23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

26 MAYIS 2018, CUMARTESİ SAYFA 3 Dizi mi kamu spotu mu?Ölmek İçin On Üç Sebep’in 2. sezonu yayımlandı GÜLİZ ATSIZ NOYAN Ölmek İçin On Üç Sebep, geçen sezonun en çok konuşulan dizilerinden biriydi. Ben de bir bölüm izler, beğenmezsem kapatırım diye başlamıştım ama “bir bölüm daha, bir bölüm daha” derken sabahı sabah etmiştim. İlk sezonda Hannah Baker’ın intihar notu niyetine bıraktığı kasetleri Clay’le birlikte dinlemeye başlamıştık. Hannah onu intihar etme noktasına getiren olaylar silsilesini ve aktörleri bu kasetlerde anlatıyordu ve “Eğer bu kaydı dinliyorsanız sizin de bu işte parmağınız var!” diyordu. Adaletin tecellisi Clay, kasetleri dinlemek için olayların geçtiği yerlere gidip, kafasında Hannah’nın sesiyle geçmişe şahitlik ediyordu. Sanki Hannah öldükten sonra, ruhu Clay’in bedenini ele geçirmişti. İsmi İngilizce’de “kil hamuru” anlamına gelen bu çocuk artık Hannah’nın anılarının, bakış açısının şekil verdiği bir bedendi, yalnız onun sesini duyuyor ve ona inanıyordu. Clay, olaylardan bizim kadar bihaber olduğundan, her şeyi Hannah’nın perspektifinden yaşayarak öğreniyordu ve Clay için Hannah’nın doğrusu tek doğruydu; tek amacı, Hannah’nın adaletinin tecelli etmesiydi. Biz de Clay gibi kasetlerin devamını merak ederek bölümden bölüme geçiyorduk ama bu süreç içerisinde adı geçen herkesle Hannah ve Clay’den bağımsız bir temas da kurmuştuk. Hannah’nın kasetlerde çizdiği karakterler, ete kemiğe bürünmüş, empati kurulabilir hale gelmişti. Mesele de bizim için Hannah ve kasetlerden daha fazlası olmuştu ve kasetler bitse de hikâye bitmemişti. Hikâye artık Hannah’nın değil, yaşayanların hikâyesi olarak devam edebilirdi pekala. İçimize sindi mi? Clay’in hayatında nelerin değişeceği, Jessica’nın iyileşme süreci, Justin’e ne olacağı, Bryce’ın nasıl cezalandırılacağı, Alex’in intihar girişiminin sonucu, Hannah’nın ailesinin dava açıp açmamaktaki çekinceleri geçen sezonun sonunda çok net cevaplanmamıştı ve işte daha fazlası için ekranlara geri dönmüştük. Bu soruların cevaplarını aldık almasına da, ne kadar içimize sindiği tartışılır. Karakterler karakter olmaktan çıkıp, ibret alınması gereken alegorik bir öykünün tiplemeleri haline Dizinin başrollerinde Katherine Langford ve Dylan Minnette var. gelmişler sanki. Kimi hikâyenin akışıyla alakası olmayan yan olay örgülerinin içinde dolanıp duruyor, kimi de motivasyonundaki gelgitler yüzünden çelişkilere gark oluyor. Sanki her biri Amerikan liselerinde yaşanan problemlerden birinin temsilcisi olarak atanmış gibi, didaktik bir metni oynuyorlar. Geçen sene de cinsel taciz, intihar, liselerdeki zorbalık kültürü, silah erişimi gibi meselelere değiniliyordu zaten. Ancak bu sezon olaylar, hikâyenin de karakterlerin de önüne geçip, dizinin amacı haline gelmiş neredeyse. Hal böyle olunca ikinci sezon yüksek bütçeli ve kaliteli bir kamu spotu olmaktan öteye geçemiyor. Sonunda kritik bir iki durumu açık bırakmış olmalarından yapımcıların üçüncü sezon için pazarlık niyetinde olduğunu tahmin ediyorum. Oysa ne gerek var? İkinci sezon bile epey bir vakit kaybı oldu. Sezonun tek güzel anı, Üçüncü Polaroid bölümünün başındaki animasyondu diyebilirim. Geçen seneki !f İstanbul’da gösterilen “My Entire High School Sinking Into Sea” adlı filmin senaristi, yönetme ni ve çizeri Dash Shaw ile Jane Samborski’nin imzasını taşıyan enfes sekans, bütün sezonun en etkileyici anıydı. Daha önce de bahsetmiştim, bir kitapbir sezon şeklinde kurgulanan diziler, yeterince ilgi görmüşse, kitapsız da var olabiliyorlar. Mecra değişince, hikâyeler daha uzun mesafeler koşabilir hale geliyor. Handmaid’s Tale ve Ölmek İçin 13 Neden’den sonra benim listemde Küçük Ama Büyük Yalanlar var şimdi. Kitabın yazarı Liane Moriarty’nin ikinci sezona temel oluşturması için devam niteliğinde bir öykü yazmış olması, hikâyenin ve karakterlerin tutarlı devam etmesine yetecek mi diye merak ediyorum. Handmaid’s Tale’in yazarı Margaret Atwood’un birinci sezondan beri senaryoya danışmanlık yaptığı biliniyor. Ölmek İçin 13 Sebep’in yazarı ise, hakkında çıkan cinsel saldırı suçlamalarının ardından dizinin yazar kadrosundan uzaklaştırılmıştı. Bakalım yazarların kitapları büyüyüp televizyona giderken ellerinden tutmaya devam etmesi bir fark yaratıyor mu, izleyip göreceğiz. Geçen sezon da cinsel taciz, intihar, liselerdeki zorbalık kültürü, silah erişimi gibi meselelere değiniliyordu. Ancak bu sezon olaylar, hikâyenin de karakterlerin de önüne geçip dizinin amacı haline gelmiş neredeyse. Yeni çıkış yolları arayan, yeni üretimlere alan açanlara daha çok ihtiyacımız var İyi hissetmek suç değil ARTEM İS GÜNEBAKANLI İçine günden güne gömüldüğümüz, bir uçuruma doğru son sürat gidiyor olma haleti ruhiyesi, geleceğe yönelik kaygıların yanında şimdiki zamanın da bulanıklaşmasına sebep oluyor. Kaygı ve felaket hissiyle ne yana dönsek başka suretlerle karşımıza çıkıyor kriz, güvensizlik, güvencesizlik, umutsuzluk ve yorgunluk. Etrafımız küresel sorunlarla böyle sarılmışken iyi hissetmek neredeyse suç gibi gelse de aslında iyi hissetmenin, hissettirmenin sorumluluğunu alabilen insanlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Sıkışmış olma hissini yeni çıkış yollarıyla delen, yeni üretimlere alan açan, sanatın her disipliniyle kendini ifade etmeye devam edenler bugün çok değerli bir iş yapıyor. Biriktirme tutkunları Adını portakal suyundan alan bağımsız sanat inisiyatifi OJ Art Space, çevresinde topladığı genç sanatçılarla alışıldık sergileme yaklaşımlarının sınırlarını zorlamayı hedefliyor. Birkaç yıl öncesinin popüler semti, şimdi nostaljiyle anılır olmuş Asmalımescit’teki mekânlarında gerçekleştirdikleri sergilerde alternatif anlatım yollarını araştırıyorlar. İşleri bugüne kadar Londra, Viyana, Kopenhag gibi şehirlerde sergilenmiş Nazım Ünal Yılmaz’ın OJ’deki solo sergisi “Watermelon Show” 3 Haziran’a kadar sürüyor. Kadıköy’de bugün gerçekleşen, korku sinemasına odaklanan Alacakaranlık Dergi’nin düzen lediği II. Alacakaranlık Koleksiyoner Festivali hafta sonunun en ilginç etkinliklerinden. Film arşivcileri, kaset toplayanlar, çizgi roman meraklıları, oyuncak koleksiyonerleri ve daha pek çok alanda biriktirmeyi bir tutku olarak yaşayanlar bugün İdea Kadıköy’de bir araya geliyor. Festival, açık hava sinemasında 1981 yapımı korku filmi The Burning’in gösterimiyle bitecek. İlk kez Türkiye’de İlki 2000 yılında Olympia, Washington’da düzenlenen Ladyfest, kâr amacı gütmeyen feminist bir müzik ve sanat festivali. Kısa sürede ABD ve Avrupa şehirlerinin yanı sıra Yeni Zelanda ve Çin’e kadar yayılan festival, bu yıl feminist punk kolektifi Chaos, I Am Your Mistress’ın çabalarıyla ilk defa Türkiye’de de düzenleniyor. 1 Haziran Cuma akşamı Kadıköy’deki Cherrybean Coffees’de açılacak karma sergiyle başlayacak festival, haftaya yayılan atölye çalışmalarının ardından 9 Haziran’da Karga’da gerçekleşecek Dream Nails, Kim Ki O ve Secondhand Underpants konserleriyle sona erecek. Etrafımız küresel sorunlarla böyle sarılmışken iyi hissettirmenin sorumluluğunu alabilen insanlar çok değerli bir iş yapıyor. C MY B Haftanın albümü n Skysketch – Fox Wedding (Personal Space Records) Eskişehir’de kurulup İstanbul’a taşınan Skysketch, 2011’den bu yana yayımladığı dört EP’nin ardından ilk albümü Fox Wedding’i Personal Space Records’dan çıkardı. Tunç Aydoğmuş’un güçlü vokali, sisli bir ormanda ilerliyormuş hissi veren detaylı düzenlemelerle dinleyeni içine çeken atmosfer, için için yanan gitar riff’leri ve albümün karakterini yansıtan, Ethem Onur Bilgiç imzalı görselleriyle Fox Wedding, Türkiye bağımsız müzik sahnesi adına gurur duyulacak bir iş olmuş.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle