16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 Aralık 2020 Cumartesi 7 Alper Oyun sırası Hasanoğlu de anima kadınların Bir varmış bir yokmuş. Sporcu iki kadın düşünmüş: Kadınlar neden pilates, fitness ve yoga gibi bildik spor branşlarıyla sınırlı kalsın, takım sporlarını denemesin. Erkekler her yaşta her spora başlayabilirken, bunun için her türlü imkânı ve ortamı varken kadınların neden olmasın? Basketbol antrenörleri Ezgi Kırılmaz ve Serra Yıldızlı koymuşlar şapkalarını önlerine SES Kadın Sporları’nı kurmuşlar, kadınları sahalara çağırıyorlar. Basketbol, masatenisi, Elif tokbay voleybol... İsterseniz spor yaparsınız, ya da işi ilerletir maçlara ve turnuvalara katılırsınız. Artık orası size kalmış. Ezgi Kırılmaz, SES kurucusu antrenör u Hiç spor yapmamış kadınlar antrenmanlara katıldığında neler yaşıyorlar, kolay alışıyorlar mı? Bizimle sahaya inen kadınlar, zaten ilk eşiği atlamış, belirli bir özgüvene sahip, güçlü ve cesur kadınlar. İlk kez spor yapanlarla çalışmak bizim için hep daha keyifli oldu. Sıfırdan onların yanında olmak, onlara öğretmek, motive etmek ve potansiyellerini ortaya koymalarında destek olmak bizim için müthiş bir deneyim. Tabii ki sporla beraber olumlu yönde değişimler görüyoruz. İlk etapta tüm sporcularımız “Ben artık spor yapıyorum, kendime daha iyi bakmalı, beslenmeme ve dinlenmeme dikkat etmeliyim” diyor. Ayrıca haftada bir ya da iki gün bizimle yaptıkları antrenmanlar onları daha hareketli bir yaşam konusunda motive ediyor. Yeni sporlar deniyor, sağlıklı olmakla ilgili daha güzel adımlar atıyorlar. Bu bizim için çok değerli. Biz her zaman önce sağlık diyen bir organizasyonuz. Fiziksel ve psikolojik sağlık için spor yaptırıyoruz. Kadınlara özgü, sporun ortak payda olduğu, güvenli bir sosyal ortam yaratarak yeni bir dünyanın kapılarını açıyoruz. GÜÇLÜ BİR KADIN AĞIYIZ u Özellikle kadınlar arası dayanışmaya daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçek. Bu anlamda gruplarınız arasında neler gözlemlediniz? Biz kendimizi asla sadece bir takım, spor kulübü vb. olarak tanımlamıyoruz. Biz her şeyden önce bir kadın topluluğuyuz. Birbirini destekleyen, koruyan kollayan. Tüm kadınlarımız çok ciddi ve geniş networkleri olsa dahi, işlerini, ortaklıklarını, ihtiyaçlarını SES içindeki kadınlarla çözmeyi öncelik biliyor. Tıpkı bir aile gibi. Nasıl ki ilk önce ailenizden, güvendiğiniz insanlardan yardım ve ortaklık istersiniz, tam da bu şekilde oluyor. İş arayanlar, birbirine iş paslayanlar, yeni ortaklıklar, çocuğuna öğretmen bulanlar, hastanede doktor önerenler, birbirine ev kiralayanlar vb. aklınıza gelebilecek tüm destek, yardım ve ortaklıkları gördük, görmeye devam ediyoruz. Güçlü bir kadın ağıyız ve bunu koruEzgi Serra maya devam Kırılmaz Yıldızlı edeceğiz. Aa 35 kadın toplanmış basket oynuyor Ece Öztunç, yardımcı yönetmen: 36 yaşındayım. Reklam filmlerinde yardımcı yönetmenlik yapıyorum, aynı zamanda kendi adıma da bir YouTube kanalım var. 2017 yılından beri ses kadın sporlarının basketbol oyuncusuyum. Zihin ve beden Uzun süredir bireysel sporlar yapıyordum ama bir takımla oynamak, maç yapmak ne demek tekrar hatırladım. Bireysel sporları yaparken odaklanmanız gereken sadece hareketi doğru yapmak iken, basketbolda hem hareketi doğru yapmak, hem takım oyununa dikkat etmek hem de rakiple mücadele etmek işin içine giriyor ve bu da çok yönlü düşünmenizi sağlıyor. Gerçekten hem zihnimin hem de vücudumun çalıştığı bir sporu çok özlemiştim. Aynı zamanda her antreman, her maç ne kadar çok eğlendiğimi gözlemledim. Antremanlara koşarak, uçar adım gitme nedenlerimden biri de bu. Fiziksel olarak kondisyonum çok fazla gelişti, psikolojik olarak da başka insanlarla oynadıkça çok yönlü düşünme yeteneğim arttı. Çevremdeki insanlar ilk başlarda basketbol oynadığımı duyunca “Aa, 35 kadın toplanmış basketbol oynuyor” diye biraz alay eder tarzda baktı ama ne zaman ki gördüler her hafta, bazen haftada 23 antrenmana gidiyorum o zaman “Aa, burda ciddi bir durum var” demeye başladılar. Sezonluk yaptığımız ligimize gelip, profesyonel hakemler eşliğinde yaptığımız maçları da gördükleri zaman, “yaa keşke biz de katılabilsek” dediler. SES Kadın Sporları, aynı zamanda bir dayanışma ve eğlence ağı. Antrenman günlerini iple çekiyorum Özge Çavuş, 40 yaşında avukat: SES Kadın Sporları’ndan SES bünyesinde basketbol oynayan bir arkadaşım aracılığı ile haberim oldu. Katılmadan önce de biraz haberim ve fikrim vardı ama içinde olmak, SES’in bir parçası olmak gerçekten çok eğlenceli ve keyifli bir şeymiş. SES’in 2 kadın tarafından kurulmuş olması da bir kadın olarak beni ayrıca gururlandırıyor. Düzenli spor yapmak, her şeyden önce insanın hem aklını, hem de vücudunu müthiş zinde tutan ve hayata dair stres kaynaklarıyla çok daha iyi mücadele etmesine yarayan bir şey. Bir antrenman sonundaki fiziksel rahatlama ve hafifleme hali gerçekten tarif edilemez, yaşanır bir durum. Ben SES’e başladığımda, hayatımın zor bir dönemindeydim ve bir nevi terapi gibi bu süreci çok daha rahat atlatmamı sağladı. Gündelik hayatın sıkıcı rutinlerinden ve koşuşturmasından uzaklaşarak yeni bir şeyler öğrenmek, yeni bir çevreye girmek, bir takımın parçası olmak insanın hayat enerjisini arttırıyor. Antrenman günlerini iple çektiğimi söyleyebilirim. Sert ve zor bir spor sanıyorlar, ama öyle değil Nil Mühür 48 yaşında, finans danışmanı: Bir arkadaşımın İnstagram hesabında SES’i görüp takibe başladım. İyi bir spor izleyicisi olmama rağmen hiç spor yapmamış biriydim. Aklımda sadece sakatlanmamak vardı desem yeridir. İlk antrenmanla tüm çekincelerimin boşuna olduğunu gördüm. Koçlarımız bizi takım olarak çalıştırsalar da kişiye özel farklılıklar oluyor antrenmanların akışında. SES’de herkes kendi limitlerini geliştiriyor. ailecek maç 4 aydır oynuyorum. Bu kısa sürede dahi vücudumun fitleştiğini, kendimi fiziksel açıdan çok daha iyi hissettiğimi söyleyebilirim. Basketbol, kadınlar için sert ve zor bir spor olarak görülüyor. Hayır, tüm kadınlara tavsiyem, denemeden karar vermemeleri. Nil Mühür ve çocukları. Diyetisyenin kim diye soranlara duyurulur Özlem Gürsoy, sigorta sektöründe yönetici: 1964 doğumluyum. Lise yıllarımdan itibaren hem masatenisi hem de voleybol oynamıştım ve okul takımlarında yer almıştım ama masatenisi benim favorimdi. Geçen gün antrenmanı takiben, çok keyifli birkaç maçtan sonra yanımdaki arkadaşıma söylediğim bir cümle var: SES, bizim hem fiziksel hem de ruhsal olarak nefes almamızı sağlıyor. SES ile birlikte tekrar edindiğim motivasyon, yemek yeme konusundaki disiplinlerimi de değiştirdi ve ayrıca masatenisi dışında, açık havada da düzenli spor yaparak kısa sürede bedenimdeki tüm fazlalıklardan kurtuldum. Bu yaşta bu azim, nasıl başardın, diyetisyenin kim vs. diyenlere duyurulur. Genç yaşamanın tek kuralı var, değiştirin alışkanlıklarınızı, sizi esir alan konfor alanlarınızı, şaşırtın beyninizi, zorlayın sınırları. Bir virüsle kişisel ilişkim üzerine… Bir sabah uyandım ve ben artık eski ben değildim. Bunu hemen fark etmedim ama bir tuhaflık vardı, seziyordum. Sadece bu tuhaflığın bende mi yoksa benim dışımda bir yerlerde mi olduğunu anlamakta güçlük çekiyordum. Uykuluydum henüz, gece geç yatmıştım her zamanki gibi. Nietzsche, şarap ve aşkla dolu bir hayatın kıyısında uykuyla zaman harcamayı pek istemiyordum doğrusu. Ama galiba Nietzsche’nin dizeleri, şarabın kanımda kalan tortusunun izleri ya da aşkın sızısı değildi kendimi farklı hissetmeme yol açan tuhaflık… KAHVECİDEKİ YÜZLER Kendimi anımsamak için klasik sabah ritüellerimi gerçekleştirmeye karar verdim. Yataktan kalktım, mesanemin ağırlığını boşalttıktan sonra hızla duşumu aldım ve giyinip sevgili köpeğim Vegas’la sabah yürüyüşü için dışarı çıktım. Yürüyüşten sonra geldiğim mahallemizin kahvecisi Doorstep’in önünde toplanan ve yüzlerinde net bir şekilde endişe okunan ama bir o kadar da sıkıcı hayatlarına renk gelmiş gibi heyecanla sohbet eden sabah tayfasına, “Merhaba!” dedim. Tuhaflık devam ediyordu, demek ki ben değildim değişen. Hayattı artık farklı olan. Yavaş yavaş seziyordum, kimse kimseye dokunmuyordu. Aslında fena değildi, istemediğim halde birilerinin yanaklarıma yanaklarını değdirmesi pek de hazzettiğim bir şey değildi doğrusu. ÇORBAYLA GEÇER Mİ? “Ne oldu?” dedim bilgisine en güvendiğim arkadaşlardan biri olan sevgili O.’a. Uzun uzun anlattı “Covid19” olarak adlandırılan yeni koronavirüsü ve olası tehlikelerini ve dünyaya Çin’den nasıl yayıldığını ve her şeyin henüz belirsiz olduğunu ve İtalya, İspanya gibi ülkelerde büyük bir dehşet duygusu yaşandığını ve Batı’nın ortaçağ veba salgınları zamanını anımsatan bir biçimde tepki verdiğini ve bizde birilerinin mutlaka hastalanmış ve ölmüş olması gerektiğini ve tabii ki devletin bunu saklamış olma olasılığının çok yüksek olduğunu vesaireyi. Aklıma yattı anlattıkları, peki korkmalı mıydım? Bir yanım, “Güçlüsün sen, ağır bir grip gibi atlatırsın hastalığı, bol limonlu ve karabiberli tavuklu şehriye çorbası da içersin hem, fena mı?” diyordu. Diğer yanım bir virüs yüzünden ölmenin aptalca olacağını ve dikkatli olmamı söylüyordu. Bir başka yanımsa “Hayatın kapitalist sistem mi demeli yoksa? onlara layık gördüğü koşullar nedeniyle kendilerini koruma şansı olmayan milyonlar varken utanmayacak mısın korkmaya?” diye azarlıyordu beni. Önce korkmadım sonuç olarak gerçi şimdi de korkmuyorum ama şu anki duygum başka, ona birazdan geleceğim. Ne yapmam gerektiğini düşündüm sadece. Bir sabah uyanmıştım ve hayat bir virüse dönüşmüştü. Öldürücü olabilirdi, olmayabilirdi de bilinmiyordu, bilinmediği için de daha da tehlikeli duruyordu. “Eh!” dedim, “Bir bu eksikti yani.” Kendi kendime dedim, kimse duymadı. Korkmamaya karar verdim, basit ve temel önlemleri alayım ve hayatıma devam edeyim ben. Zaten işi ve evi aynı binada olan, çocukları, hastaları ve Nietzsche dışında kimseyle görüşmeyen bir deli olduğuma göre bu önlemler yeterli olacaktır diye düşündüm. Kafkaesk hayatımıza Kafka gelmişti gerçekten. “Şato”, uzakta ve kapısı kapalı ve içine nasıl gireceğimiz bellisiz ve küstah tepeden bize bakıyordu. Garip bir “Dava”nın içindeydik ve yargıç kimdi ve savcı kimdi ve üstüne üstlük suçlu kimdi bilmiyordukpeki maktul kimdi? Gidilecek bir “Amerika” da yoktu üstelikgerçekten olmadığı çok sonra anlaşıldı. Sonra sıkıldım. Temel hijyen kurallarına uydum ve tesadüflerin de yardımıyla ve maalesef ülkenin şanslı kesiminden biri olarak sürdüğüm hayatın da yardımıyla hastalanmadım bugüne kadar. Türkiye’de koronavirüs sonrası zatürree olarak ölen ilk kişi tıp fakültesinden sınıf arkadaşım S.’nin babası İ. Amca oldu. 90 yaşındaydı. Geçenlerde de babamın hayatı boyunca en yakın dostu olan İ. Amca öldü. O da 90 yaşındaydı. Gerçekten sıkıldım. Doğayı bizden öç almaya zorlayacak kadar suiistimal eden haset ve hırs dolu, kapitalistsömürgen aklın hegemonyası altında maruz kaldıklarımız yüzünden çok sıkıldım. Sıkıntım artık bir öfkeye dönüşüyor. Platon’un dediği gibi dünyayı yönetenler filozoflar olmadıkça ya da yöneticiler felsefe öğrenmedikçe bu vahşete maruz kalmaya devam edeceğimizi biliyorum ve hiçbir şey yapamıyor olmaktan dolayı içim içimi kemiriyor. TAM BİR ASALAK Sevgili Özge bizi virüsten bir çamaşır makinesinin içinde resmetmiş. Santrifüj posamızı çıkarıp bizi bir kenara atana kadar dönmeye devam mı edecek bu makine? Buna izin verecek miyiz? Yoksa dur düğmesine basıp hayatın bu karanlık gidişini durdurmak için bir şeyler yapacak mıyız? Şunu unutmayalım, hiçbir virüs bir konakçı bulamazsa yaşayamaz. O tam bir asalaktır. Hayatımızdaki virüslerin yaşamaya devam etmesine ve bize zarar vermesine izin veren bizleriz. Onları öldürmemize gerek yok, bizden talep ettiklerine “Hayır!” diyelim yeter. Hayat bambaşka bir yer olacak sonra, bundan eminim, siz de inanın. Hadi!! ÇİZEN: Özge Ekmekçioğlu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle