23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 14 Temmuz 2018, CUMARTESİ Maraş’tan bir haber geldi! MAHİR ÜNSAL ERİŞ Bir düşünün, sofra hazır, yemeğe oturmak üzeresiniz, ya da ütü yapıyorsunuz, belki birer gazoz açtınız, serin serin içeceksiniz. Birden sirenler çalmaya başlıyor. Panik, telaş, yaygara, oradan oraya koşuşan, tıklım tıkış arabalara binip kaçışan insanlarla doluyor sokaklar. Sonra birden sessizlik. Öyle sonsuz, öyle ürkütücü bir ölüm sessizliği ki sanki hiç insan eli değmemiş. Oysa sofralar kurulu, ütü hâlâ fişte, gazoz şişelerinin kapakları açık, içleri yarım. Nasıl bir manzara canlanıyor gözünüzde? Çernobil gibi değil mi? Çernobil’i hatırlıyor musunuz? Hani Kazım’ımızı ve birçok insanı bizden alan, dönem bakanının “Yahu çayda radyasyon mu olur?” deyip basın karşısında çay içmesine sebep olan Çernobil’i. Şimdilerde otlar sarmış metruk sokakları, bir kere bile çocuk gülüşleriyle dolamadan terk edilmiş ürkütücü lunaparkıyla hatırlanan o kasvetli Çernobil’i. Kederli bir Akdeniz rüyası Ama size bahsedeceğim şey Çernobil değil. Maraş. Ya da Rumca adıyla Varoşa. Kıbrıs’ta, Magosa’nın hemen yanı başında bir dünya cenneti. Tam kırk dört yıldır, fare, yılan ve akreplere terk edilmiş, bomboş sokakları ve kapısıçerçevesi inmiş görkemli binalarıyla mazinin ışıltılı zamanlarının dişleri dökülmüş mahzun hatırası olarak defnedilmeyi bekleyen bir ölü gibi orada öylece duruyor. Giriş yasak, hem Rumlara hem Türklere. Tüm kapılarında askerlerin beklediği, sanki ceza verilmiş gibi öyle kederli, yaşlı ve bomboş bir Akdeniz rüyası. Raquel Welch geçmişin Maraş’ında. Maraş’ın yükselişi 70’lerin başında başlamış tı. Altın gibi ışıldayan kumları Mısır’dan getirilmiş Glosa plajı, İngiliz Kraliyet Ailesine ait, “Yedi Yıldızlı” olduğu söylenen oteli, kumarhaneleri, tenis kortları, muhteşem binaları, turistik tesisleri, en seçkin markaların mağazalar açtığı caddeleriyle Maraş, kısa bir sürede yalnızca Kıbrıs’ın ya da Akdeniz’in değil, tüm dünyanın mutlu azınlığının ilgisini çekmeyi başarmıştı. Elizabeth Taylor’dan Brigitte Bardot’ya, Richard Burton’a birçok şöhretli ismin tatillerini geçirmeyi tercih ettiği, Sophia Loren’in bir villa satın alıp yaşayacak kadar bayıldığı Maraş parmakla gösterilen tatil ve turizm merkezlerinden biri oluverdi. Hızla yükselen modern binaları ve yüksek sayılabilecek tatil standartlarıyla dönem mecmualarının kapaklarını süslüyor, seçkinlerin tatlı hayatlarına bir yaz rüyası oluyordu. En parlak zamanlarının doruğuna çıktığı demlerde Maraş, Kıbrıs’taki tüm otellerin yarısını barındırıyor, adanın turizm gelirinin ise yarısından fazlasını tek başına elde etmeyi başarabiliyordu. 44 yıldır kapalı Sonra o gün geldi. Şu az önce bahsettiğim sirenler çaldı. 14 Ağustos 1974’te, Türk ordusunun ikinci askeri müdahalesiyle birlikte Maraş bir gün içinde boşaltıldı. Toplanmamış sofraları, fişten çekilmemiş ütüleriyle evler, şatafatlı oteller, galerilerinde sıfır kilometre, 74 model otomobillerin beklediği mağazalar, okullar, kumarhaneler, plajlar, publar, barlar, lüks restoranlar bir günde, ansızın terk edildi. Ve Maraş, o günden sonra Kapalı Maraş oldu. Artık bölge halkı tarafından bu adla anılıyor. Şaşaayı ve şatafatı görmüş, mutlu günler, pırıltılı yazlar yaşamış bu şehir 44 yıldır TürkRum tarafları, Birleşmiş Milletler ve İngilizler arasında bir pazarlık konusu olarak eskiyip kararmış yüzüyle öylece bekliyor yaşlanarak. Şehrin arazisinin Kıbrıs Türk evkafına ait olduğu ve bu nedenle Türklerin yaşamına bırakılarak açılması gerektiği söylenir. Ancak uluslararası hesapların döndüğü meselelerde elbette çözüm bu kadar kolay erişilebilen bir şey değil. Doğa, kendisinden koparılan, insana mal edilen her şeyi geri kazanmakta, kendine döndürmekte epey mahir. Bugün Kapalı Maraş da doğanın geriye çeviren elinin altında. Sokaklarını ot bürümüş, evlerin içleri kuş pislikleriyle örtülmüş, yılanlar, çıyanlar bir zamanlar dünya şöhretlilerinin dolaştığı sokakların kuytularına yuvalar kurmuş ve tüm binalar, kapı kollarına varıncaya kadar yağmalanmış. Bir de metruk havaalanı var ki görseniz içiniz acır. Dilerseniz üşenmeyin, şöyle bir açıp bakın Maraş’ın Kapalı Maraş olmadan önceki ve şimdiki hallerine internetten. Umut edelim ki kapıları açılsın, yeniden o ışıl ışıl günlerine dönsün. Kıbrıslı çocuklar da sokaklarında hayaletlerin dolaştığı söylenen Maraş’ın korkunç hikâyelerinden kurtulsunlar. Whitney Houston’u‘Hayatımın en büyük şeytanı da benim, en iyi dostu da’ kim öldürdü? ALİ TUFAN KOÇ CocaCola, MTV, Nike, Michael Jackson’ın “Moonwalk” dansı, McDonald’s ve o, Whitney Houston. Popüler kültürünü en büyük politik silah olarak, bir salgın gibi tüm dünyaya yayan 80’ler Amerikası’nın biricik popstarı/divasıydı o. Konserlerinde açılan “Amerikalı olduğumuzla gurur duymamızı sağladın”, “Bize ihtiyacımız olandan daha fazla sevgi verdin” pankartları abartı bir sevgi seli değil, makul bir durum tespitiydi. Oprah’dan, Beyoncé’dan önce o vardı. Seçilmiş olduğundan şüphesi yoktu. Gram çatlamadan, kırılmadan, kusursuz bir oktavla ve yürekle söylediği şarkılarının milyonlarda yarattığı, en büyük etkiydi. Ölümünden altı yıl sonra, Whitney Houston’u tekrar manşetlere taşıyan sebep, geçen hafta gösterime giren Whitney adlı film. Bir müzisyen belgeseli değil bu. Konser görüntüleri, liste başarıları ve kayıtların kamera arkası görüntüleri tadımlık/ hikâyeye renk ve ses katmalık. Asıl odak noktası, hayatına dolaylı yoldan, yakını üzerinden ‘şöhret dalgası’ çarpmış ortalama insanların yaşadığı güç zehirlenmesi sonrası parçalanan hayatlar, verilen kayıplar ve yitirilen sesler. Ne güçlü, ne zayıf... 11 Eylül’den birkaç gün evvel, Michael Jack son ile birlikte verdiği konser sırasında sahnede ver diği fotoğraf, yolunda gitmeyen işlerin kanıtı olur. Kemikleri sayılırcasına zayıf hali sonrası, tadından yenmez bir ‘tabloid’ malzemesine dönüşür. Çözüm niyetine üretilen yüz yüze 60 dakika röportajı için televizyona çıkması ‘sonun başlangıcı’ olur. Söyle şi sırasında Diane Sawyer’ın sıraladığı seçenekler den (alkol, ot, kokain vs.) hangisinin en büyük şey tanı olduğu sorusuna “En büyük şeytanım bizzat be nim. Kendim. Bunların hiçbiri” yanıtını veriyor, yü zünde kocaman melek bir gülümseme. “Hayatımın en büyük şeytanı da benim, en iyi dostu da” cümle sini “En güçlü de değilim, en zayıf da” takip ediyor. Sanki, bu cümlelerinin, ölümünden sekiz yıl sonra Kolay değil. Homofobik aile, kızını ve şöh çekilecek bir belgeselde kullanılacağından adı gibi retini korumak adına, en yakın arkadaş/asistan/ emin ve kararlı, gözlerinizin içine bakarak konuşu ‘gizli’ sevgili Robyn’i oyun dışı bırakıyor. ‘Kur yor, sesi gırtlağından değil ciğerinden çıkıyor. tarıcı meleği’nden uzak yaşayan o. 1988 So Doğup büyüdüğü kentteki kiliselerde her gece ul Train Müzik Ödülleri töreni, kendi teninden/ Whitney’in sağlığına kavuşması için duaların edil ırkından oluşan siyahi izleyici tarafından “ar diği, şarkıların söylendiği bir dönem bu. “Uyuşturu tık fazla beyaz” gerekçesiyle yuhalanan, bir dö cuyu bu hikâyenin dışında bırakın” diyor oysa. Hat nem siyahiler tarafından boykot edilen o. De ta “Herkes ve her şey bu hikâyenin dışında.” Kal li divane âşık olarak evlendiği müzisyen Bobby binden öyle geçtiği için böyle bir dönem yaşıyor, Brown’un darmadumanlığına maruz kalan da hayatında kurban aramıyor, ailesi ve etrafı onlarca o. Umudunu yaşatmasını her noktada buluyor. ‘zanlı’yla dolu olmasına rağmen. Belgeselin yönet Michael Jackson’un çocuk tacizi davalarıyla bo meni Kevin McDonald’ın kamerası, tüm soğukkan ğuşması da hemen hemen aynı döneme denk ge lılığıyla hepsini tek tek ifşa ediyor, iki saatlik bir sü liyor. Bir dönemin iki büyük sahne yıldızı hayat re zarfında bizlere aktarıyor. larının en zor günlerinde Sağ baştan sayalım: gizlice otel odalarında bu Abiler, ilk yıllardan iti luşuyor, tek bir kelime et baren ‘Whitney Houston’ meden, birbirlerinin gözü prodüksiyonun baş mi nün içine bakarak saatlerce marları olarak ekibe da duruyorlar öylece. hil oluyor. Tur yöneticisi, güvenlik vs. gibi rollerle bir yandan kız kardeşleri Güç zehirlenmesi ne ‘göz kulak’ oluyor; di Kişisel asistanı belki de ğer yandan ‘Whitney’nin tespitinde haklı. Hayatı bo abisi’ unvanının hakkını yunca evinin dönüş yolunu ve kredisini sonuna kadar bulmaya çalışan bir kız çocu kullanıyorlar. Her yerde ğu gibi yaşadı, izini kaybetti, parti, kadın ve uyuşturu kendi kapanına kısıldı ve bir cunun olduğu bir girdaba daha hiç çıkamadı. düşüyor. Dönecek evini de ‘güç’ Rehabilitasyon ko zehirlemişti. Hayal ettiği ve nusunda fikrini al basının gördüğü ‘sevgi do mak için ulaştığı ba Müzisyen eşi Bobby Brown ile. lu ve birbirine bağlı aile tab bası ise “Rehab’lık bir losu’ belki de hiç olmadı. durumun yok senin. Taş gibisin” diyebiliyor. Belgeselde abilerden gelen bir itirafı, yıllarca bir ‘Whitney’nin babası’ olarak açılan kapılar, ula likte çalıştığı bir yakın dostu da doğruluyor. Ho şılan şöhret isimler ve en önemlisi altında çalış uston kardeşlerin çocukluk yıllarında ‘kuzen’ Dee tırılan ‘beyaz’lar görkemli geliyor. Para kaçırdı Dee Warwick tarafından düzenli bir şekilde ta ğı açığa çıkana kadar kızının tüm idari işleriyle ciz edildiği gerçeği yaklaşık 40 yıl sonra gün ışı bizzat kendisi ilgileniyor. Artık işlere karışma ğına çıkıyor. Aretha Franklin’in arkasında sahne ması rica edilince öz kızına 100 milyon dolarlık alan, dönem dönem televizyonlara da çıkan mü tazminat davası açmış bir baba var hikâyenin zisyen Warwick’ın kara gölgesini Houston kardeş bir köşesinde. Plak şirketi 2000 – 2004 yılla ler yıllar boyunca annelerinden bile saklıyorlar. Ta rı arasında, sırf milyonların beklediği kayıt ta ki belgesel çıkana kadar. (Warwick, Houston’dan mamlansın diye Whitney Houston’un en ağır birkaç yıl önce vefat etti.) uyuşturucu kullandığı dönemdeki astronomik Ne yaptıysa kalpten, başına ne geldiyse kalbin harcamalarını sorgulamadan karşılıyor; yönelti den. “Ben ölmek isteyen biri değilim” diyor bir te len eleştirileri “Biz sadece stüdyoda çalışabilsin levizyon söyleşisinde. Bu haykırış çok tanıdık. “Biz diye yardımcı oluyorduk” minvalinde sayıkla bu filmi görmüştük” dememek, güç düşkünü baba ve malarla, “Uyuşturucudan haberimiz yoktu” ye kötü erkek arkadaş kurbanı Amy Winehouse’ı anma minleriyle geçiştiriyor. mak elde değil. İkisi de kalpten gitti, aşktan bitti. Her zaman imaja değil kalbine inandı. Son sözünü yine kalbi söyledi. Altı yıl önce, uyuşturucu sorunundan sıyrılmaya çalıştığı bir dönemde, otel odasındaki küvette boğularak yaşamını yitiren Whitney Houston’un baş döndürücü hayatı, bu kez sinemalarda. ABD’de geçen hafta gösterime giren Whitney, birden çok sırrı ifşa ediyor. 14 TEMMUZ 2018 SAYI: 11 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni ZEYNEP MİRAÇ TANER Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü ÖZGÜR ÖZKÜ Sayfa Uygulama EMİNE BİLGET Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: posta@cumhuriyet.com.tr Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: reklam@cumhuriyet.com.tr Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Baskı Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle