Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
5 Aralık 2020 Cumartesi 7 Hayat kısa neşenizi kaybetmeyin Hepimizin yaşadığı bu sıkıntılı günlerde Serra Yılmaz ile online yaptığımız sohbette kahkahalar başroldeydi. Serra Yılmaz sinema ve tiyatroseverlerin gönlünde taht kurmuş dünyaca ünlü bir sanatçı ve aynı zamanda etkili bir aktivist, başarılı bir simultane tercüman. Serra Yılmaz ile buluştuk. Emine Uşaklıgil’le beraber yazdıkları Şimdilik Bu Kadar kitabı üzerinden çokdilli ve çok kimlikli hayatını, aşkı, ailelerini, İtalyan yemeklerini ve dost sofralarını konuştuk. Buyrun soframıza… Buyrun leziz sohbetimize…. Kitap, yemek ve biraz da hayat Ebru D. Dedeoğlu Annem beni küçüklükte mutfağa soktu Mutfakta kontrolcü müsünüz? O kadar değil ama Emine’nin eleştirisinden yola çıkarak o tarafımın farkına vardım. Belki Emine yemek yapmadığından içimde bir önyargı vardı. Ondan öyle davranmış olabilirim. Normalde yardım alırım. Tam tersi. “Sen onu doğra”, “sen onu kes”, hemen görev veririm mutfakta herkese (gülüşmeler). Hele sofrayı toplayan birini bulursam derhal (kahkahalar). Yemek yapmak sizin için neyi temsil ediyor ve nasıl başladınız yemek yapmaya? Anneannem annemi mutfağı sokmamış ve annem de yemek yapmayı babamla evlendikten sonra öğrenmiş. Annem ise beni küçüklükten itibaren mutfağa soktu. İlk olarak ise bizim bir ahbaplarımız vardı. Trak ailesi. Onların çok yaşlı, saraydan çıkma bir aşçıları vardı. Evde dolaşırken o aşçının mutfağına girdim. Puf böreği açıyordu bana da öğretti çok hoşuma gitti. Eve gelip puf böreği yaptım. Anneannem bana hayran kaldı. Öyle birdenbire tezahürat görünce derhal gaza geldim (gülüyor). u Şimdilik Bu Kadar, çok eğlenceli ve akıcı. Okurken müthiş keyif aldım. Kitabı oluştururken Emine Uşaklıgil ile eğlendiğiniz çok belli. Nasıl bir süreçte kitap oluştu? Genelde benim evimde buluştuk. Emine de bana yakın oturuyor. Öğle yemeğinde buluşup 23 saat konuşuyorduk. Konuşmalarımızı kaydettik. Çok güldük. Emine gayet allengirli bir kayıt aleti buldu fakat çalıştıramadık. Onun üzerine telefona kaydederek ilerdik, çok basitleşti bizim için hayat. Çok eğlendik, birlikte yemek yaptık, Emine arada bir bana kızıyordu bırak bana da bir iş ver, çalıştır diye (gülüyor). YIKILIYOR, TEKRAR AYAĞA KALKIYORSUN u Mutfakta takıntılı olduğunuzu düşünüyor Emine Hanım… Haklı çünkü hep ben yemek hazırlarım. Arkadaşlar ya sofra kurarlar ya da toplarlar. Ben de yazma sürecinde bu konu hakkında kendi kendime biraz eleştirel bakmayı öğrendim (gülüyor). u Büyük aşklar ve yanında büyük acılar yaşadınız. Levend Yılmaz’la, Hür Yumer’le... Levend Yılmaz’ın gördüğü işkenceler ve Hür Yumer’in hazin ölümü. Bu durumların üstesinden nasıl geldiniz ve hayata sımsıkı, dimdik tutundunuz? Çok fazla seçenek yok. Netice itibarıyla hepimizin başına birçok olay geliyor. Hayatları birazcık kazıdığınızda hiç tahmin etmediğiniz kişilerin hayatlarının altından neler çıkıyor. Dolayısıyla bu durumların çok özel durumlar olduğunu zannetmiyorum. Hayat bu zaten. Hayat, acılar, güzellikler yine acıların birbirini izlemesiyle oluyor. Güç dönemler oluyor yıkılıyorsunuz, tekrar ayağa kalkıp devam ediyorsunuz. Benim bir kızım vardı, onun karşısında dik durma ihtiyacı beni çok güçlü tuttu. Tabii ki Hür söz konusu olduğunda kızımın yaşı büyüktü, desteğini çok gördüm. Herkes gibi, olağanüstü bir şey yok. Bir yolunu bulup acılarımızın üstesinden gelip hayata devam ediyoruz. Belki bu acılar sayesinde de idrak ediyoruz ki, hayat çok kısa ve de yaşadığımız anın keyfini çıkarmak, neşemizi kaybetmemek çok önemli. Şu anda bile akşamları yalnız yemiyorum yemeği. Giriş katında oturan bir mimar arkadaşım var. Luca. Genelde onunla yiyorum akşam yemeklerimi. Geçen gün, provadan döndüğümde kapısını çaldım, o da elinde tabağıyla bana geldi, sonra birden kafama dank etti “ya bu niye beni bekliyor ki yukarı çıkmak için” diye. Anahtarı var zaten. Bir mesaj bıraktım, dedim ki “Luca bak iyi bir pandemi eşi ol, ben gelmeden eve yukarı çık, sofrayı kur, yemeği hazırla, ben de yorgun argın dönüyorum en azından sofrayı hazır bulayım.” O gündür bugündür böyle. Akşam geliyorum hani işten dönen evin babası olur ya… Şimdi anlıyorum erkeklerin bu ayrıcalıkları niye bırakmak istemediklerini (kahkahalar). Çok keyifli. Kalabalık sofra anneannemden u Anneanneniz Seza hanım Harem’de yaşamış bir Çerkes kızı. Hikâyesi eminim ki tüm okuyanları etkileyecektir. Seza Hanım nasıl bir kadındı? Ve neden babanızı sevmiyordu? Babam da olsa neticede erkek u Babanızın annenize boşanmak isteğini mektupla beyan etmesine tepkiniz nasıl? Erkekler bu konularda çok cesur değiller biliyorsunuz. Yüzleşmekten korktuğu için mektuba yazmış her şeyi. Bence bir korkaklık gösterisi. Babam ama neticede bir erkek (gülüşmeler). Biz babalarımızı baba olarak seviyoruz ama gerçekle yüzleştiğimiz zaman babalarımız da bir erkek. Babam o konuda çok ciddi olarak korkak. Anneme mektup yolladığı gibi daha sonra evlendiği Melike’ye de mektup yazmış. Mektubu vermedim ona. Netice itibarıyla ölmüş, o gün yazdığı mektubu mu vereyim? Gereksiz olduğunu düşündüm. Hadi annemle ayrı yerdelerdi, Melike’yle aynı evin içinde ona da söyleyememiş mektup yazmış. Korkak yani.. Betül’e mektuplar u Betül Mardin’le babanız arasında bir ilişki yaşandı mı? İlişki oldu mu bilmiyorum ama babamın Betül’e âşık olduğunu biliyorum. Yazıştıklarını, görüştüklerini de biliyorum da ilişki var mı onu bilemem. Betül bana “Babanın çok güzel mektupları var, sana vereceğim” dedi sonra vermedi. Çok şahsi konular olduğundan üstüne düşmedim. Vitello tonnato (tonbalıklı dana söğüş) u Sizin için çok özel birine hatta aşk kıvılcımları olan birine yemek yapacaksınız. Nasıl bir menü ve ana yemekte ne olur? Tarif? (Kahkaha atıyor) Bilemiyorum mevsimine göre değişir. Âşık olduğum biriyse, etkilemek isteyeceğimden herhalde esaslı bir yemek yaparım. Malzemeler: 1 dana nuarı bir tencerede (düdüklü de olabilir) bir soğan, iki karanfil, defne yaprağı, dört baş sarımsak, bir havuç ile haşlayın ve soğutun. 4 katı yumurta, 150 gram konserve tonbalığı, tercihen zeytinyağında, 1 yemek kaşığı kapari, 6 ançuez filetosu, tuz, biber, nuarı haşladığınız sudan bir miktar, maydonoz veya yaprak kereviz. Dana nuarı hazırladıktan sonra mikserde yumurtaları, tonbalığı, ançuez, kapariyi içine katın, soğutulmuş haşlama suyundan azar azar ilave ederek boza kıvamında bir sos elde edin, ince dana nuar dilimlerinin üstünü sosla bolca kaplayıp üzerine ince kıyılmış maydanoz veya kereviz yaprağı koyarak servis edin. Bir süre buzdolabında durmuş nuarı ince dilimlere kesebilirsiniz. Ferzan’ın sofrasına aç gelmekte fayda var u Ferzan Özpetek sofra ve yemek sahnelerini çekmeden önce gerçek olması için oyuncuları aç bırakırmış. Bu bilgi doğru mu? Yani öyle aç bıraktığını söyleyemem ama şöyle söyleyeyim. Mesela İstanbul Kırmızısı’nda seyircilerin görmediği, atılmış olan bir sahne var. Pandelli’de bir sahne çektik. Kuzu incik yedik. Kaç tane yediğimi hatırlamıyorum. Halit kaç tane yemiştir hatırlamıyorum. Ferzan aç bırakmasa da aç gelmekte fayda var. (gülüyor) Hem sette hem sahne üzerinde yemek yemek çok keyifli. Neden? Belki yasak olduğundan. Mesela bir yemek sofrası sahnesi kuruluyor herkes o masadan bir yemek çalma derdinde. Dekoratörler, yemek sorumluları dekoru yemeyin diye çok söylenirler. Nedense o masadan yemek aşırmak çok zevklidir. Seza Hanım çok baskın bir karakterdi. Dediği dedik bir kadındı. Annem için çok kolay bir anne olduğunu düşünmüyorum. Harem’deki kadınların kendi aralarında iktidar oyunları olduğunu ve orada var olabilmek için baskın olmak zorunda olduklarını sanıyorum. Deli saraylılıkları da biraz oradan geliyor. Akıllarına eseni yapan kadınlardı. Benim anneannem öyleydi. Çok kolay bir hayat yaşamamasına rağmen çok neşeli bir kadındı. İnsan severdi, sofrasında yensin, içilsin çok mutlu olurdu. Anneanneme benzeyen yönlerimden biridir bu. Ben de sofram hep kalabalık olsun isterim. Sert yönleri de vardı. Babamı sevmiyordu. Babamın ailesiyle komşu olduklarından hep onlara kızardı, cimri olduğu için dedemi sevmezdi. Biliyorsunuz cimrilik sadece maddi konularla olmuyor, cimri insanlar duygusal açıdan da cimri oluyorlar. Nitekim dedem Osman Naci, babaannemi mutlu etmemiş. O nedenle de anneannem babamın ailesinden hoşlanmazdı. Dolayısıyla kızı için hayal ettiği evlilik babam değildi. Çünkü babam bilgili, kültürlü, parasız. Sonuçta annemin arzusuna boyun eğiyor ve annem babamla evleniyor. MILANI’LERİN SEKİZİNCİ KIZI OLDUM u Floransa’da yaşamanızın bir nedeni de manevi aileniz Milani’ler mi? Milani’lerle ilişkim hâlâ sürüyor. Floransa’ya gelmemin motivasyonunda onlar da var. Floransa benim İtalya’da geldiğim ilk yer. Duygusal açıdan, hem manevi ailemin hem de eşimin, dostumun olduğu bir şehir Floransa. 2005 yılından beri Floransa’da düzenli olarak tiyatro yapıyorum bu nedenle bu şehrin keyfini yaşamak istedim. Çok da memnunum. Floransa ufak, güzel ve bakımlı bir şehir. Milani’lerin en büyük kızları Donatella da burada oturuyor. u Sizi o dönemde kendi ailenizden bir nebze de olsa ayıran ve Milani’lere daha yakınlaştıran neden neydi? Benim için çekici olan yanı kalabalık olmalarıydı. Ben tek çocuğum, annem babam da tek çocuktu. Dolayısıyla bizde hiç akraba yok. Onlar yedi kardeşti, beşi de aile ile birlikteydi. Bütün çocuklar Fransız okuluna gidiyordu. Tüm aile iki dilliydi. Ben de onların sayesinde İtalyanca öğrendim. Kalabalık, cümbür cemaat sofraya oturmak çok hoşuma gidiyordu. Dolayısıyla ailenin sekizinci kızı, Türk kızı oldum. (gülüyor) BÜYÜK AŞKIN ÖYKÜSÜ u Silvia ile Renzo’nun 75 yaşında başlayan büyük aşkı. Aile arasında nasıl karşılanmıştı bu büyük aşk? Valla çok iyi karşıladılar. Hepimiz biliyorduk. Renzo bize anlatırdı. İkinci Dünya Savaşı esnasında askerliğini yaparken Rezistans’a katılıp Fransa’ya geçiyor. O dönem mektup yollama imkânı olmadığından bir deftere Silvia’ya mektuplar yazıyor. Aradan epeyce bir süre geçiyor. Rezistans’ta Lyon tarafında bir çiftlikte ağırlanırken Yvette’e çok âşık oluyor. Dönüş yolunda Almanlara esir düşüyor. Bu arada aile Yvette’in hamile olduğunu öğreniyor “Palavracı bir İtalyan geldi, kızımızı gebe bıraktı ve kaçtı” diye dövünüyorlar. Yvette’i Paris’e yolluyorlar. Yvette etrafa çaktırmadan Paris’te doğum yapıyor ve bebeği bir bakıcıya teslim ediyor. Renzo esaretten kurtulup Lyon’a geliyor ve karısıyla çocuğuna kavuşuyor. Sonrasında altı çocukları daha oluyor. Renzo savaş sonrasında Floransa’ya geri dönüyor ve Silvia ile karşılaşıyor. Ne yazık ki ben âşık oldum başkasıyla evlendim diyor. İşin komik yanı Silvia da bir Fransızla evleniyor. 3 çocuk yapıyor. Sonra kocasından boşanıyor. İtalya’ya dönüyor. Yıllar sonra evin annesinin ölümünden sonra Renzo ile Silvia’nın yolları tekrar birleşip ömürleri yettiği kadar beraber oluyorlar. Atıf’a sette iğnelerini ben yaptım u Eminim ki setlerde, sahne arkasında şahane anılar biriktirmişsinizdir. Biz de en çok o kısmı merak ediyoruz. Atıf Yılmaz’ın “Seni Seviyorum” filminin setinde çok eğlendik. O sırada Türkan ŞorayCihan Ünal aşkının başlangıcıydı ama henüz her şey gizliydi, umuma mal olmamıştı. Rüçhan Adlı adamlarını falan yolluyor sete. Biz de o zaman set ekibi olarak merak içindeydik. Ne olmuş diye havayı koklayarak dolaşırdık sürekli. (kahkahalar) Atıf sette hastalandı iğnelerini ben yaptım. Don Kişot oyununda partnerim Don Kişot’u oynayan Alessio Boni. Ben ise Sancho’yu oynuyorum. Alessio bir atın üzerinde, at mekanik bir at, içinde atı anime eden biri var. Benim eşeğim ise daha bürlesk bir eşek, süngerden, ben içine girip çıkıyorum. Bir gün oyun sırasında konuşuyoruz “Hadi benimle gelir misin?” diyor “Hadi gidelim” diyorum eşeğin içine giriyorum ve yürüyorum. Orada minik alıcılar var hoparlörler için. Benim altımdaki eşeğin püskülleri alıcılara sıkıştı ve ben dizlerimin üzerine düştüm. Çok sert düştüm. Oyun devam ediyor dedim ki “Düştüm patron” gözümden kıvılcımlar çıkıyor. Eşeğe sövmeye başladım. Sahne arkasındakiler merak içinde. Oyuna devam ettim. Seyirci mizansen olmadığını anlamadı. Alessio “Bu sene UBU en iyi düşüş ödülünü sen alıcaksın” diyor ve gülüyoruz. He zaman bu tip şeyler oluyor. Bu nedenle online tiyatro olmasına karşıyım.