16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 30 HAZİRAN 2018, CUMARTESİ Çevre kirliliği obeziteye yol açar mı? Bülent Şık Beslenme ve sağlıkla ilgili sorunlar nasıl bir çevrede yaşadığımızla yakından ilgili. Çevre kirliliğinin yoğun olduğu bir bölgede yaşamanın çeşitli hastalıklara yol açtığı uzun süredir biliniyor ve sıklıkla da dile getiriliyor. Ama çevre kirliliğinin kilo alımına ve obezite gibi sağlık sorunlarına da yol açtığı pek dile getirilmeyen bir konu. Aşırı kilolu olma ya da obezite sorunu dünya genelinde hemen hemen her ülkede hızla yayılıyor. Ülkemizde her beş çocuktan ve her dört yetişkinden birinin obezite sorunu yaşadığı belirtiliyor. Obezite şeker, yüksek tansiyon, felç ve kalp damar hastalıklarına yol açıyor. Kilo alımı, şişmanlık ya da obezite beslenme ile yakından ilgili. Aşırı beslenme ve hareketsiz bir hayat sürdürmenin kilo alımına yol açtığına ve kilo vermek için yapılması gereken şeyin de diyet yapmak olduğuna inanıyoruz. Bu inanış yanlış değil ama bütünüyle doğru da değil. Resmin tamamını göstermiyor. Resmin görünmez kılınan parçalarından biri abur cubur yiyecekler, diğeri ise çevre kirliliği. Hormonal sistemdeki tehlike Kilo alımı; ucuz, şeker içeriği yüksek, besin içeriği zayıf, ambalajı açıldığı anda tüketilmeye hazır abur cubur olarak nitelenen binlerce ürünün büyük bir pazarlama başarısıyla hemen her yerde erişilebilir olması ile çok ilgili. Abur cubur yiyecek ve içeceklerden uzak durulması ya da çok ölçülü tüketilmesi bir gereklilik. Bu gerekliliği yerine getirme konusunda bizlerden de rasyonel davranmamız bekleniyor. Oysa 6 ya da 7 yaşındaki bir çocuğun beslenme konusunda rasyonel tercihlerde bulunması beklenemez, beklenmemelidir. Abur cubur yiyecek ve içeceklerin yaygınlaşmasına paralel olarak gözlenen bir başka olgu da çevre kirlenmesinin bir sonucu olarak hormonal sistem bozucu toksik kimyasalların dünya geneline yayılması. Hormonal sistem üzerinde olumsuz etki göstererek kilo alımına neden olan toksik kimyasallar “obezojen” yani “obez yapıcı” olarak adlandırılıyor. Madencilik faaliyetleri ile çevreye saçılan arsenik, kadmiyum gibi ağır metaller, plastik malzemelerde bulunan fitalatlar ya da tarımda kullanılan pestisitler (böcek ve yabani ot öldüren zehirli kimyasallar) gıdalara bulaşabilen ya da kalıntı bırakabilen obez yapıcı etkiye sahip binlerce kimyasal maddeden bazıları. Tek suçlu biz değiliz Beslenme yoluyla bu kimyasalları bünyemize almak hormonal sistemimizin çalışmasını bozarak kilo almamıza yol açabiliyor. Örneğin iştahımızı kontrol eden fizyolojik mekanizmalar bozuluyor veya vücudumuz yağ depolamaya daha eğilimli oluyor. Özellikle çocukluk çağındaki kilo artışlarının ve obezitenin nedenlerinden biri olarak bu kimyasallar gösteriliyor. Abur cuburların yaygınlığı, kolay erişilebilir olması ve çevre kirliliğinin bir sonucu olarak gıdalara bulaşan toksik kimyasal maddelerin kilo alımına ve obeziteye yol açtığı yıllardır dile getirilmesine rağmen dünya genelindeki resmi söylem kilo artışından hâlâ bireyi sorumlu tutuyor; yani “iştahınıza gem vuramıyor, çok yiyor ve az hareket ediyorsunuz” diyor. Oysa beslenme ve sağlık sorunlarına bireysel tercihleri düzenleyerek bir çözüm bulmak çok zor. Bu sorunlara bireysel değil kamusal çözümler üzerinde durmalıyız. Zeytinlerin gölgesindeBüyüleyici bir doğa, kaplıcalar, manastırlar, yüzyıllık ağaçlar 5 keşif rotası NAZLI GÜRKAŞ Zeytin Ağacının Gölgesinde Yunanistan kitabının yazarı ülkenin az bilinen beş gezi noktasını anlattı. Yunanistan, sadece cennet adalardan ibaret bir ülke değil. Anakarada da birçok nokta keşfedilmeyi bekliyor. Deniz masmavi parıldıyor kavurucu öğlen sıcağında. Cırcırböcekleri orkestra halinde başlamışlar şarkılarına. Bir yerlerden tavla sesi geliyor. Zeytinyağında kavrulan sarımsağa taze domates kokusu karışıyor. Fesleğenler okşandıkça baygın kokularını salıyor etrafa. Limon yapraklarının kokusu parmaklara yapışıyor. Gün batarken yaseminler âşık olmaya zorluyor herkesi; karanlıkta minik beyaz yıldızlar gibi parlıyorlar. 2Yunanistan’ın Kapadokya’sı olarak nitelendirilen Meteora’nın ismi havada asılı anlamındaki meteoros kelimesinden geliyor. Burası anakarada, Selanik ile Atina arasındaki bölgede bulunuyor. Çorak bir arazinin ortasındaki dev kayaların üzerine kurulmuş manastırları özellikle bulutlu ve sisli bir havada görmek, ruhani havasını daha iyi hissedebilmeyi sağlıyor. Burası tanrıya daha yakın olmak isteyen keşişlerin bu kayaların tepesine manastırları inşa etmeye başlamalarıyla ortaya çıkıyor. İlk yerleşimin 12. yüzyıl sonlarında başladığı düşünülüyor. 14. yüzyıl başında burada yirmiden fazla manastır varken günümüze sadece altı tanesi ulaşabilmiş durumda. Manastırları ziyaret etmek, hatta buralarda konaklamak mümkün. Bölge birçok doğa sporu için de oldukça elverişli ve popüler. 1Ioannina, Yunanistan’ın kuzeybatısında bulunan, göl kıyısına kurulu, zamanın yavaş aktığı, büyüleyici bir doğaya sahip sakin bir şehir. Burada şehrin tarihi merkezini gezdikten sonra küçük teknelerle gölün ortasındaki adaya ulaşmak, adanın daracık sokaklarında dolaşmak ve bahçelerin açık kapılarından içeriye göz atıp farklı dünyalara dalıp gitmek mümkün. Ioannina yakınlarında bulunan dağ köyü Metsovo ise taş sokaklarıyla farklı bir çağa adım atmanızı sağlıyor. Burası farklı etnik grupları bünyesinde barındıran bir köy olmasıyla ön plana çıkıyor. 3Kefalonya, ünlü kitap (ve film uyarlaması) Yüzbaşı Corelli’nin Mandolini’ndeki ada. Burada filmin ve kitabın izinde bir rota oluşturarak Sami köyüne gidip tepedeki yüzyıllık zeytin ağaçlarını kucaklayabilir, günü Antisamos Plajı’nda batırabilirsiniz. Yunanistan’ın en ünlü plajlarından biri olan, bembeyaz kumu, turkuaz sularıyla dikkat çeken Myrtos Plajı’nda yüzdükten sonra köy tavernalarından birinde şahane deniz ürünlerini ve yerel lezzetleri tatma şansı elde edebilirsiniz. 4Portakal kokulu şehir Nafplio, Atina’ya yaklaşık 150 km uzaklıkta bulunuyor. Burası Mora Yarımadası’nın en güzel şehirlerinden biri. 1821’den sonra Yunanistan’ın ilk başkenti olan Nafplio, günümüzde Arnavut kaldırımlı sokakları, aydınlık renkli evleri, tasarım kafeleriyle ziyaretçileri kendisine çekiyor. 5Loutra Pozar, Edessa yakınlarında bulunan bir kaplıca bölgesi. Edessa, çok yüksekten dökülen görkemli şelaleleriyle bilinirken Loutra Pozar, doğanın içinde yüzmek isteyenler için bir cennet. Açık havada çok kısa bir mesafede, hem dağlardan gelen buz gibi sulara hem de yeraltı kaynaklarından gelen, üzerinde buharlar tüten sıcak su havuzlarına atabiliyorsunuz kendinizi. Kamusal çözümler gereklilik Bireysel olarak doğru tercihlerde bulunmak gelir, yaş, cinsiyet, eğitim, toplumsal statü gibi çeşitli etkenlere bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Geliri az bir insanın besleyici yiyecekleri almasını ya da yaşadığı sağlıksız çevreyi terk edip başka bir yere göçmesini bekleyemeyiz. Yoksulluk kişisel kararlarımızı ya da çözüm irademizi oldukça sınırlayan bir etken. Obezite içinde yaşadığımız çevrenin sağlığına sıkı sıkıya bağlı. Dolayısıyla obeziteyi bireysel yaşanan bir sağlık sorunu olarak görmeyip bakış açımızı piyasadaki gıda maddelerinin içeriğine ve çevre kirliliğine yol açan süreçlere çevirmek gerekiyor. Siyasal sistemin çevre kirliliğine yol açan süreçlerdeki payı ve bu sorunu çözmek için yapılması gereken kamusal çalışmalara nasıl destek verebileceğimiz üzerinde düşünmek de bir gereklilik. Dr. Aslı Aydın Özdemir Yaşadığımız dünya gittikçe daha ürkütücü bir yer olurken bizler bu dünyayı daha yaşanır kılmak için, iyileştirmek için, kendimizi de iyileştirmek için çocuk dünyaya getiriyoruz sanki. Bu anlamda bir çocuğu yetiştirmek, ‘mutlu ve başarılı’ bir çocuk yetiştirmenin çok ötesinde bir anlam kazanıyor. Sahi hangi çocuklar güzelleştirecek bu dünyayı? Savaşları durduracak, barışı sağlayacak, doğayı koruyacak, bilinçli tüketecek?.. Ya da şöyle mi sormak gerekiyor: Biz nasıl çocuklar yetiştireceğiz ki dünyayı daha yaşanır bir yer haline dönüştürebilsinler? Bu sorular benim için çocuk yetiştirirken arka planda kulağıma fısıldanan çok kıymetli sorular . Öte yandan son yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki çocuklarımız bu dünyayı iyileştirmek şöyle dursun, kendilerini hasta etmemek için epey mücadele etmek zorunda kalacaklar. Hatamız nerede? Araştırma sonuçları alarm ya da yardım çığlığı gibi. Dünya Sağlık Örgütü, 2020’de çocuklardaki nöropsikiyatrik bozuklukların diğer sağlık sorunlarına oranla yüzde 50 artacağını öngörüyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü OECD'nin, çok değil üç yıl önce yayımlanan ve 72 ülkede 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin refah durumlarını inceleyen Öğrenci Re Hangi çocuklar güzelleştirecek bu dünyayı? fahı Raporu gösteriyor ki Türkiye kökenli 15 yaş grubundaki öğrenciler mutsuz ve kaygılılar. 812 yaş grubunda ise her 100 çocuktan 15’inde psikiyatrik bozukluklar gözüküyor. Bu rahatsızlıkların başında da dikkat eksikliği/ hiperaktivite bozukluğu, kaygı bozuklukları ve majör depresyon geliyor. Kısacası çocuklarımız mutsuz, huzursuz ve kaygılılar. Oysaki çocuklar doğaları gereği meraklı, coşkulu, kaygısız ve yaşam doludurlar. Ne yapıyoruz da böyle oluyor? Ya da daha yapıcı ve umut verici şekliyle soralım: Ne yaparsak daha mutlu ve daha az kaygılı çocuklar yetiştirebiliriz? Yaşadığımız dönemde geçmişe göre sorularımıza cevap vermemize yardımcı olacak çok daha fazla kaynak; uykusundan tuvaletine kadar çocuğumuzu nasıl yetiştirmemiz gerektiğiyle ilgili yüzlerce kitap var piyasada. Annebabalar için eğitimlere ve konusunda uzman kişilerin yazdığı makalelere ulaşmak çok kolay artık. Peki bir kitapta yazılan kadar mekanik ve tek taraflı bir süreç mi ebeveynlik? Yoksa aslında bir ilişki mi? Ve biz ‘doğru’ya odaklanmış ve kitapta yazılana uygun davranmaya çalışırken onlarla ilişkimizde bir şeyler kaçırıyor olabilir miyiz? Öğre ten, düzelten, yetiştiren, büyüten, eğiten rollerimize ağırlık verip kendimizi de, onları da yıpratıyor olabilir miyiz? Bu roller bizi mükemmeli (en iyisini) yapmaya zorlarken çocuklarımızı da, kendimizi de yoruyor olabilir miyiz? ‘Doğru’ hangisi derken onlarla geçen kıymetli anları kaçırıyor olabilir miyiz? William Martin’in de dediği gibi “Çocuklarımız, maharetli ellerimizi bekleyen hamur topları değildir. Onlar evrenin enerjisidir ve ilerde ne olacaklarsa onu olacaklar. Kutsal varlıklardır onlar. Onlara müdahale edersek, herkesi perişan ederiz.” Şimdi ve burada Elbette rehber kitaplar çok değerli kaynaklar. Keza ebeveynlere yönelik eğitimler de öyle, ama bu kadar bilgi bombardımanın altında eziliyor, yönümüzü bulamıyor ve kayboluyoruz sanki. “Hangisi doğru?”, “Nereden başlamalıyım?”, “Ne yapmalıyım?”, “Nasıl yapmalıyım?” soruları ile dolu zihinlerimiz. Bu halde çocuklarımızla birlikteyken ‘şimdi ve burada’ya odaklanmak çok zorlaşıyor. Oysa sadece odaklanmamız gerek. Endişelenmek, odaklanmak değildir. Kontrol etmeye çalışmak, odaklanmak değildir. Kendinizi meşgul etmek odaklanmak değildir. “Şu anda önünüzde olan şeye gösterdiğiniz rahatlamış, uyumlu dikkat odaklanmaktır” diyor William Martin şiirsel metinlerinin birinde. Tüm bunları göz önüne aldığımızda, bir ebeveyn olarak en büyük ihtiyacımız, kendi alternatifimizi yaratabilmek için ruhsal ve düşünsel bir yolculuğa çıkmak ve bu yolculukta birbirimize eşlik etmek. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle