Torlak, genç, acemi ama güçlü rım, özgünlük olsun istiyorum. var. Yalınlık zenginliktir. Saldırgan olmaya kuvvetli demek. Bu, tam bizi anlatıyordu. u Çiftlik, kahve, internetten satış, tasa gerek yok. Kadınlar vazgeçmeyecek! l Şiddet eylemleri tekrarlanmasın diye gerekli hukuki ve diğer önlemler alınmasın. l Şiddet gören kadınlar için yeterli sayıda sığınma evleri açılmasın. Bu köşenin ilk yazısıydı İstanbul Sözleşmesi... Çünkü her lar arasında bu tür eylemler de cinsel şiddet kapsamında değerl Türkiye’de 12 yaşından büyük çocuklar sığınma evlerine alınmadığı için bu yaş çocuğu türlü haktan önce geliyor yaşam lendiriliyor ve doğal olarak ceza olan kadınların kirası karşılanmasın. hakkı. Çünkü Türkiye’de kadınsan ölüme daha yakınsın. Güldün diye, komşun yan baktı diye, kırmızı giydin diye, bir adamı istemeBu senin hakkın öngörülüyor... Sıkıntı yaratan bu madde mi yoksa. Bu imza ne demek? l Günün her saati kullanılabilecek ücretsiz telefon yardım hatları sağlanmasın. l Mağdurlara ve çocuklarına psikolojik ve hukuki danışmanlık verilmesin. di diye hatta sevildiği için öldürüPeki, gericilerin karşı çıktığı bu l Gelenek, töre, din, ya da “namus”, şiddet lür bu ülkede kadınlar... Öylesisözleşme ne diyor, “Eşit bir top eyleminin bahanesi olarak kabul edilsin. ne sıradan, öylesine kolay, öylesilum yaratın, toplumsal cinsiyet l Kadınlara yönelik şiddet suç sayılmasın ve ne pervasızca ki 28 günlük şubat eşitliğini yayın ki şiddet ortaya gerekli cezalar verilmesin. ayında 28 kadın cinayeti 12 ka OLCAY BÜYÜKTAŞ çıkmasın. Bunu sağlamak hemen l Şiddet gören kadının tazminat talep etmesidın şüpheli ölümü yaşandı ülkede. Yani 40 kadın hayattan koparıldı 28 günde... Kadınlar, erkek şiddetini ve kadın cinayetlerini önlemek için “İstanbul Sözleşmesi uygulansın” diye haykırırken birdenbire, bir gece yarısı Cumhurbaşkanı kararı ile Türkiye, ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldı. Mutlaka etraflıca bakıldığında siyasi bir çıkar bulunacaktır. Ancak bir kadın olarak merak ediyorum bir insan, kız çocukları da olan bir baba, toplumdaki şiddet eğilimini gören bir yönetici neden İstanbul mümkün olmayabilir onun için öncelikle tehdit ve şiddet söz konusuysa kadınları aktif olarak koruyun. Bir de İstanbul Sözleşmesi sonrası çıkarılan 6284 sayılı yasayı tam anlamıyla uygulayın. Ola ki bir kadın zarar gördü, o zaman en azından etkin kovuşturma yapın ve etkin ceza sitemi olsun, adaleti sağlayan.” Bir gece yarısı atılan imza ise kadınlar açısından şu anlama geliyor: l Cinsiyet eşitliğini ele alan konular ders müfredatına dahil edilmesin. ni sağlayacak hukuki önlemler alınmasın. l Toplumsal cinsiyete duyarlı politikalar uygulanmasın. l Kolluk kuvvetlerinin yardım isteyene anında yardıma gidebilmeleri sağlanmasın. İstanbul Sözleşmesi ile çıkarılan 6284 sayılı kanunla; bir dizi hak kazanıldı. Şiddet uygulayanın evden uzaklaştırılması, geçici velayet, tedbir nafakası, adresin gizlenmesi gibi... Öyleyse yapılması gereken belli: Yarın daha karanlık bir güne uyanmamak için kadınlar kazanımlarından vazgeçmeyecek... Sözleşmesi’nden vazgeçer? Sözleşmede yer alan hangi unsurlardan rahatsız olur? Sözleşme taraflara, "Zorla gerçekleştirilen evli‘Cinsel yönelim’ kışkırtması liklerin geçersiz kılınabilmesini veya sona erdirilmesini temin edecek yasal veya diğer tedbirleri" alma zorunluluğu getiriyor. Bu mu rahatsızlık yaİstanbul Sözleşmesi 81 maddeden oluşuyor. Bu 81 maddenin hiçbirinde ceyor; doğal olarak buna ev içi şiddet mağduru kişinin haklarının cinsel yönelim farratan madde ya da maat ve tarikatların ve bazı yayın organ kı gözetmeksizin korunması da dahil. Anl “Bir kişiyle rızası olmaksızın vücut parçası larının dillerine doladığı LGBT geçmiyor, cak sözleşmede “eşcinselliği özendiren” veya cisimle cinsel ilişkiye girmenin yanı sıra bir övgü ya da özendirme geçmiyor. Yalnız herhangi bir ibare bulunmuyor. Yanı sıkişinin rızası olmadan üçüncü bir insanla cinsel ve yalnız dördüncü maddede “cinsel yö ra, sözleşme taraf devletlere eşcinsel evlinitelikli eylemlere girmesine neden olmak da cinsel şiddet” kapsamına alınarak cezalandırılması öngörülüyor bu mu rahatsızlık yaratan? l Eski veya mevcut eşler veya birlikte yaşayannelim” ifadesi geçiyor. Bu madde ile taraf devletlere sözleşmedeki hükümleri eşitlik ilkesini gözeterek ve hiçbir ayrımcılık yapılmaksızın uygulama görevi verililiklerin desteklenmesi gibi bir yükümlülük de getirmiyor. Eşcinsel birlikteliklerin evlilik veya sivil partnerlikle tanınmasını sağlayan bir düzenleme de yok. Alper Hasanoğlu de anima Normalin anormalle sınavı… Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe sözlüğüne baktığınızda, normal kelimesinin normlara uyan anlamına geldiğini görürsünüz. Peki, anormal nedir? Aynı sözlüğe göre o da normlara uymayandır. Hiç zahmet etmeyin, yabancı sözlükler de aynı şekilde tanımlıyor bu iki sözcüğü. Bu totoloji karşısında eli, ayağı bağlanıyor insanın. Bir sözcük diğerinin olumsuzu olarak tanımlandığında gerçek bir tanımdan yoksun kalmış oluyorsunuz. Normalin tanımının ne olduğu konusunda felsefeye, tıbba, istatistiksel verilere başvurduğumuzda da doyurucu bir yanıt alamıyoruz. O halde çekinmeden şu soruyu sorabiliriz: Normalin tanımında psikiyatrinin rolü ne olabilir, dahası psikiyatri normali tanımlama hakkına sahip midir? Psikiyatri kendine tıbbın içinde sağlam bir yer edinme çabası ile, asıl görevi olan insanı anlamaya çalışmaktan yavaş yavaş vazgeçip onu tanımlamaya ve tanılamaya girişti. Bunun için de çeşitli normlara ihtiyaç duydu. Bu çaba içinde zamanla psikiyatrinin kutsal kitabı haline gelen “Ruhsal Bozuklukların Tanı ve İstatistik El Kitabı” ortaya çıktı ve gündelik hayatımıza, yaşantılarımıza ciddi etkide bulunmaya başladı. Yalnızca bireysel değil, toplumsal bir önemi de olmaya başladı. Kim hasta, kim sağlıklı, kim tedaviye ihtiyaç duyuyor, dolayısıyla kim malulen emekli olacak, kim çalışmaya devam edecek karar verebilir hale geldi bu kutsal kitap. Kim herhangi bir mesleğe uygundur, kim bir çocuk evlat edinebilir, kim bir uçağı uçurabilir? Birini öldüren kişi katil midir, yoksa tedavi edilmesi gereken bir hasta mıdır? Her şey ondan sorulur oldu. tanı enflasyonu Psikiyatrinin temelini oluşturması arzulanan sinirbilimsel çalışmalar beynin nasıl çalıştığı ile ilgili bize olağanüstü bilgiler verdi, vermeye devam ediyor. Ama bu çalışmalar sonucunda henüz ne tanı ne de tedavi anlamında yeni bir yaklaşım ortaya çıktı. Oysa psikiyatrik tanı sayısı gün geçtikçe artıyor ve bu “tanı enflasyonu” da halkın önemli bir kısmının psikiyatrik ilaç kullanmasına neden oluyor. İnsanların bu kadar çok ilaç kullanıyor olmalarının en önemli nedeni tanıların net olmaması ve tanı sayısının giderek artıyor oluşudur. Üstelik bu duruma bir de şu eklenmektedir; psikiyatri ilaçlarının büyük bir kısmı psikiyatr olmayan hekimler tarafından yazılmakta, nasıl kullanıldığı kontrol edilmemekte, hastalar ilaçlarıyla baş başa bırakılıp ilaç bağımlısı bireyler yaratılmaktadır. Bu kadar çok ilaç yazılıyor da hastalar tedavi mi oluyor sanıyorsunuz? İlaç tedavisine mutlaka ihtiyacı olan ağır depresif hastaların üçte ikisi tedaviye ulaşabilir durumda değildir. Sayısız şizofreni hastası suçlu ilan edilip hapishanelere düşmektedir. rahat bırakın Artık normallerin rahat bırakılmasının zamanı geldi. Gündelik korkuları, her türlü can sıkıntısını, sıradan unutkanlıkları, kötü beslenme alışkanlıklarını hastalık olarak tanımlamaktan vazgeçmek zorundadır psikiyatri. Çünkü ne kadar çok insan normal olmaktan uzaklaşırsa, o kadar çok gerçek hasta tedavi olanağından mahrum kalmaktadır. Bir partiye gittiğimde harika mezelerle dolu büfede karnımı tıka basa doyurmam tıkınırcasına yeme bozukluğu olarak, yüzleri ve isimleri unutmaya başlamam da hafif nörokognitif bozukluk olarak tanılanabilir. Beni terk eden sevgilimin ardından iki aydır kendimi toparlayamam major depresyon, ülkenin gidişatından dolayı duyduğum kaygı endişe ve üzüntü de uyum bozukluğu kategorisine girebilir. Aynı anda birçok şeyi yapmakla ilgili coşkum, bir maili yanıtlarken, laptopun yanındaki bilimsel makaleye dalıp gitmem de erişkin hiperaktivite ve dikkat eksikliği bozukluğu olarak tanılanabilir. Gördünüz mü, bir anda nur topu gibi dört tanım oldu. Burada göstermeye çalıştığım şey, psikiyatrik hastalıkların hastalık olmadığı değil. Aksine psikiyatrik hastalıkların çok ciddiye alınması ve hastaların uygun tedaviye ulaşabilmesi için aşırı gayret sarf etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ama iyice muğlaklaşmaya başlamış tanı kriterleri ve maruz kaldığımız “tanı enflasyonu” normalin sınırlarını iyice daraltarak bunun mümkün olmasını engellemektedir. İnsanın ihmal edilmesinin önüne geçilmesini önlemenin tek yolu psikiyatrinin tekrar felsefeyi anımsamasıdır. Bunun adı da klinik felsefedir.