23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 21 Temmuz 2018, CUMARTESİ Uçurtmaları yeniden hayatınıza katın MAHİR ÜNSAL ERİŞ Uçurtmaları kim sevmez? Tel tel ışıldayan kuyruklarıyla gökyüzünde rengarenk süzülen, çocukların yüzlerini sevinçle dolduran bu müthiş oyuncaklardan kim hoşlanmaz? Kimin aklına çocukluğun unutulmaz anılarını, bugüne taşınan özlemlerini getirmez uçurtmalar? En son ne zaman bir uçurtma gördüğünüzü, bir uçurtmayı şöyle makarasından kavrayıp rüzgar boyu koşturarak keyifle yükselişini izlediğinizi hatırlıyor musunuz? Muhtemelen hayır. Çünkü şehirler telleri, direkleri, baz istasyonları, üstgeçitleri, ilanları ve köprüleriyle birer uçurtma mezarlığıdır. Kimi köşelerde elektrik direklerine, ağaçlara, antenlere takılıp kalmış uçurtmalarını görürsünüz ama, çocukluğumuzun yitip giden devrini hatırlatmak ister gibi hüzünle bakarlar yüzünüze. Çocukların sadık dostu Peki çocukluğumuzun bu nefis oyuncağı, insanı uçma hissiyle tanıştıran bu küçük mucize nereden nasıl gelip hayatlarımıza girdi? İnsanlık tarihini değiştiren birçok tarihsel buluş gibi uçurtma da uzak Asya kökenli. Uçurtmaya dair bilinen en eski kayıtlar Çin’de. Ama çocukluğun masum pırıltısının aksine uçurtmanın ilk olarak askeri amaçlı olarak kullanıldığı tahmin ediliyor. İ.Ö 3. yüzyılda General Han Xin’in kuşatmak istediği kaleyle askerini mevzilendirdiği alan arasındaki mesafeyi uçurtma uçarak ölçtüğü, sonra bu ölçüyü baz alarak kazdırdığı tünelle kaleyi ele geçirdiğine dair bilgiler mevcut. Fakat bu dönemde uçurtmanın ağaçtan yapıldığı biliniyor. İşlenmiş ağacın uçabilmesinin esaslı bir aerodinamik bilgisi gerektirdiğini de hesaba katmak gerek. İsa’dan sonra ikinci yüzyılın başında kağıdın bulunmasıyla, (onun da kaynağı tabii ki Çin) uçurtma daha kolay yapılabilir, taşınabilir ve uçurulabilir bir şeye dönüşünce uçurtma askeri hayatın dışına çıkmayı başarmış ve çocukların sadık dostu olmaya da böyle başlamış. Uçurtmanın Batı dünyasına taşınması seyyahlar yoluyla olmuş. Bugün, uçurtmanın Çinli kökeni hala kimi dillerin belleğinde kendini gösteriyor. Örneğin Almancada uçurtma anlamına gelen sözcük (Drachen) aynı zamanda ejderha da demek. Tahmin edeceğiniz üzere ejderha Çin kültüründe uçurtma yapımında en sık tercih edilen formlardan biri. Türkİslam dünyasına ise uçurtma 13. yüzyılda doruğa çıkan Moğol akınlarıyla taşınıyor. Oysa Avrupa’ya ilk uçurtmanın Marco Polo tarafından getirildiği sanılıyor. Uçurtmayı Batı dünyasında olduğu kadar tüm insanlık için önemli kılan detaylardan biri de sanırım Benjamin Franklin’in şimşeğin elektriksel bir şey olduğunu bir uçurtma deneyiyle keşfetmiş olması. Bugün drone’ların yaptığı işlerin de hemen hepsi geçişmişte uçurtmalara yaptırılıyordu. Örneğin kuşbakışı fotoğraflama işleri, örneğin nehir ve şelaleler üstüne yapılan köprüleri taşıyan halatların karşı kıyıya atılması gibi. Niagara Şelalesi üstündeki köprün halatlarının 1906 yılında bu şekilde taşındığı biliniyor. Eski ve leziz bir tat Uçurtma genellikle bir iskelet ve bu iskeletin rüzgarı alttan alarak yükselmesini sağlayacak bir kanat donanımından oluşur. Üçgen, altıgen gibi geometrik şekillerde yapılabileceği gibi balık, kuş, ejderha gibi çeşitli başka formlarda da tasarlanabilir. Önemli olan dengesi, aerodinamiği ve dayanıklılığıdır. Kendi çocukluğumdan hatırladığım uçurtma yapma deneyimleri bu iş için çok da fazla bir şeye ihtiyaç olmadığını gözümün önüne getiriyor. Biz, eşit uzunluktaki üç çıtaya tam ortadan, biri diğerine kırk beş derecelik açı yapacak şekilde birbirine bağlar sonra uçlarını iple dolaşırdık. Böylece kenarı iple çizilmiş bir altıgen ortaya çıkardı. Daha sonra bu altıgeni kap kağıdıyla (ki bu da genelde Sümerbank’In ambalaj kağıdı olurdu) kaplar ve tam çıtaların bağlantı yerinden bir ip çeker ve uçururduk. Peki uçurtma nasıl uçurulur? En önemli ayrıntı şudur. Uçurtmanın havalanabilmesi ve uçabilmesi için gereken ilk şey, azıcık bile olsa, rüzgardır. Eğer iki kişiyseniz biri uçurtmayı rüzgar yönünde tutarken öbürü ipi gerip hareket etmeye başlar. Uygun rüzgarı aldığında uçurtma havalanacaktır. Bundan sonrası ip kontrolü. İpi her zaman gergin tutmanız gerekir. Yoksa uçurtma döner ve eğlenceniz o direklerden, ağaçlardan hatırladığımız hüzünlü görüntülerUçurtmanın bir çocukluk anısı olmasına izin vermeyin. Onu yeniden hayatınıza katın. Böylece çocukluğunuzun coşkusunun da geri döndüğünü fark edeceksiniz. Türkiye’de, İstanbul Uçurtmacılar Derneği adında bir dernek ve bu derneğe bağlı bir de Uçurtma Müzesi var. Buraları görün, irtibata geçin. Çok eski ama leziz bir tatla karşılaşacaksınız yeniden. ‘Şarkıları kafamınSinematografik ve melankolik bir konser içinde görüyorum’ ARTEM İS GÜNEBAKANLI “Şarkı sözlerini okuyup kapak görselini incelemenin, plağı zarfından çıkarıp pikaba yerleştirmenin bir romantizmi var” diyor Steve Wilson. Müziğin çoğunlukla bilgisayar ortamında dinlendiği bir çağda bu romantizme alan açan müzisyen, yarın akşam İstanbul’da. İngiliz müzisyen Steven Wilson, 1980’lerin sonunda kurduğu Porcupine Tree ile progresif rock’a yeni bir yön verirken müziğini poptan caza, metalden elektronik müziğe birçok kaynaktan besledi. Porcupine Tree yanında mesai verdiği projelerle üretkenliğini kanıtlayan Wilson’ın sinematografik ve melankolik anlatımı, 2000’lerde başlayan solo kariyerinde de baskın oldu. 2017’de yayımlanan beşinci solo albümü To the Bone, Wilson’ı 13 ülkeye yayılan albüm turnesi kapsamında bir kez daha İstanbul’la buluşturuyor. Yarın akşam Zorlu PSM’de gerçekleşecek konseri öncesinde Steven Wilson ile son albümünü, dinleyiciyle müzik arasındaki ilişkiyi ve değişimin sırrını konuştuk. ? To the Bone şimdiye kadar listelerde en çok yükselen albümünüz oldu. Sizce bunun sebebi ne? Bu başarının konserlere yansıyan etkileri oldu mu? Bunun birçok sebebi var. Geçen 56 yılda çıkan albümlerin kazandırdığı bir ivme vardı. Dinleyici kitlesi yavaş yavaş büyüyordu ve müziğime gösterilen ilgi gitgide artıyordu. To the Bone, doğru zamanda çıktı. Albümün benim standartlarıma göre daha kolay dinlenebilir olduğunu da düşünüyorum. Geçmişte yaptığım görece ağır, konsept albümlere nazaran bu şarkılardan keyif almak biraz daha kolay. Bu durum özellikle radyoda çalınmalarını kolaylaştırdı. Konserlere baktığımda ise seyirciler arasında daha çok çeşitlilik görüyorum. Eskiye göre daha çok genç ve kadın var, bu harika. Çok daha eklektik bir seyirci var, müzik de aynı şekilde. Konserler biraz daha dinamik. Albümdeki popa yakın duran şarkılar konsere neşeli bir his veriyor, bu da seyirciye ve onların tepkisine yansıyor. ‘Şarkı yazmanın kuralı yok’ ? Albümlerinizin sinematografik yanı çok güçlü. Müzik yaparken görsel olarak ilham aldığınız şeyler var mı? Her şarkı yazışımda, aynı zamanda onu kafamın içinde görüyorum. O şarkının videosunun ya da film versiyonunun nasıl olacağını görüyorum. Sinemasal terimlerle düşündüğüm için de müzik ortaya çıktıktan sonra sinemacılarla birlikte, ona eşlik edecek güçlü görsel içerikler üzerinde çalışmak mantıklı oluyor. Örneğin konserlerde çok fazla görsel kullanıyoruz. Şarkı sözlerinde anlatılanların etkisini artıracak filmler oluyor. Bu da konseri daha sürükleyici ve eğlenceli kılıyor. ? Şarkı yazarken önce imge mi geliyor yoksa müzik mi imgeyi getiriyor? Bu cevaplanması zor bir soru çünkü iki türlü de olabiliyor. Şarkıya bağlı. Şarkı yazmanın hiçbir kuralı yok. Bazen müzik, bazen sözler, bazen imgeler ya da sadece şarkının adı başlangıç noktası olabilir. Konusunun ne olacağını bile bilmediğim ama adını sevdiğim şarkılar oluyor. ? To the Bone albümü ile birlikte içinde demolar, yayımlanmamış şarkılar ve bir kitap olan özel bir boxset yayımladınız. Albümle aynı anda böyle bir set yayımlamak, dinleyiciyle bir nesne olarak albüm arasındaki kaybolan ilişkiyi canlandırma girişimi mi? Bu benim büyüdüğüm dönemden kalan bir miras. Plak aldığımı ve dinleyici olarak kendimle dinlediğim o albüm arasında, plak ve sonrasında CD üzerinden kurduğum ilişkiyi hatırlıyorum. Müzikle fiziksel bir bağ kurmak benim için önemli. Sanatı elimde tutup ona değer vermenin, şarkı sözlerini okuyup kapak görselini incelemenin, plağı zarfından çıkarıp pikaba yerleştirmenin bir romantizmi var. Bu tabii ki streaming ya da indirme ile hissedilebilen bir şey değil. Fiziksel formatları seven ve onlara değer veren dinleyicilerim olduğunu biliyorum. Bu yüzden her albümle birlikte o güzel boxset’leri de yayımlıyorum. Ayrıca ben de bunu yapmayı çok seviyorum. Şarkılara eşlik eden sanatın ve metinlerin yaratıcı tarafına dahil olmayı seviyorum. ? Sound’unuzu ya da prodüksiyon yaklaşımınızı albümden albüme değiştirmekten çekinmiyorsunuz. Hiçbir zaman değiştirmek istemeyeceğiniz bir şey, müzikal bir konfor alanınız var mı? Bence her müzisyenin bir konfor alanı ve klişeleri vardır. Ben de farklı değilim. Müzikal klişelerim, sözlerle ilgili klişelerim, sık sık geri döndüğüm konular var. Daha iyi yaptığımı düşündüğüm şeyler var. Solo bir müzisyen olmanın en güzel yanlarından biri, birlikte çalıştığınız ve işbirliği yaptığınız insanları değiştirebilmeniz. Aslında siz aynısınızdır ama etrafınızda Steve Wilson ki her şey değişmiştir. Bu yaptığınız şeyi taze tutmak, evrilip değişmesini sağlamak için iyi bir yoldur. David Bowie bunu çok iyi yapıyordu. Yıllar içinde birçok farklı müzisyenle albümler kaydetti. Kendisi hep aynıydı ama çalıştığı insanlar hep farklıydı. ‘İzleri takip ediyorum’ ? Ne üzerine çalışıyor olursanız olun, her dönem elinizin mutlaka gittiği albümler var mı? Bilmediğim müzikleri keşfetmeye daha meraklıyım. Bayıldığım eski albümler var ama onları ille de dinlemem gerekmiyor çünkü yeteri kadar duyduğumu düşünüyorum. Sekiz yaşındayken babamın sürekli The Dark Side of the Moon’u çaldığını duyardım ve yapılmış en iyi albümlerden olduğunu düşünüyorum ama 25 yıldır dinlemedim. Duymadığım, bilmediğim bir şeye şaşırmayı tercih ediyorum. ? Bilmediğiniz müzikleri nasıl keşfediyorsunuz? Her zaman yaptığımı yapıyorum. Gençliğimde olduğu gibi, izleri takip ediyorum. Sizi heyecanlandıran bir sanatçı keşfettiğinizde, genellikle o sanatçı sizi başka sanatçılara götürür. Gruptaki birinin başka bir projesi olabilir, albümle ilgili okuduğunuz bir yazıda tanımadığınız başka sanatçılarla karşılaştırılıyor olabilir. Çok albüm aldığım için birçok bağımsız plak dükkânının mail listesine üyeyim. Bu plak dükkânları yeni çıkan albümlerin listelerini, değerlendirmelerini paylaşıyor. Keşfetmenin bir yolu da bu. Bir şey okuyorum, ilgimi çekiyor, albümü alıyorum. Eve gidip dinlediğimde hoşuma gidiyor ya da gitmiyor ama meraklı olmanın güzel yanı bu zaten. Birçok açıdan, müzik keşfetme yöntemlerim çocukluğumdan beri pek değişmedi. Eminim sizde de böyledir. Arkadaşlarınız yeni müzikler tavsiye ediyordur. 21 TEMMUZ 2018 SAYI: 12 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına MEHMET Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni ZEYNEP MİRAÇ TANER Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü ÖZGÜR ÖZKÜ Sayfa Uygulama EMİNE BİLGET Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle