16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 9 HAZİRAN 2018, CUMARTESİ Çocukları plastiklerden korumamız şart İktidar megafonluğuVerdiği hiçbir sözü tutmadığı gibi çenesini de tutmadı BÜLENT ŞIK Dünyada her yıl yaklaşık 300 milyon ton plastik üretiliyor. Plastik malzemeler ve ürünler şimdi şaşırtıcı bir bolluk sergilese de polipropilen, PVC, polistiren, PET gibi plastik esaslı malzemelerin çoğu 1940’lı yıllardan sonra hayatımıza girmişti. 1950’li yıllardan günümüze uzanan süreçte en az 6 milyar ton plastik atığı açığa çıktığı tahmin ediliyor. Hem atıklar hem de plastiklerde kullanılan kimyasal maddeler sağlık açısından çeşitli sorunlar oluşturuyor. Plastiklerin zararlarına ilişkin en önemli tartışma çocuk sağlığı ile ilgili. Plastik esaslı malzemelerde bulunan fitalatlar, bisfenoller gibi hormonal sistem üzerinde bozucu etkiler gösteren kimyasal maddeler, çocuk sağlığı açısından risk oluşturuyor. Fitalatlar plastik malzemelerin esnekliğini artırmak, bisfenoller ise plastiklere şeffaflık kazandırmak için kullanılan kimyasal maddeler. Hormonal sistem üzerinde bozucu etki gösteren bu kimyasallar, çocuklarda büyüme ve gelişme sürecinde çeşitli sorunlara neden oluyor. Gıdalardaki kimyasallar Geçtiğimiz yıllarda su şişeleri, bebek biberonları ve malzemelerinde bisfenol a kullanımı yasaklanmıştı. Ancak bisfenol a yerine hangi kimyasal maddenin konulduğu belirsiz; dolayısıyla bir plastik ürününün bisfenol a içermiyor olması (BPA Free) zararsız olduğu anlamına gelmiyor. Çocukların beslenme, solunum ve deriyle temas yoluyla bünyelerine fitalat bileşikleri aldığını gösteren çeşitli çalışmalar da var. 2012 yılında İsveç’te yürütülen bir çalışmada PVC yüzey döşemeleri ile temas eden çocukların deri ve solunum yoluyla fitalatları bünyelerine aldıkları gösterildi. Plastik esaslı malzemeleri olabildiğince az kullanmak, mümkünse kullanmamak çocuk sağlığını korumak için gereklilik. Plastik ambalaj malzemeleri gıdalara ve sulara fitalat bulaştıran en önemli kaynaklar. Ancak plastik gıda ambalaj malzemeleri çeşitlilik gösteriyor ve bazıları fitalat içermiyor. Örneğin PET (polyethylene terephthalate) olarak nitelenen ambalajlar fitalat kullanılmadan imal ediliyor. Ancak yapılan araştırmalarda PET ambalajlarda sunulan gıda ürünlerinin de fitalat içerdiği belirlendi. Yapılan çalışmalar sorunun geri dönüşüm uygulamalarından kaynaklandığını gösterdi. Geri dönüşüme gönderilen plastiklerin fitalat içeren ve fitalat içermeyen şeklinde ayrımı yapılmıyor. Dolayısıyla geri dönüşümden gelen malzemelerle üretilen PET ambalajlarda da fitalat bulunabiliyor. Plastik ambalajlarda sunulan gıda ürünlerinin fitalat kalıntıları içerip içermediği üzerine kapsamlı bir çalışma yapılmadığı ve elde edilen sonuçlar düzenli olarak açıklanmadığı sürece plastik ambalajlarda sunulan yiyecek ve içecekler fitalat kalıntıları açısından riskli görülmeli. Sık sık el yıkayın Evlerde, kreş ve okullarda kullanılan plastik malzemeler ve çocuk oyuncakları da fitalat bulaşmasına yol açan önemli kaynaklar. Kreş ve okul çağındaki çocuklarda el yıkama sıklığının artırılması, plastik kap kullanmama, plastik ambalaja sahip gıdaları tüketmeme, mikrodalga fırınlarda plastik esaslı ambalaj kullanmama ve kozmetik kullanımını azaltma gibi önlemlerin fitalat maruziyetini yüzde 70 ila 90 oranında azaltabileceği belirtiliyor. Ara sıra el yıkamak ve plastik ambalajlarda sunulan içecekleri tüketmemek, çocuklarda fitalat maruziyetini azaltan en etkili önlemler olarak görülüyor. Fitalatların yol açtığı sağlık sorunları bireysel önlem ve çabalarla bir yere kadar çözülebilir. Temel meselenin kullanmamak ya da tüketmemek değil toksik etkili bileşiklerin üretilmemesini sağlamak olduğu unutulmamalı. ELİF KEY Kendini toplumun megafonu sanmak çok ciddi ve tedavisi olmayan bir hastalık. Doktora gitseniz, şöyle bir uzansanız ve aklınıza gelen her şeyi, saçma mıdır, yanlış mıdır diye düşünmeden her türlü platformdan paylaştığınızı anlatsanız, “Çünkü benim peşimden gelecek yüzbinlerce insan olduğunu biliyorum ve bir virüs gibi yayılmak da hoşuma gidiyor, küfürle alkış benim için bir” deseniz, ne olur? Doktor büyük ihtimalle sizden ne beyin MR’ı ne ön lobunuza dair tetkik ister. Derhal L beden bir deli gömleği sipariş eder, hikâyenizin sonrası malum! Her şuursuz şöhret gibi... Ünlü komedyen, yılların Roseanne’i, iktidar megafonluğu yapayım derken, Twitter hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda eski ABD Başkanı Obama’nın yardımcılarından Valerie Jarrett için “Müslüman Kardeşler ile Maymunlar Cehennnemi filminin meyvesi” ifadesini yazmasıyla işinden oldu. Beş dakika içinde. Yaptığı benzetmenin ardından kendini megafon sanan ve kendi sesinin kendi kulak zarını patlatacağını anlayan her şuursuz şöhret gibi – hemen tweetini sildi ve bir özür mesajı paylaştı: “Valerie Jarrett ve tüm Amerikalılardan özür diliyorum. Daha iyi davranmam gerekirdi. Yaptığım kötü şaka için beni affedin!” Yaptığı elbette şaka da değildi, ilk ırkçılığı da. 2013 yılında da Obama’nın başka bir yardımcısını, ulusal güvenlik danışmanı Susan Rice’ı maymuna benzetmiş, yine “Kusura bakmasın” demişti. Kaçacak yeri kalmadığından uyku hapı kullandığını, o hap yüzünden bunu yazdığı söyledi. İlaç firması, “İlacımızın yan etkileri arasında ırkçılık bulunmamaktır” diyerek suçlamaları reddetti. Roseanne Barr’ın ta kendisi 2011 yılında NYMag’e türlü psikolojik sorunları olduğuna, tedaviler gördüğüne, şöhretin insanı ne kadar hastalıklı bir pozisyona sokabileceğine dair uzun bir yazı kaleme almıştı. Eğer tepeye oturursan kendini tanrının en favori çocuklarından biri sanmaya başladığını, bu sanrıdan da pek az insanın kurtulabildiğini söylüyordu. Hatta o vakitler, dizisinin reytingleri düşüp de restoranlarda kendisine rezervasyon yapılmadığını fark ettiğinde, asistanını aratıp “Tom Cruise yemeğe gelecek, kendisine bir masa ayırmanızı rica ediyorum” dedirtecek kadar delirmiş, rezervasyon saatine beş dakika kala aynı restoranı tekrardan aratıp, işleri “Kusura bakmayın Tom Bey başka bir restoranda Roseanne Barr’la yemek yiyecek, size de gelmeyecek” noktasına vardıracak kadar aklının şirazesini yitirmişti. Lakin bir itirafla bitiriyordu: “Bütün kötü alışkanlıklarımı bırakıyorum. Aynada bile kendime bakmaya bir saniye tahammülüm yok. Nihayet kendime yapımcıların korktuğu şeyleri anlatan, başımı derde sokmamam için bana akıl verecek bir avukat buldum. Bundan sonra Roseanne çekmemi de beklemeyin. Ama çenemi tutacağıma söz veriyorum” diyordu. Mağduriyet battaniyesi Verdiği hiçbir sözü tutmadığı gibi çenesini de tutmadı. Roseanne dizisinin yeniden çekilmesine karar veren ABC kanalı yetkilileri de çok büyük ihtimalle Barr’ın akıl ve ruh sağlığının yerinde olmadığından, muhataplarının içinde boy boy çeşit çeşit Roseanne’lerin saklandığından haberdarlardı. Nasıl olsa Trump destekçisiydi, nasıl olsa dizi reyting rekorları kıracak ve Roseanne Barr iktidarın paspasında oturduğu için onun yapacağı herhangi bir densizliğin de bir bedeli olmayacaktı. Megafonluğunu yaptığı Başkan Trump dizi yeniden çok yüksek reytingle yayına girdiğinde tebrik telefonu açmıştı, şimdi de muhtemelen Barr’ın arkasında duracaktı. Durmadı. Ne fena, ne kadar tanıdık bir hal. Kabahatli olduğu aşikâr olanın hemen mağduriyet battaniyesine sarılması, etrafına bakıp alkış beklemesi. Şimdi burada “Roseanne Barr’ın gönderdiğimiz kutuplardan geri dönmesine ne zaman izin vereceğiz?” sorusu tartışılıyor. Kimseler de net cevabını bilmiyor. “Gitsin çocuklarıyla ilgilensin, tedavi olsun” diyen de var, “Bu kadarını hak etmedi” diyen de. Hak etti mi etmedi mi bilemem, o ne kadar kabahatliyse bir deliyle çalışanın da masumiyet hesabını çıkarmak lazım. Ne zaman döneceğine dair cevapsa net aslında: İçine battığımız bataklık kuruyunca dönsün! Nasıl olsa Trump destekçisiydi, nasıl olsa Roseanne Barr iktidarın paspasında oturduğu için yapacağı herhangi bir densizliğin de bir bedeli olmayacaktı. Başkan Trump Barr’ın arkasında duracaktı. Durmadı. Toprağın vaadiBeyoğlu’nun ortasında sessiz bir nefes mekânı BAHAR TURKAY Toprak gittikçe daha fazla dış müdahaleye maruz kaldıkça, alışık olmadığınız yerlerde yaratılan ekosistemlerin kıymeti artmaya başladı. Kış Bahçesi, tam da bu şekilde hayatımıza giriyor ve merkezinde toprağın kendisi var. SALT Beyoğlu’nun dördüncü katında yer alan ve 2011’de sanatçı Fritz Haeg tarafından 11 numaralı Yenilebilir Mülk olarak kurulan bahçe, yapıdaki mekânsal düzenlemeler kapsamında bir Kış Bahçesi olarak kurgulandı. KHORA’dan mimar Aslıhan Demirtaş’ın tasarladığı Kış Bahçesi, saksı bitkileriyle çevreli, 80 metrekarelik sıkıştırılmış toprak zeminden meydana geliyor. Bu mekânın geçirdiği yolculuğu SALT Araştırma ve Programlar Direktörü Meriç Öner şöyle anlatıyor: “Haeg’in yenilebilir mülkleri kamuya, şehirde üretim çevresinde bir araya gelmek için fırsat sunuyordu. Bu bahçede şehir mekânını ve onu var etmek uğruna gözden çıkarılanları konuşmak, hem de tersine bir refleksi başlatmak niyeti mevcuttu. Kritik bir öğrenme süreciydi. Kış Bahçesi, tasarım sürecinde SALT Beyoğlu yapısına verilmiş bir hediyenin ikinci versiyonu. Isı, nem, ışık, sorumluluğu alınan ve sürekli orada yaşayan canlıların rahatına göre ayarlanıyor ve insan konforuna elverişli değil”. Kış Bahçesi’nde killi toprak, kum, mıcır ve kireçten oluşturulan, 30 ton ağırlığında ve 15 santimetre derinliğindeki platform ile çerçevelediği alçak duvarlar, katmanlı ve yekpare bir kütle olarak tokmak lama işlemiyle yerinde şekillendirildi. El tokmağı ve bir kompresör yardımıyla zemin ve onu çerçeveleyen duvarlar yaklaşık 10 haftada sıkıştırılıp, sistrelenip bezir yağı ile bitirildi. Demirtaş bu üretim yöntemiyle ilgili olarak pratik, makul, kolay ve hızlı olanı değil, yavaş, zor ve bahçe için anlamlı olanı uyguladıklarını söylüyor. Bu binanın altında ne var? Bu işi Demirtaş’ın önceki işlerinin ve üretim pratiğinin üzerinden bir bütünün parçası olarak görmek daha anlamlı. “Kaide” isimli sıkıştırılmış topraktan ürettiği işle birlikte toprağın fiziksel olarak işlerine girişi bu sürecin önemli duraklarından birisi. Fotoğraf: Ali Taptık, ONAGÖRE Demirtaş’a göre, toprağa toprağın gözünden bakmaya çalışmak çok aydınlatıcı. Bu çaba olma ve yapma şeklinizi de düzenliyor. Kış Bahçesi’nde, “Toprağın hakkını kim savunuyor? Neyin üzerine medeniyet kuruyoruz? Bu binanın altında ne var?” gibi sorular ortaya konuyor. Neticede her yapı, en az temelinin ayak izi kadar bir toprağı ve içinde, üzerinde yaşayan bitki ve hayvanları yerinden ediyor. Demirtaş’ın ifade ettiği gibi, insan üstünlüğünü sorgulamak, özellikle mimarlık gibi dünyaya müdahale eden bir disiplinde çok önemli. Mimarının “sessiz nefes mekânı” olarak tarif ettiği Kış Bahçesi, şehirden mola aldığınızda gidebileceğiniz bir yer olup herkes nasıl isterse öyle kullanılacaktır. Ki asıl keyifli olan da bu galiba… Dünya üzerindeki canlıların yüzde 82’sinin bitkilerden oluştuğunu, bunların da yüzde 86’sının toprak üzerinde yaşadığını düşününce, kentin ortasındaki bu bahçenin bir anlamı var. Büyük ölçekli müdahalelerin kendine alan bulma ihtimalinin güçleştiği bir zamanda ve dünyada, çarpan etkisiyle anlamlı bir katkı ortaya koyabilecek işler ve ifadeler çoğalmaya başladı. Kış Bahçesi’ni de böyle değerlendirilme ihtimalini ve bunun bir mutluluk kaynağı olarak paylaşılıp paylaşılmadığını zaman içerisinde göreceğiz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle