24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

28 Temmuz 2018, CUMARTESİ 12 saat boyuncaPolis yok, itfaiye yok, ambulans yok her suç serbest GÜLİZ ATSIZ NOYAN SAYFA 3 Dördüncü filmi gösterime giren Purge (Arınma Gecesi) serisi, yüksek tempolu bir gerilim sunarken sahnelerinin altına gizlediği politik ve felsefi sorularla kafamızı allak bullak etmeyi başarıyor. İlk filmde kendilerine Amerika’nın Yeni Kurucu Babaları (NFFA) adını veren bir grup yöneticinin uygulamaya koyduğu yasayla, her yıl bir gece boyunca akşam 7’den sabah 7’ye polis, itfaiye ve ambulansın çalışmadığını, hiçbir suç için cezai yaptırım uygulanmadığını görmüştük. Devlet bu yasayı, topluma bir hediye gibi sunuyordu. Zira bu gece sayesinde, tüm vatandaşlar senede bir gün içlerinde sıkışan öfkeyi ve bastırdıkları tüm duyguları hukuksal bir çerçeve içinde ifade etme alanı bulacak ve bu sayede bir katharsis yaşayacaklardı. Coğrafya kaderdir Bu yasa sayesinde suç oranlarının azaldığı ve ekonominin güçlendiği de iddia ediliyordu. Ancak izlediğimiz hikâyeler bize durumun hiç de öyle olmadığını kanıtlıyordu. Üst gelir seviyesindeki insanlar zırhlı ev güvenlik sistemleri ve araçlarla kendilerini sağlama alırken, dar gelirli insanların sürekli tehdit altında olduğunu gördük. Hatta kimilerinin ailelerini kurtarmak için belli bir para karşılığında öldürülmeyi kabul ettiğini, kiminin de açık artırmada zen ginlere “purge edilmek” üzere hazır halde satıldığına şahit olduk. Daha da fenası, devletin dar gelirli mahallelerdeki binaları kiraladığı misyonerler aracılığıyla “arındırdığını”, yoksullukla gerçekte bu şekilde mücadele ettiğini gördük. Bütün bunlar toplum sözleşmesi, sosyal devlet, Hıristiyan ahlakı gibi pek çok konuyu yeniden deşerken, Ibn Haldun’un “Coğrafya kaderdir” sözünü de bir nevi doğrulamış oluyor. Zira hayatta kalma şansınız şehrin hangi bölgesinde oturduğunuza göre baştan belirleniyor. Yeni gösterime giren dördüncü ve son film İlk Arınma Gecesi, bu coğrafi determinizmi, serinin içinde en çok vurgulayan film. Yasanın çıktığı ilk seneye dönen filmde, uygulamanın bir deney gibi başladığını ve alanının Staten Island ile sınırlandırıldığını görüyoruz. New York’un beş ilçesinden biri olan Staten Island’ın nüfusunun çoğunluğu düşük gelirli insanlardan oluşuyor, siyah nüfusun oranı yüksek, Hispanik ve Asyalı nüfusun oranları da giderek artıyor. New York’un imkânlarından en az faydalanan bölge olduklarından, kendilerine “unutulmuş ilçe” diyorlar. Adadakileri hapsedip, birbirle rini öldürmeleri için para bile veren NFFA’cilerin eylemleri bize çok radikal gibi gözükse de, sosyal hizmetlerden dışlanan gruplar ve bölgelerle ilgili abartısız bir metafor aslında. Trump sloganı aşırdı Filmin Amerika’da ikide bir gündeme gelen bireysel silahlanmanın sınırlandırılması tartışmalarına da uzaktan göz kırptığını söylemek mümkün. Amerikalıların silahlanma hakkı, İkinci Değişiklik (Second Amendment) adını verdikleri, 1791 tarihli anayasa değişikliğiyle korunuyor. Bu değişikliğe imzasını atanlar da aralarında Benjamin Franklin, Thomas Jefferson ve George Washington gibi isimlerin de bulunduğu Amerika’nın Kurucu Babaları. Bireysel silahlanma önüne konan her tedbir, toplumu ikiye bölüyor. Bir taraf silah satışlarının denetlenmesini ve ruhsat alacakların incelenmesini isterken, diğer taraf anayasa tarafından korunan bir özgürlüğün kısıtlanmasını Amerikan değerlerine ve özgürlük anlayışına bir saldırı gibi algılıyor. Seride de, “Purge” yasasını geçirenlerin Yeni Ku rucu Babalar ismini taşıyor olması ve “purge” etmenin anayasal bir hak, hatta neredeyse bir vatandaşlık görevi gibi algılanması elbette tesadüf değil. Zaten seri, sert göndermeler yapmaktan hiçbir zaman çekinmiyor. Abraham Lincoln heykelinin ayaklarının kan gölüne dönmesi, Sam Amca ve “Özgürlük Hanım” kostümlü insanların linç girişiminde bulunması gibi Amerikan izleyicisi için son derece sert imajlar göstermekten çekinmiyor. Hatırlayacağınız gibi Trump ilk seçim kampanyasında “Make America Great Again” (Amerika’yı Yeniden Muhteşem Yapalım) sloganını kullanmıştı. Bir sonraki dönemde ise zaten Amerika’yı dört senede muhteşem hale getirmiş olacağını, dolayısıyla aynı sloganı kullanmasının saçma olacağını açıklayan ABD Başkanı, bir sonraki seçim yarışında “Keep America Great” (Amerika’yı Muhteşem Tutalım) sloganını kullanacağını duyurdu. Trump sloganın, Purge serisinin üçüncü filmi olan Purge: Election Year filminde geçtiğini hatırlatan gazetecilere, “Böyle bir slogan için politikacılar milyonlarca dolar ödüyor. Ben ne kadar ödedim? Sıfır!” diye cevap vermekten çekinmemiş. Gündelik çarpışmalar, iyi vakit geçirmeler, adı konmayan ilişkiler... İlgisiz aşk şarkıları Bİnnaz Saktanber The Chainsmokers’ın günde yüz kere çalan, dilinize takılan, orta tempolu, formüllerine sadık şarkılarından kaçış zor. Instagram çağının müziği bu hafta İstanbul’da. The Chainsmokers, yani zincirleme sigara içenler. Kulağa ne kadar dertli geliyor değil mi? Olsa olsa Eskişehirli bir Müslüm Baba cover grubu veya Seattlelı rakçılardır diyor insan. Ama yok, Alex Pall ve Andrew Taggart’dan oluşan EDM (elektronik dans müziği) grubu The Chainsmokers pek derdi tasası olan bir ekip değil. Üstelik ağızlarına sigara sürmüşlükleri de yok. “Alan adı boştu, biz de aldık işte” diye açıklıyor vaziyeti Pall. “Öylesine bir isim işte” diye cila çekiyor Taggart. Grubun kurulma hikâyesinde de öyle garajlarda yapılan provalar, senelerce sürünmeler yok. Her ikisi de kalbur üstü ailelerden geliyorlar. Ankaralı olsalar Çankaya bebesi, İstanbullu olsalar Mertcan ve Berkcan denebilecek çocuklar. Trend peşinde dört nala 1985’li Pall, New York Üniversitesi’nde müzik pazarlama okuyor ve bir sanat galerisinde çalışıyor, bir yandan da DJ’lik yapıyor. Grubun şarkıcısı Taggart ise 1989 doğumlu. Interscope Plakçılık ’ta staj yaparken bir yandan da şarkılarını Soundcloud’a yüklemekle meşgul. İkisinin de menajeri olan Adam Alpert, “Hadi siz bir grup kurun” diyor ve hikâye 2012’de böyle başlıyor. The Chainsmokers bugün Grammy ödüllü, tek bir videoları 1.2 milyar kez izlenen, The Beatles ve The Bee Gees’den sonra Top 10’da üç teklisiyle birden yer alan tek grup olma rekorunu taşıyan, dünyanın her yerinde yüz binlerce insanı festivallere sürükleyen bir hit makinesi. The Chainsmokers’ın alametifarikası ana akım EDM ile Top 40 tarzı pop müziği ustalıkla birleştirmesi ve trend neyse onun peşinden dört nala gitmesi, tıpkı iyi bir Instagram filtresi gibi. Onların şarkılarını Ibiza’da dev bir kulüpte neon terler içinde veya Maslak trafiğinde herhangi bir radyo kanalını açarak dinleyebilirsiniz. Günde yüz kere çalan, dilinize takılan, orta tempolu, formüllerine sadık bu şarkılardan kaçışınız zor. Peki ne mi bu formül? Bol sintizayzırlı ve kolay eşlik edilir ritimli bir arka planın üstüne bir tutam duygusal piyano akoru, bir çimdik sersemletilmiş hava kornası ve üzerine buğulu, genç bir kadın sesinin içli içli söylediği bir şarkı. Şarkıların sözleri de çok ağır mevzulardan mustarip değil. Konumuz genelde ilişkiler ama öyle derininden değil. Gündelik çarpışmalar, iyi vakit geçirmeler, adı konmayan ama bol ‘like’ getiren ilişkiler, selfi çeken kızlar, ilişkilerinin sosyal medyada nasıl göründüğünü ilişkinin kendisinden daha çok önemseyen çiftler, olabildiğince muğlak felsefi mesajlar ve tüm bunların iki beyaz, hetero ve zengin genç erkeğin ironisiz filtresinden geçmiş versiyonları. Kendi deyimleriyle “ilgisiz aşk şarkıları”. Ortasında kocaman pembe bir flamingonun olduğu, yüzme havuz lu, pastel tonlarda filtrelenmiş bir Instagram fotoğrafının şarkı olmuş halleri. The Chainsmokers eleştiri oklarını hiç çekmiyor değil. Mesela elektronik müziğin bir diğer tanınmış ismi Deadmau5’un “The Chainsmokers ve pop EDM’nin tek ortak özelliği muhtemelen kanserdir” demişliği var. Grubun 2016 MTV Video Müzik Ödülleri’ndeki canlı performansları efsane kötüler arasında yerini çoktan aldı. Haggart’ın “Bu benim ikinci canlı şarkı söyleyişim” demesiyse mum dikti. Bütün dünyada canlı yayımlanan bir törende şarkı söyleyeceksen acaba önden bir iki prova mı yapsaydın? Daha karanlık sularda Pall ve Taggart’ın biyografilerinde kendilerini “toplamda 44 santim” diye tanıtmaları veya bir röportajda Pall’un “Bu kadar parayı niye kazanıyorum ki, daha güzel kızlarla beraber olabilmek için. Bir mankenle çıkmam lazım” demesinin ikilinin itibarlarına pek faydası olmadı. The Chainsmokers hayırcılara kulak verdi mi bilinmez, ama 2018’de yayımladıkları uzunçalar Sick Boy’da daha karanlık suları kulaçladıkları aşikâr. Pastellerden koyu tonlara geçiş, depresif şarkı sözleri, patlamalı iskeletli klipler, asabi ayak vurmalar, ateşe verilen arabalar…İçinden geçtiğimiz dönemin karanlığı düşünülünce belki de bu değişim samimidir diyor insan. Gelir adaletsizliği, kutuplaşma, artan ırkçılık, göçmen düşmanlığı, ekolojik yıkım…Grubun ana dinleyici kitlesinin artık kulüplerde amca muamelesi gören, işailegeçim problemleriyle boğuşan Y kuşağı ile sosyal problemlere çok daha duyarlı ve gelecekten çok daha endişeli Z kuşağı olduğu düşünülürse, The Chainsmokers belki de sadece trendlere uyum sağlamaya çalışıyordur, kim bilir? Kesin olan bir şey var o da deşarj olmaya ve eğlenmeye muhtaç Türkiyeli hayranlarının onları sabırsızlıkla bekledikleri. The Chainsmokers 3 Ağustos’ta İstanbul Küçükçiftlik Park’ta sahnede. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle