24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 21 Temmuz 2018, CUMARTESİ Çocuklara biber yedirmeyin ‘Bir gün mutlaka’Umudunun kalmadığını söyleyenlere en temiz yanıt BÜLENT ŞIK Yazılarımda şu gıda maddesini yiyin, bunu yemeyin demekten genellikle kaçınıyorum. Ama bu yazıda bunun aksini yapacağım. Ülkemiz pazarlarında satılan her dört biberden üçünün klorpirifos kalıntısı içerdiğini düşünüyorum ve bu nedenle de anne ve babalara çocuklarına yeşil biber, dolmalık biber ve salçalık biberi yedirmemelerini öneriyorum. Bu ürünleri sadece çocukların değil yetişkinlerin de yememesi gerekiyor. Nedenlerine aşağıda değineceğim. Klorpirifos (Chlorpyrifos) bir pestisit. Pestisitler tarımsal üretimde kullanılan ve gıda ürünleri üzerinde kalıntı bırakan zehirli maddeler. En zehirli maddelerden biri Klorpirifos bebek ve çocuklarda nörodavranışsal gelişim bozucu olarak nitelenen en tehlikeli 12 zehirli maddeden biri. Nörodavranışsal gelişim bozucu kimyasal maddelerin beyin, omurilik, motor gelişim ve bilişsel yetenekler üzerinde olumsuz etkileri var. Otizm, dikkat eksikliği, hiperaktivite sendromu, disleksi, öğrenim güçlükleri ve diğer bilişsel bozukluklar yol açtıkları sağlık sorunlarından bazıları. 2014 yılında dünyanın en saygın tıp dergilerinden biri olan Lancet’de çıkan bir makalede bebek ve çocuk gelişimine zarar veren klorpirifos’un derhal yasaklanması gerektiği belirtilmişti. Olumsuz etkileri yaş küçüldükçe daha çok artıyor ve en duyarlı olanlar ise bebekler. Özellikle anne karnında iken klorpirifos’a maruz kalındığında entelektüel yetilerimize kaynaklık eden beynin serebral korteks bölgesinin gelişimi olumsuz etki lenebiliyor. Klorpirifos kullanılması hem Avrupa Birliği ülkelerinde hem de ülkemizde 2016 yılında yasaklandı. Klorpirifos içeren kimyevi maddelerin piya sadan da toplatılması kararı alındı. Dolayısıyla gıda ürünlerinde klorpirifos kalıntısı çıkmaması gerekiyor. Peki, gerçek durum ne? Avrupa Birliği ülkeleri ithal ettikleri gıda ürünlerini test ediyor. Testlerde mevzuata aykırı zehirli kimyasal madde kalıntısı bulunan ürünler ihracatçı ülkeye iade ediliyor. Yapılan test sonuçları bir internet portalında yayımlanıyor. Ülkemizin ihraç ettiği gıda ürünlerinde tespit edilen pestisit kalıntılarıyla ilgili bilgilere o portaldan erişmek mümkün. Bu yıl 1 Ocak ile 15 Temmuz tarihleri arasında yapılan testlerde pestisit kalıntısı içerdiği için ülkemize iade edilen 47 parti ürün var. İade edilen ürünlerin dörtte birinin iade nedeni ise klorpirifos. İade edilen ürünlerin neredeyse tamamı biber. Yeşil biber, dolmalık biber ve salçalık biber en çok klorpirifos kalıntısı çıkan ürünler. Klorpirifos sorunu sadece bu yıla özgü de değil; 2016 ve 2017 yılında iade edilen ürünlerde de en yaygın bulunan pestisit kalıntısı klorpirifos; yani yasak olmasına rağmen kullanımı devam etmiş. Ne yapabiliriz? Ülkemize iade edilen ürünlerdeki klorpirifos kalıntılarının miktarı anormal seviyelerde. Bu durum çocuk sağlığı açısından çok ciddiye alınması gereken bir sorun. Tarım Bakanlığı’nın asli görevlerinden biri gıdalardaki pestisit kalıntılarını kontrol etmek ve kullanılması yasak olan zehirli maddeleri piyasadan toplamaktır. Aslında 2.5 yıl önce tarım bayilerinden tamamıyla toplatılması gereken klorpirifos zehrinin gıdalarda yaygın olarak hâlâ kalıntısının çıkıyor olması bu görevini hiç yapmadığını gösteriyor. Bu durumun başka bir izahı yoktur. Son 2.5 yıl içinde klorpirifos kalıntıları konusunda Tarım Bakanlığı’na Meclis’te defalarca soru önergesi verildi. Ama doğru düzgün bir yanıt bile alınamadı. Sorun da çözülmedi. Başka bir inisiyatif geliştirmek gerektiğini düşünüyorum. Önerim bütün biber ürünlerine karşı ciddi bir tüketici boykotu yapmaktır. Ya çocuklarımızın sağlığını korumak için bunu yapacağız ya da piyasadaki klorpirifos stokları tüketilsin diye uğraşan şirketlere, tüccarlara ve görevini savsaklayan kamu kurumlarına çocuklarımızın sağlığı pahasına teslim olacağız. ALİ TUFAN KOÇ “Büyükbabam hapishanede geçirdiği 27 yıl boyunca nasıl ayakta kalabildi? Onu hayatta tutan neydi” diyor soruyor Mandela’nın torunu Zamaswazi Dlamini kitabın önsözünde. Hayat değişiyor, şartlar ağırlaşıyor, Mandela ailesi kayıplar veriyor, her şeye rağmen 27 yıl boyunca mektuplarda bir Mandela cümlesi hep sabit kalıyor: “Bir gün mutlaka….” Güney Afrika’nın ilk siyahi cumhurbaşkanı olmadan önce bir avukat, insan hakları savunucusu ve ‘tutuklu’ydu. 1964 yılının kışında, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldığında 46 yaşındaydı. 1982 yılında Pollsmoor Hapishanesi’ne nakledilinceye dek Cape Town’ın açıklarındaki Robben (Fok) Adası’nda tam 18 yıl yaşadı. Mandela ve diğer ANC liderleri ya hapiste ya da sürgündeyken Güney Afrika’da direniş son bulmadı; yüzlerce insan öldürüldü, binlerce kişi yaralandı. Ancak Mandela, hapiste olmasına rağmen direnişin sembolü olarak öne çıktı. Bunca yıl hapis yattıktan sonra Güney Afrika’nın seçimle iktidara gelen ilk siyahi başkanı oldu, dünyanın çatışma yaşayan başka bölgelerine barış getirilmesine öncülük etti. 1993 yılında Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Geçmişi unutabilmek Mandela’nın hapishane mektuplarında kendi idealleri ve davası uğruna çocuklarını babalarından mahrum bırakması gerçeğiyle yüzleşmesi ve barışması da var; ‘affetmek’, ‘kırgınlık’, ‘intikam’ gibi insanlığın baş etmekte zorlandığı duygulara karşı kılavuzluk cümleler de: “Eğer onları affetmezsek, kırgınlık ve intikam duyguları hep var olacaktır. Biz ise geçmişi unutalım, şimdiye ve geleceğe bakalım ama geçmişteki acımasızlıkların bir daha yaşanmasına asla izin vermeyelim” diyor kızına yazdığı bir mektupta. Kitap, bir belgesel olsa kuşkusuz düşürüldüğü duruma ve hapishane şartlarına, yıllarına odaklanan bir yapım olurdu. ‘Politik suçlu’, ‘D Sınıfı’ mahkum olarak hüküm giyiyor. Hapishanede en az ayrıcalığa sahip grup bu. (Tecavüzden, cinayetten yatanlardan bile daha az) Altı ayda bir, kelime sayısı 500’ü geçmeyecek şekilde, yalnızca bir adet mektup yazmasına izin verildiği bir dönemle başlıyor hapishane yılları. Altı yıl içinde, mahkum hakları üzerine verdiği sonsuz bir uğraş, biraz da yetkililerin kelimeleri saymaya üşenmesinin etkisiyle şartlar değişiyor. “Bütün bunlar beni yavaş yavaş yok etmek ve parçalanarak kaybolmam için yapılıyor, biliyorum. Ama buna izin vermeyeceğim” diyor mektubunda. ‘Kararlılık’ bir yazı karakteri olsa Mandela bunun mucidi olarak adını tarihe yazdırmıştı. Farklı bir Mandela portresi/ biyografisi bu. Mektuplar sayesinde hukukçu, barışçı, devlet lideri, ba rış sembolü bir Mandela’nın baba, eş, amca, dost kimliklerini keşfediyoruz. 1969 yılında eşine yazdığı bir mektupta, terapist Norman Vincent Peale’nin 1952’nin çok satan kitabı ‘Pozitif Düşüncenin Gücü’nü öneriyor; “Metafiziğe olan yaklaşımında fazla değer bulmasam da, insan psikolojisi ve beden sağlığı arasındaki ilişkiye dair yaklaşımı, fikirle ri son derece değerli” diye not düşüyor. İçine düştüğü durumu bir tür ‘hastalık’ olarak nitelendiriyor. “Bu hastalığı yenip ailemle ve sevdiklerimle, ülkemde mutlu bir hayat süreceğim” cümlesinin bir tür mantra olarak sahipleniyor; bu cümleyi telaffuz edebilmeyi bile zafere giden yolda, yolu şimdiden yarılamak olarak görüyor. Son nefesine kadar En ufak bir yaprak kıpırtısında umutsuzluğa kapılan modern insanın umudunu su gibi serinletecek ve iyileştirecek mektuplar bunlar. Mandela’nın mektupları, hayattan/ dünyadan/ insanlıktan umudunun kalmadığını söyleyen insanlara verilecek en temiz yanıt. Mandela, insanlığın gizli bir gerçeğini, umudun aslında ne demek olduğunu bize bir kere daha hatırlatıyor: Umut dediğin, insanla doğar insana rağmen yaşar ve zamanı geldiğinde insanca ölür, son nefesinde. Son nefesinle. Nelson Mandela’nın 27 yılını geçirdiği hapishanede eşine, çocuklarına, dostlarına, yetkililere yazdığı mektuplar on yılı aşan bir araştırmanın sonucunda bir araya getirildi, 100. doğum günü kutlamaları şerefine geçen hafta piyasaya çıktı. ZEYNEP M İRAÇ Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk... Elimdeki kitabın kapağında böyle yazıyor. Konuşulmayı en çok hak eden iki konu belki de. Hele ki konuşanlar Oya Baydar ve Ebru Çapa ise. Her türlü acı tada, açık yaraya rağmen... Bu ülkede geçmişin izlerini konuşmak kolay değil, çünkü geçmiş bir türlü geçmiyor. Dev (kötü olanından) gibi bir şimdinin içinde yaşayıp gidiyoruz. Ebru Çapa kitaba ilk buluşmalarının nasıl bir zamana denk geldiğini anlatarak başlıyor. Evleri basılmış, Oya Baydar’ın eşi Aydın Engin Cumhuriyet davası nedeniyle gözaltına alınmış. Oya Hanım polislere “Evladım, burası yaşlı evi, biz artık uğraşamayız valla. Her şeyi saçtığınız gibi toplayacaksınız” dediğini söylüyor. İtiraz kapısı hep açık Müdana uzun zamandır unutulmuş bir sözcük. Yeni Türkçesi ödün var, biliyorum ama aynı ağırlığı taşımıyor bana göre. Yalnızca sözcük değil unutulan, temsil ettikleri de. Kitabı okuduktan sonra aklımda kalan ilk sözcükte Ebru Çapa ile hemfikirim, Oya Baydar müdanasız bir kadın. Yazar sıfatını henüz Notre Dame de Sion’da okurken “Türkiye’nin Françoise Sagan’ı” olarak tanıtılmasıyla alıyor Oya Baydar. Altmış yıldır da hakkıyla taşıyor. Kitabın bütününe yayılan şeffaf ve nesnel tutumunu kendi yazarlığı için de sürdürüyor: “Benim romanlarımda kurgu hiç aksamaz, buna karşılık bazı yazarların renkli, fantezi saçan, uçuk ama yenilikçi tarzı, o büyülü özel dil bende yoktur”. Okulunun ona verdiği sistematik Kartezyen düşüncenin bir dolu faydasıyla birlikte yan etkisi denebilir. Okulda başarılı ama itiraz kapısı her daim açık bir ‘Gün daima bulutta kalmaz’ öğrenci Baydar. Dünya görüşünün şekillenmesinde de bunun etkisi var. Doğru bildikleri uğruna mücadele vermekten yılmayan, o doğruyu işine geldikçe eğip bükmeyen, bu uğurda bedeller ödeyen, yine de itirazını ya da takdirini başkalarına ipotek etmeyen biri. Bizimki gibi ülkelerde zor bir hayat için daha baştan atılan bir zar... 1959’un Paris’inde keşfettiği sosyalizmin sosyoloji bölümünde öğrenildiği düşüncesiyle girdiği İstanbul Üniversitesi’nde yazdığı, Türkiye’de İşçi Sınıfının Doğuşu ve Yapısı başlıklı doktora tezinin kurul tarafından reddedilişi sadece onun değil, solun tarihinde bir mihenk taşı. Bu durumu protesto eden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının rektörlüğü işgal etmesi, bir ilk olarak yer alıyor arşivlerde. İlk büyük aşk ve ilk evlilik Muzaffer Sencer’den geriye kalan kalp kırıklıkları da var kitapta, ikinci eşi Aydın Engin ile ortak mücadelesinin kilometre taşları da, oğulları Ekim ile ilişkisine dair dürüst analizleri de. Solun kısa tarihi Oya Baydar’ın burada anlattıkları o kadar simgesel ki, “Türkiye’de sol ne yaşadı” diye soran birine madde madde anlatabilirsiniz. 1971’de Sosyalist Parti için Teori ve Pratik Birliği adında bir dergi çıkarıyorlar mesela (İnsanı hayatta soğutan sol dergi adları diye bir yazı yazılsa da okusam). 12 Mart patlayınca ancak dört sayı çıkarabildikleri derginin nüshalarını ya imha ediyorlar ya da saklıyorlar. Yıllar yıllar sonra, 1992’de, 12 Eylül’de terk ettikleri Türkiye’ye geri döndüklerinde tadilattan geçen evin gömme dolaplarının arkasından ustaların şaşkın bakışları eşliğinde dergiler fışkırıyor. 12 yıllık sürgünden sonra şehrine döndüğünde “İstanbul’u nasıl buldun” sorusuna verdiği cevabı es geçmeyelim: “Çok güzel, çok mamur bir köy olmuş”. Değişen yalnızca İstanbul değildi. Ülke de değişmişti, sol da... 1990’lar ve 2000’ler yine farklı mücadeleler içinde, bu kez kendi cephesinden sert rüzgârları da sırtlayarak geçti. Özellikle Taraf gazetesinde Ergenekon ve Balyoz davalarının başında yazdıklarına gelen tepkiler, onun ‘döneklikle’ suçlanmasına kadar vardı. Sonrasında davaları eleştirse de bugüne kadar gelen bu hakaretlerin fişeği ateşlenmişti bir kere. Eleştirilere cevabını kitapta şöyle veriyor Baydar: “Bizler ezberlerimizi bozmaya, dogmaları sorgulamaya açık değiliz. Sanki 1917’deyiz ve dünyada hiçbir şey değişmemişçesine aynı ezberi papağan gibi tekrarlayanlar kendilerini devrimci sanıyorlar. (...) Döneklikten söz edenlere cevabım; ‘Ben olduğum yerde, aynı ufka bakarak sendelemeden sapasağlam duruyorum, dünyadönüyor; siz neredesiniz?” Kitabın son cümleleri ise Nâzım Hikmet’ten. Ebru Çapa’nın “umutlu bir şeyler” talebine şiirle cevap veriyor Baydar: “Sabahın sahibi vardır. Gün daima bulutta kalmaz. Herhal ilerdedir yaşanacak günlerin en güzelleri”. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle