17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 2 HAZİRAN 2018, CUMARTESİ Söyletmen beni, aynalar! MAHİR ÜNSAL ERİŞ Gündelik hayatımızda bazı nesneler vardır. Öyle ki, sanki onlar hep varmış gibidirler. Onlardan öncesini gözümüzde canlandırmakta zorlanırız. Ayna da bunlardan biridir. Oysa bize hep varmış gibi gelen ayna, on binlerce yıllık insanlık tarihinde gündelik bir eşya olarak ancak altıyedi yüz yıldır üretilir. Elbette aynanın tarihi çok daha eskilere gider. Her şeyden önce, insanın ilk aynası sudur. Durgun suların tüm ışıkları kusursuzca yansıtabilmesinin etkisi olarak türümüzün aynayla tanışması şüphe yok ki henüz ağaçlarda yaşadığımız zamanlara kadar uzanır. Mitoloji, suda gördüğü aksine vurulup kendini seyrederken o suya düşerek boğulan ve bu aşkın hatırasına nergis çiçeğine dönüşen Narcissus’u anlatır bize. Belki de Narcissus’un hayranlık ve şaşkınlık içinde izlediği kendisi değil de suyun kendi suretini böyle kusursuzca yansıtabilmesiydi, bilemeyiz. Ancak aynanın mazisinin Narcissus’tan da öncelere gittiğini biliyoruz. Volkanik hareketlilikler sonucunda püsküren lavlar, su ve buzla karşılaştığı anda aniden soğuyarak camlaşır. Bu volkanik cama obsidyen denir ve Anadolu, maviden siyaha uzanan çeşitli renkleriyle bu camın tarihöncesi çağlarda en bol bulunduğu coğrafyalardan biridir. Hatta Anadolu’ya ait obsidyenin, Kızıldeniz kıyılarına dahi taşınmış olduğuna dair veriler mevcut. İşte bu pürüzsüz ve parlak cam/ taşın, insanın sudan sonra ayna olarak kullandığı ilk malzeme olduğu sanılıyor. Ve bilinen en eski örneği de günümüzde Konya sınırları içerisinde kalan, insanlık tarihinin ilk “büyük şehri” Çatalhöyük’te bulunmuş. Kabaca bir tahminle günümüzden 8000 yıl öncesine ait olduğu düşünülüyor bu aynanın. Daha sonra, insanın madenleri işleyebilmesiyle eşzamanlı olarak çeşitli metaller kullanılmış ayna yapımında. Bilinen gümüş sırlı aynanın yapımı ise hemen hemen 14. yüzyıla kadar keşfedilememiş. Aynanın tarihinden daha ilginç olanı insanın aynaya gereksinim duymuş olması. Hayvan türleri arasında aynadaki yansımanın kendisine ait olduğunu algılayabilen birkaç türden biri insan. Bunun soyutlama yeteneğiyle ilgili olduğu düşünülüyor ve bu yetenek –Lacan’a göre insanda ancak on sekiz aylıkken tam olarak gelişmiş sayılıyor. Yani, bir buçuk yaşına kadar bebekler aynadakinin kendisi olduğunu anlayamıyor. Hakikatin kopyası Bunun yanı sıra ayna, insanın soyutlama yeteneğine doğrudan hitap ettiği için olsa gerek, tüm sanatlarda çok özel bir yer edinmiştir kendine. Tanpınar, bir şiirinde, “Aynalar ki sessiz anlatır bize / Maziye karışan günlerimizi” der. Çünkü aynanın en temel özelliklerinden biri son derece gerçekçi olması, hakikat karşısında dürüstlüğünden asla ödün vermemesidir. Dostlarınız, sevdikleriniz size yaş almakla ilgili tatlı sözler söyleyebilir, oysa bir aynanın karşısına geçip ne denli yaşlandığınızı gördüğünüzde bu sözlerin hükmü kalmaz. Öte yandan, ayna her ne kadar hakikati yansıtmayı iş edinmiş olsa da orada yansıyan görüntü hakikatin bir kopyasıdır. Yani, gerçekliğin sağlamasını ancak onun kopyasından yapma imkânı bulabiliriz. Oradaki görüntü gerçek değildir. Hatta eskiler, (eski romanlarda da sık rastlanan bir ifadedir) “aynadaki yansıma” ya da “aynadaki akis” demek yerine “aynadaki hayal” derlerdi. Yansıttığı şeye “hayal”, yansıtabilmesini sağlayan donanıma da “sır” denen bir nesnenin edebiyata bu kadar elverişli olması, pek de şaşırtıcı değil. Camı ayna yapan şeye “sır” denmesinin mazisi de endüstri öncesi çağlara, meslek bilgisinin, görgüyle birlikte ustadan çırağa aktarılması zamanlarına gidiyor. Cama uygulanarak onun ayna olup kusursuz bir akis sağlaması için gerekli malzemenin formülü de ustalarca sır olarak tutulup yalnızca çıraklara, bu bilgiye hazır olduklarında, verildiğinden adı “sır” olmuş. Benzer bir şeyi seramik/ porselen üretiminde de biliyoruz. Aynaların aslında olanı yansıtmadığı, sonsuz sayıda olan paralel evrenlerde bulunan benzerlerimizle aramızda bir geçit olduğu, biz aynaya bakarken paralel evrendeki kendimizin de o anda aynaya (geçide) baktığı gibi çılgın düşünceler de var aynayla ilgili. Bir de şehir efsanesine dönüşmüş olan, kendilerine bakan 38 kişiyi öldürdüğü söylenen Louis Arpo aynası var. Bunları bir yana bırakıp Tanpınar’a kulak vererek bitirmek en iyisi yine: “Her bakışta çizer bu kederli su, / Ömrümüzün geniş bir tablosunu. / Bir tablo ki, ne renk, ne çizgisi var / Fakat her hatıra içinde yaşar.. / Ve derinliğinden bizlere güler, / Kalbi kalbimizde çarpan ölüler.” Sahnede gördüğünüzYapmacıklık yok, büyük şovlar, kostümler, havai fişekler yok aramızdaki dostluk ARTEM İS GÜNEBAKANLI 90’ların başında, Glasgow’da dört arkadaşın kurduğu Travis, 30 yıla yaklaşan kesintisiz kariyerine sekiz albüm ve milyonlarca insana dokunan şarkılar sığdırdı. Britpop’un alaycı gülümsemesinin silinmeye başladığı 1999’da çıkardıkları ikinci albümleri “The Man Who”, onları Glastonbury sahnesine, müzik listelerinin zirvesine, prestijli ödüllere ve yıllar süren turnelere taşıdı. Travis, kariyerinin dönüm noktalarından biri olan The Man Who albümünü ve iz bırakan diğer şarkılarını çalmak üzere 8 Haziran’da Zorlu PSM’de olacak. Grubun bas gitaristi Dougie Payne ile albümü baştan sona çalma kararlarını, grubun zamana nasıl direndiğini ve değişen müzik dinleme alışkanlıklarımızı konuştuk. ? The Man Who, bundan 19 yıl önce yayımlandı ve artık 90’ların klasiklerinden biri. Bu albümü baştan sona çalmak, diğer konser deneyimlerinden hangi yönleriyle farklı? Bu, daha önce hiç yapmadığımız bir şey. The Man Who, başladığınızda tamamını dinlemek istediğiniz türden bir albüm. Albümü yayımlanmadan önce son dinleyişimizde de böyle düşündüğümü hatırlıyorum. Sizi içine çeken, sıra dışı bir atmosfere sahip. Canlı performanslara yakın bir ilerleyişi var. Konserde de çok iyi işliyor. Geçen yıl Manchester ve Londra’daki konserlerde bunu denedik ve gördük. Bir albümü bitirdikten sonra onu nadiren yeniden dinlerim. The Man Who konserlerinden önce oturup albümü baştan sona dinledim ve zihnimde bir sürü anı canlandı. Albümü bu şekilde çalmak, şarkıların verdiği hissi çok değiştirdi. Yıllarca konser verdikten sonra belli şarkıları setin belli yerlerinde çalmaya alışıyorsunuz. Why Does It Always Rain On Me ya da Turn gibi şarkılar, genellikle kapanış şarkılarıydı. Şimdi onları konserin ilk yarısında çalıyoruz. Radyolarda çok çalınıp büyüyen, popüler olan şarkılar orijinal, küçük hallerine geri dönmüş oluyor. Onlara albümdeki herhangi bir şarkı gibi davranmak güzel. 52 yıl süren 3 dakika ? Şarkıların yaşayan varlıklar olduğunu düşünüyorum. Yıllar içinde anlam değiştirip evrilebiliyorlar. Başka zamanlara ait duyguları çağırabilirken, yeni duyguları da kendilerine katıyorlar. Müzikte zaman dışı bir şey var. Örneğin The Beatles’ın Tomorrow Never Knows’unu alalım. Üç dakikalık bir şarkı. O üç dakika, 52 yıl sürdü ve hâlâ sürüyor. Şarkılar seninle birlikte değişiyor, hareket ediyor. Belki eskiden dinlediğin bir şarkı şimdi seni utandırıyor ya da artık daha anlamlı geliyor. 20 yaşında dinleyip nefret ettiğin bir şarkıyı 40’ında dinlediğinde gözyaşlarına boğulabilirsin çünkü hayatında onunla ilişkili bir şey yaşamışsındır. ? Sekiz albümünüz ve 30 yıla yaklaşan bir kariyeriniz var. Şarkıların anlamları bile değişirken, siz bu kimyayı sürdürmeyi nasıl başarıyorsunuz? 2002’de davulcunuz Neil Primrose boynunu kırdığında, ana grup olduğunuz festivallerdeki konserleri bile iptal ettiğinizi hatırlıyorum. Kimya bence doğru kelime. 2530 yılı devirip hala aynı kadroyla devam eden çok grup yok. Aklıma gelenler biz ve Radiohead. Hâlâ birlikte olmamızın nedeni, grubun dostluklar üzerine kurulmuş olması. Travis’i kurmadan beş yıl önce de arkadaştık. Bu kimya sahneye de yansıyor. Yapmacıklık yok, büyük şovlar, kostümler, havai fişekler yok. Sahnede gördüğünüz şey aramızdaki ilişkiler. Kendimizi sahnede nasıl sunduğumuz büyük ölçüde dostluğumuzla ilgili. Dürüst ve açık. Bu türden bir kimya değişmiyor. İniş çıkışlar olsa da temeli aynı kalıyor. İçimizden biri olmadan devam edebilir miydik bilmiyorum. Neil kaza geçirdiğinde önümüzde büyük konserler vardı. Başka biriyle çalmayı konuşmadık bile. Konuşulacak bir şey yoktu. Hem sahnedeki ta mamen biz olmayacaktık hem de iyileşme sürecinde olan bir arkadaşına bunu nasıl yapabilirsin? ‘Artık albüm dinlemiyorum’ ? O yıllarda Travis şöhretin ve rock yıldızlığının olumsuz yanlarından hiç etkilenmiyormuş gibi görünüyordu. Durum gerçekten böyle miydi? 1996 ve 2002 arasında durmaksızın albüm kaydediyor ve turne yapıyorduk. İş yükü devasa boyutlara geldiğinde gerilim de artıyor. The Man Who ve The Invisible Band çok başarılı albümlerdi. Onları büyük turneler izledi. 2002’nin başlarında artık çatlaklar görünür olmaya başlamıştı çünkü sürekli dip dibeydik. Hiç eve dönmüyorsunuz, bir turne otobüsünde, küçük bir ortamda yaşıyorsunuz, kaygı verici ya da alışılmadık durumlar içerisindesiniz. Bu, her ilişki üzerinde baskı yapar. Bizde ise dört ilişki var. Neil tam da bu dönemde boynunu kırdı. Bu olay sanki üzerimizdeki baskının bir tezahürüydü. İniş ve çıkışları birlikte kat edip birlikte büyümeye çalıştık. Birinin kafasına gitar fırlatıp “Ben artık yokum” demektense ortak bir olgunluk ya da duyarlılık seviyesi yakalamaya çabaladık. ? Artık streaming çağında yaşıyoruz. Baştan sona albüm dinleme alışkanlığı yok oldu. Sizin müzik dinleme alışkanlıklarınız değişti mi? Hâlâ plak alıyorum ama oturup bir albümü baştan sona dinlemek çok zor geliyor. Teknoloji ve modern yaşamın doğası çok dikkat dağıtıcı. Arkadaşlarım evime geldiğinde bir albüm koymak yerine herkes birbirine bir şey dinletmek istiyor. Müzik dinlemek törensel ya da dinsel bir şey gibi değil, neşeli ve interaktif bir şey olsun isteniyor. Artık çok az albüm dinliyorum, bunu şimdi fark ediyorum. 8 Haziran’da İstanbul’da konser verecek Travis’in bas gitaristi Dougie Payne: “The Beatles’ın Tomorrow Never Knows’u, üç dakikalık bir şarkı. O üç dakika, 52 yıl sürdü ve hâlâ sürüyor. Şarkılar seninle birlikte değişiyor, hareket ediyor.” C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle