17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 2 HAZİRAN 2018, CUMARTESİ Deli dana hastalığı bize ne anlatıyor? BÜLENT ŞIK Geçen hafta Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir haberde, 20112012 yılları arasında Polonya’dan ithal edilen etlerin deli dana hastalığı riski taşıyabileceği belirtilmişti. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı yaptığı bir açıklama ile bu haberi yalanladı. Ancak bakanlıktan yapılan açıklama, haberde dile getirilen iddiaların tamamına yanıt vermiyor. Örneğin Polonya’da kesim yapılan ve soğuk depolara konulan etlerin hastalıklı etlerle değiştirilip değiştirilmediği iddiasına bir yanıt gelmedi. Sürekli et ithal eden bir ülke olduğumuzu ve deli dana hastalığının pek çok ülkede nadir de olsa hâlâ gözlenen bir hastalık olduğunu dikkate alarak meseleye biraz daha geniş bir çerçeveden bakmaya çalışalım. 70’lerden sonra arttı Deli dana hastalığı (Bovine Spongiform Encepalopathy BSE), oldukça nadir görülen ancak tedavisinin olmaması, hastalık mekanizmasının tam olarak anlaşılamaması ve hastalık etkenini yok etmenin neredeyse imkânsız olması gibi nedenlerle önemli bir gıda güvenliği riski oluşturur. Hastalık etkeni olan prionlar virüslerden daha küçük, vücuda girdiğinde bağışıklık sistemince tespit edilemeyen ve etlerde analitik olarak tespiti çok güç olan protein parçacıklarıdır. Vücuda girdikten sonra zamanla beyne yerleşen prionlar beyin dokularının hızla tahrip olmasına yol açarak ölüme sebebiyet verir. Deli dana hastalığının insanlarda da gözlendiği ve CreutzfeldtJakob hastalığına yol açarak ölüme neden olduğu 1996 yılında İngiltere’de sağlık otoriteleri tarafından açıklanmıştı. Daha sonra çeşitli ülkelerden de benzeri açıklamalar gelmiş ve konu kısa sürede dünya geneline yayılan bir sağlık skandalına neden olmuştu. O yıllarda hastalık taşıyabileceği şüphesiyle milyonlarca hayvan itlaf edildi. n İhmal edilebilir düzeyde düşük deli dana hastalığı riski olan ülkeler. n Deli dana hastalığı riski kontrol altında olan ülkeler. n Deli dana hastalığı riski taşımayan ülkeler. Koyunlarda ve sığırlarda gözlenen deli dana hastalığı çok uzun yıllardır biliniyordu. Normalde çok ender görülen bu hastalık, hasta hayvanların sürüden ayrılması ile kontrol edilebiliyordu. Ancak 1970’li yıllardan sonra tespit edilen hasta hayvan sayısında yıldan yıla artışlar gözlenmeye başlandı. Bu artışın nedeni epeyce uzun bir süre boyunca anlaşılamadı. Bir şey hastalığın hayvan sürüleri içinde yaygınlaşmasına neden oluyordu; ama ne? Bu sorunun basit ama sonuçları basit olmayan bir yanıtı var: Mezbahalarda kesilen hayvanların yenmeyen kısımlarının yem maliyetlerini düşürmek için öğütülerek hayvan yemlerine katılması hastalığın yaygınlaşmasına neden olmuştu. Kâr hırsının sonuçları Prionlar insan ya da hayvan bedenine girdikten sonra hemen hastalığa neden olmuyor. Hastalık bazen 5 yıl sonra ortaya çıkabiliyor. Dolayısıyla bu hastalık etkenini taşıyan ancak hastalık belirtilerini göstermeyen hayvanların kemik ve beyin gibi yenmeyen kısımlarının öğütülerek hayvan yemlerine katılması, o yemlerin de besi hayvanlarına yedirilmesi hastalık etkeninin insan eliyle diğer hayvanlara bulaştırılması sonucuna yol açmıştır. Hastalığın 1970’li yıllardan itibaren hızla yaygınlaşmasına endüstriyel yem ve hayvancılık sektörünün kâr hırsının neden olduğunu; hatta hastalığın insanların hayvanları yamyamlığa zorlamasının öngörülemeyen bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Doğası ot yemek olan hayvanları salt maliyetleri düşürmek için et yemeye zorlamanın vahim bir sonucu. İnsani faaliyetlerimiz ne kadar bilimsel temellere dayanırsa dayansın hemen her zaman öngöremediğimiz durumlarla karşılaşırız. Bazen bu durum deli dana hastalığı örneğinde olduğu gibi yıkıcı da olabilir. Toplumsal faydayı ve doğal hayatın dengesini, yeryüzünde yaşayan diğer canlıların esenliğini gözetmeyen, kâr hırsıyla güdülenen bir ekonomik faaliyetin öngöremediğimiz yıkıcı sonuçlara yol açma konusundaki potansiyeli ne yazık ki çok yüksektir. 2 HAZİRAN 2018 SAYI: 5 Dağda tek başınaMum ışığı, kâğıt, kalem ve sessizlik Candan Turhan Bir vat ışık gerçekten Türkçede anıldığı gibi bir mum ışığına denkse, yirmi kadar mum daha yakarsam uygun bir okuma ışığı elde etmiş olacağım. Evet, tahmin ettiğiniz gibi, elektriğim kesik. Soğuk sessizlikte sekiz zafer saatini doldurmuş bulunuyorum ve sanırım artık umut yok: Bu gece elektriksiz geçecek! Ama ne gam, başa gelen çekilir... Ne de olsa dağda yaşamayı seçen benim. En büyük, en modern, en kalabalık şehirde yaşamak istemediğimi anlayınca uygun bir köy bulmak için bütün güney sahillerini gezen, nihayet Ege’de bir dağ köyünde aradığı her şeyi ve daha fazlasını bulan. Normal şartlarda köyümüzün bir eksiği de yok aslında. Elektrik, su, telefon, ulaşım, özel televizyon yayınları hatta internet hizmetlerimiz dört dörtlük, ama tabii şartların normal olmadığı zamanlara müsamaha göstermek kaydıyla… Bu demektir ki gecenin ortasında rüzgârlı yağmur fırtınası çıktığında elektrik kesilmesi, beklenebilir bir durum. Karanlığın kalbinde Doğrusu elektrik yetkililerinin bu durumda bir çaba göstermesi bile beklediğimden fazlaydı. Gerçi ilk iki arayışımda bir girişimde bulunan olmadı ama üçüncüde arzu ettiğim “Tamam, bir bakalım,” yanıtına ulaşmıştım. Tabii bunda, “havanın kalkıp arızaya bakmak için pek karanlık ve yağmurlu olduğu” yolunda imada bulunmamın da etkisi olmuş olabilir… Ama ekip, tepenin arkasında yer alan çiftçi trafosuna gitmeye çalışırken toprak yokuştaki çamurlu virajı alamayıp kamyonetle kaya kaya geri dönmek zorunda kaldığında, havanın gerçekten de arızayla ilgilenmek için uygun olmadığını kabul etmek zorunda kaldım. İşte böylece iyi niyetli elektrikçiler dağdan gerisin geriye dönünce bana da geceyi karanlıkta geçirmek kaldı. Uzaktan çok kabullenilemez gibi gelse de, başa gelince böyle şeyler ilginç, eşsiz deneyimlere dönüşebiliyor. Şimdi örneğin evdeyim, mumlarımı stratejik noktalara yerleştiriyorum, zeytin odunlarıyla daha çok göze hitap eden şöminemi yakıyorum, başındaki kanepeye kurulup alıyorum elime (aman Tanrım!) gerçek bir kâğıt ve kalem, yazmaya başlıyorum karanlığın kalbinde. Yalnız başıma elektriksiz kalmamdan endişe duyarak beni ısrarla evlerine davet eden köylü ahbaplarımı nazikçe geri çeviriyorum: “Teşekkür ederim, ilkel bir gecenin keyfini sürüyorum!” Gerçekten de yaşadığım elektriksiz geceninki bambaşka bir keyif: Karanlığa, sessizliğe âşık biri için onların derinliğinin verdiği zevk bir yandan, elektrik gibi temel bir şeye bağımlı olmadığını, onsuz da yapabileceğini fark etmenin verdiği huzur ve özgürlük hissi öte yandan. Dağa yerleşme kararı zaten bunu en baştan beraberinde getirmişti: Beklentilerin asgaride tutulması, her durumun çözü me yönelik ele alınması, çözülemeyen durumların ise tevekkülle kabullenilmesi önkoşuldu. Fırtınasız günlerde, gayet “lüks” sayılabilir bir dağ hayatım olduğu için bu durumu hoş bir değişiklik sayıyor, köye henüz elektrik gelmeden nasıl yaşadıklarını, Memet Amca 1960’larda köye elektrik bağlanması için uğraşırken diğer köylülerin karşı çıkmalarını düşünüyorum: “Ne yapacağız, tellerine çamaşırımızı asarız olmazsa!” Köydeki meraklı gözler Şimdiyse burası Ege’nin daha uygar, daha modern köylerinden biri. Hemen her gün gelip giden yabancı turistler de bu uygarlığa katkıda bulunuyor, yüzleri Batı’ya dönük mübadil köy halkı da. Köy sokaklarında makyajlı, son moda giyinmiş genç kızlar da görebilirsiniz, ev yapımı şaraplarını satarken İngilizce pazarlık eden erkekler de. İkiden fazla çocuk yapmış aile parmakla sayılır; çocukların hepsi de okula, becerebilen üniversiteye gider. Herkes kendi seçtiğiyle evlenir; hatta evlenmeden evvel de istediği kadar birlikte gezer. Tek kısıtlamaları, köydeki meraklı gözlerin her yerde kendilerini izliyor olmasıdır… Ama o zaten hepimizin sorunu değil mi? İşte senelerce kim kime dum duma büyük şehirde yaşadıktan sonra ufacık tefecik köy hayatında bir şehirliye en zor gelen şey o devamlı göz önünde olma, sürekli izlenme hissi! Yoksa dağ başıymış, elektriksiz bir geceymiş, bunlar olsun olsun buralarda yaşamanın çerezi sayılır... Karanlığa ve sessizliğe âşık biri için onların derinliğinin verdiği zevk bir yanda, elektrik gibi temel bir şeye bağımlı olmadığını, onsuz da yapabileceğini fark etmenin verdiği huzur ve özgürlük hissi öte yanda. Atölye, sirk, resim, takı tasarımı, yemek Çocuklarla hafta sonu LEYLA ERTAN n Pazar günü Oyuncak Müzesi’nde Hikâyeden Tohuma başlıklı bir atölye çalışması yapılacak. Aslı Ersoy yürütücülüğünde gerçekleşecek atölyede çocuklar, Eric Carle’nin ‘‘Minik Tohum’’ adlı hikâyesini dinleyecek. Ardından son zamanlarda yaygınlaşan tohum ekme yöntemi ‘‘tohum topu’’ yapımını öğrenecekler. Atölye sonunda, çocuklar hazırladıkları tohum toplarını yanlarına alarak şehrin parklarına, okul ya da evlerinin bahçelerine atacaklar. Başlama saati 11.00, ücreti 35 TL. www.istanbuloyuncakmuzesi.com n Yapı Kredi Kültür Sanat’ın Çiğdem Odabaşı yönetimindeki yaratıcı okuma atölyesi, J.K Rowling’in yazdığı yedi kitaplık dizinin ilki olan “Harry Potter ve Felsefe Taşı” ile devam ediyor. 912 yaş arasındaki çocuklara hitap eden atölye, 11.30’da başlıyor ve ücretsiz. www.ykykultur.com.tr n Kartal Belediyesi Masal Müzesi, bu pazar Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i ağırlıyor. Saat 12.00’den itibaren çocuklar masalı dinledikten sonra cücelerin kuklalarını yapacaklar. Tel: 0216 280 62 22 n Rahmi M. Koç Müzesi’nde 13.00’da başlayacak etkinliğin başlığı “Taktım Takıştırdım”. Çocuklarla takı tasarımı yapılacak atölyenin ücreti 56,50 TL. www.rmkmuseum.org.tr n 59 yaş arasındaki minik şefler Intema Yaşam Akademi’de mutfağa giriyor. Mönüde tavuk Cordon Bleu, ıspanaklı ve hardallı patates püresi ile çikolatalı ve meyveli pancake var. Atölye 16.00’da başlıyor, fiyatı 120 TL. www.intemayasam.com.tr n Yeni nesil illüstratörlerden Sedat Girgin ve Gökçe İrten, Pazar günü 610 yaş arasındaki çocuklarla "Kendi Portremi Yapıyorum" temalı bir resim atölyeleri gerçekleştirecekler. Dada Salon Art Gallery’deki atölyenin ücreti 100 TL. www.dadasalon.com.tr n 814 Yaş İçin Pop Art Atölyesi, İzmir Artim Projects'de. Farklı pop art ikonları tuvale aktarılacak; hem boyama teknikleri hem de bu sanat hakkında bilgi verilecek. Etkinlik pazar günü 11.00’de, ücreti 65 TL. www.artimprojects.com n Türkiye Sirki bugün ve yarın Forum Outlet Ankara Otoparkı sirk çadırındayız. Hayvanlara eziyet etmeyen, dünyanın farklı yerlerinden sirk profesyonellerinin yer aldığı gösterinin seansları 14.00, 17.00 ve 21.00. www.turkiyesirki.com.tr İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü BÜLENT ÖZDOĞAN Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Faruk Eren Yayın Yönetmeni ZEYNEP MİRAÇ TANER Görsel Yönetmen Ulaş ERYAVUz Yayın Koordinatörü ÖZGÜR ÖZKÜ Sayfa Uygulama EMİNE BİLGET Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın. Cumhuriyet Gazetesi’nin ücretsiz ekidir. Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Demirören Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle