23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

21 Temmuz 2018, CUMARTESİ SAYFA 3 Amerikan adaletiSoru işaretleri seyircinin de aklında uçuşuyor dizilerdeki gibi değil ELİF KEY Staircase davasının detaylı anlatımı davidsrudolf.com’da. 9 Aralık 2001 gecesi Michael ve Kathleen Peterson çifti havuz başında oturuyorlar. Bir bardak daha bir şeyler içip içeri geçecekler ve film seyredecekler. Plan bu. Ancak Kathleen’den ses yok. Michael Peterson meraklanıp eve girdiğinde gördüğü manzara hayatının en karanlık anlarından birisi: Kathleen üst kata çıkan merdivenlerin dibinde, kan revan içinde yatıyor. 911’i arama kayıtlarında Michael Peterson’ın sesi duyuluyor, adresi zor söylüyor: “Lütfen gelin, karım ölüyor!” Az sonra eve ambulanslar ve polisler geliyor. Beş dakika önce mutlu bir evliliği olan eski asker, yazar Michael Peterson beş dakika sonra hem dul hem cinayetin baş şüphelisi! Yas tutamadan mahkemeye Peterson cinayetten yargılanacak, suçu karısını öldürmek. Avukatlar tutuluyor. Ve bir de belgesel ekibi. Çok büyük bir derdin ortasında böyle sarih kararlar alabilen insanlara aklım ermiyor. İnsan o ruh hali içinde belgesel ekibini nasıl akıl eder? Ediyormuş. Peterson avukatlarına “Adil yargılanmayacağımdan adım kadar eminim, başıma çok acayip şeyler gelecek, bunun belgelenmesi lazım” açıklamasını yapıyor. Peterson’ın Netflix belgeseline dönüşecek dehşet hikâyesi burada başlıyor. Karısının yasını tutamadan kendisini bir anda evden toplanan deliller, DNA testleri, aylar süren savunma hazırlıkları, şahitler, jüri üyeleri ve kameralarla dolu odaların içinde bulan Peterson 10 Ekim 2003 tarihinde, 63 yaşında, jürinin ortak kararıyla suçlu ilan ediliyor. Mahkeme Peterson’ı karısını öldürmek suçundan ömür boyu hapse mahkum ediyor. Herkes gözyaşı dökerken Peterson takım elbiselerini çıkarıyor, mahkum kıyafetini giyiyor ve hapse gönderiliyor. Aradan sekiz sene geçiyor. Avukat ve mahkeme masrafları derken iflas bayrağını çeken Peterson’ın avukatları ilk mahkemedeki usulsüzlükleri kanıtlayınca Peterson 300 bin dolar kefaletle özgür kalıyor. Ama böyle bitemez. Avukatların derdi Peterson’ın masumiyetini kanıtlamak, yine temyize başvurulacak. Savcılık “Suçunu kabul etsin, anlaşma yoluna gitsin” dese Rudolf de Peterson buna yanaşmıyor. Mahkeme 8 Mayıs 2017 tarihine yeni bir dava tarihi veriyor. Yine jüri toplanacak, yine aynı süreçler yaşanacak. İşin sonunda çıktığı hücreye geri dönme ihtimali olan Peterson artık çökmüş, zar zor yürüyen ve sürekli ağlayan bir adam. Ve işin fenası seyirciyi de sık sık şüpheye düşüren, garip ve flu bir karakter. Zira Amerikan jürisinin önüne bırakılan hikâyeler, Michael Peterson’ın karısından gizlediği başka bir hayatı ve cinsel yönelimi olması, ama öte yandan şahane anlaşan bir çift fotoğrafı vermeleri, ancak Peterson başka bir ülkede yaşarken yan komşularından kadın olanın da merdivenlerden düşerek ölmesi (ve o ailenin çocuklarını da Kathleen ve Michael’ın evlatlık alması) birer soru işareti olarak sürekli tepemizde sallanıyor. Gerçek kahraman avukatı Hikâyenin asıl kahramanı ne babalarını bir saniye yalnız bırakmayan çocukları, ne ağabeyi, ne de masumiyeti kanıtlanamayan Michael. Tüm hikâyenin parlayan karakteri Michael’ın avukatı David Ru Peterson dolf! Amerikan adaletine, jüri sistemine isyan etse de hukuka olan inancını her şeyin üstünde tutan insan. Kendisine yazdığım mesaja, “Günü tayin edelim” cevabını yazıyor. Bay Rudolf telefonun diğer ucunda. “Size bu davayı almanız için gelen telefonun üstünden neredeyse 18 sene geçti. O anı hatırlıyor musunuz? Ve hayatınızın bunca yılına mal olacağı hiç aklınıza gelmiş miydi” diye sorarak başlıyorum. “Gazetede bu olaya dair bir şeyler okumuş ve umarım bu davaya ben bakarım demiştim. Michael’ın ağabeyi Bill aradı. O sıralar çok büyük bir davaya bakıyordum. Bill’le konuşur konuşmaz Michael’ın savunmasını kabul ettik. Başına çok büyük bir adaletsizlik geleceği konusunda Michael haklı çıktı. Ama ömrümün böyle bir parçası olacağı aklımın ucundan dahi geçmedi!” diyor. Belgesel olmasına ilk başlarda mesafeli dursa da sonrasında bunun faydalı olabileceğine o da ikna olmuş. “Michael yaşadıklarını kaydetmek istiyordu, benim derdimse Amerikan adaletinin dizilerdeki gibi olmadığını, gerçeğin dizilerden daha farklı olduğunu, adaletin tecelli etmeyeceğini anlatmaktı” diyor. 36 yıldır Beş dakika önce mutlu bir evliliği olan eski asker, yazar Michael Peterson beş dakika sonra hem dul hem cinayetin baş şüphelisi! Avukatlar tutuluyor. Ve bir de belgesel ekibi. Peterson’ın Netflix belgeseline dönüşecek dehşet hikâyesi burada başlıyor. ceza avukatlığı yapan Rudolf çok büyük davaların avukatı olsa da özellikle bu davada çok yorulmuş. Mesleğini ve hayatı ve her şeyi sorgulama noktasına geldiğini söylüyor. Haftanın her günü, günde 18 saat çalıştığı bir davanın bu kadar gidip gelmesi, Amerikan medyasının davaya yaklaşımı ve çarpık haberlerle dolu yayınları Rudolf’un sinirlerini yıpratmış. En merak ettiğim şey, hiç Michael Peterson’a inancını yitirdi mi? “Asla” diyor. “Bir gün, bir saniye bile Michael’ın anlattıklarından, masumiyetinden şüphe etmedim, yoksa bu davayı kabul edemezdim. Ellerimi yıkayıp hayatıma devam edemezdim. Ceza avukatlarının derdi para değil adalet, Türkiye’den bilirsin zaten sizde de yaşanıyor böyle şeyler” diyor. Rudolf sadece bu davayla tanınan bir ceza avukatı değil. 2017 yılında gazetelerde boy boy haberlerinin yapılmasına sebep olan, ‘yanlışlıkla’ tecavüzle suçlanan, 25 yıl hapis yatan ve kendisine kuru kuru “Kusura bakma” denilen Tim Bridges adlı bir adamı kurtarıp North Carolina eyaletinden 9.5 milyon dolar tazminatı koparan bir avukat. Bugünlerde Michael torunlarıyla vakit geçirirken Rudolf başka ceza davalarına hazırlanıyor. Rüyaydı kâbusa döndüHavada sallanan testere, kumsalda kaybolan adam, silahlı plaj partileri GÜLİZ ATSIZ NOYAN Dehşet Kapanı Güneş, kum, deniz, eğlence denince yüzümüze bir gülümseme yayılıyor değil mi? Ya her şeyin tersine gittiği tatiller? Bütün hayatın altüst olduğu, havanın artık ısıtmadığı, aksine ürperttiği tekinsiz tatillerin filmleri... Güneşi ve sıcağı sevmediğim için, yazın sahillere inmek bir tek bana mı tekinsiz geliyor yoksa herkesin aklının gerisinde bir huzursuzluk oluyor mu diye merak ediyorum. Kızgın kumlardan serin sulara atlamak dinlendirici olabilir, seyahat etmek, yeni yerler görmek eğlenceli olabilir, yolda olmak bir yerden bir yere gitmek insanı yenileyebilir. Yine de kapıdan çıkarken evle karşılıklı o son bakışma, biraz ürpertici değil midir? Ne güzel oturuyorken, bir belirsizliğe doğru bile isteye yola çıkmak heyecan verici olduğu kadar ürpertici de. Ne zaman bir tatile çıkacak olsam, bunları düşünmeme neden olan filmlerden beşini sıraladım. Tatil veya kamp yapmak üzere yola çıkan bir grubun başına türlü korkunç şeylerin geldiği bir dolu korku filmi var. Blair Cadısı, Dehşet Kapanı, Deh şetin Gözleri, Tepenin Gözleri, The Green Inferno gibi birçok film, bazen en iyisinin oturduğum yerde oturmak olduğunu düşündürür bana. Bu türün bence en iyi örneği de Texas Chainsaw Massacre… Slasher türünün ilk kurallarını belirlemiş ve de korku sinemasının en önemli karakterlerinden biri olan Leatherface’e hayat vermiş gerçek bir klasik! Son sahnesinde, Leatherface’in testereyi havada sallayarak adeta dans ettiği an için tekrar tekrar seyretmeye değecek bir film. Bir kere sevdikten sonra da, uzunca bir süre devam filmleri ve yeniden çevrimleriyle haşır neşir olmaktan kendinizi alamayabilirsiniz. Bu türün dışında, ilk aklıma gelen filmlerden biri Funny Games. İzlemeden önce sevimli bir aile filmi olmadığını biliyordum ama rahatsız etme derecesi tahminlerimin ötesindeydi. Film ilerledikçe şiddettin dozu da artırıyor. Filmin, yönetmeni Haneke’nin The Seventh Continent, Benny’s Video ve Caché gibi diğer filmlerindekine benzer bir tekinsizlik damarı taşıdığını söylemek mümkün. Harika bir kötü film En sevdiğim yönetmenlerden biri olan Luca Guadagnino’nun, Sen Benimsin adlı filmi ise izleyeni kıskandıracak güzellikte bir İtalya tatili gibi görünüyor. Benim Adım Aşk ve Beni Adınla Çağır filmlerindeki gibi, yarattığı Akdeniz dü şünü önceki hayatımızdan bir şeyler hatırlıyormuşuz gibi beş duyumuzla birden hissetmemizi sağlıyor. Ancak filmin sonlarına doğru beklenmedik bir gelişmenin ardından her şey bozuluyor. Karakterler darmadağın oluyor ve sanki filmin renkleri bile biraz soluyor, güneşli günler gidiyor, bulutlu ve esintili hava, izleyicinin bile ürpermesine neden oluyor. Yine sevdiğim yönetmenlerden biri François Ozon’un, Kumun Altında adlı filmini de anmadan geçemeyeceğim. Kariyerinin en iyi performanslarından birini sergileyen, efsane oyuncu Charlotte Rampling, kocası kumsalda ortadan kaybolduktan sonra ruhsal değişimler geçiren bir kadını oynuyor ve bu psikolojik yolculuğunun her adımını fazlasıyla hissetmemizi sağlıyor. Son olarak da Bahar Tatili’ni tatile çıkamayan The Green Inferno ve bundan ötürü üzülenler için özellikle seçtim. Kendisini ilk kez bir gece yarısı, tam televizyonu kapatıp yatmak üzereyken, kanallarda yapılan o malum son turu yaparken yakalamıştım. Oyuncu kadrosunda James Franco, Vanessa Hudgens ve Selena Gomez’in bir arada olması garip geldiği için başladım ve gözümü kırpmadan izledim. Tatile gidebilmek için para bulmaya çalışan üniversiteli birkaç arkadaş, kendilerini plaj partileri, uyuşturucu mafyaları, silahlar, James Franco’nun metal dişleri ve sarhoş ergenlerle dolu bir ortamda buluyorlar. Film o kadar saçma ilerliyor, o kadar kötü ki bakmaktan kendinizi alamıyorsunuz. Anlatılmaz izlenir harika bir kötü film ve her an kült olabilir. Sadece Franco’nun havuz başındaki kuyruklu piyanoda Britney Spears’dan Everytime’ı çalıp söylediği sahne için bile izlemeye değer. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle