02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MAYIS 2018, CUMARTESİ SAYFA 5 Mükemmel değil, “yeterince iyi” olmaya çalışan bir anneyim Ve biliyorum yalnız değilim HANDE BİRSAY Maddi manevi var olan imkânlarla mükemmel değil “yeterince iyi” olmaya çalışan, anneliğe kutsallık ve dokunulmazlık atfetmeden, anneliğin keyifli ama zor bir yolculuk olduğuna inanan, bunu dillendirmekten çekinmeyen, işevkendilik üçgeninin hiçbirinde tam olamamış ve bu yarım halleriyle barışmaya çalışan, büyük konuştuklarını yutan, saçını süpürge etmeye değil de önce ben iyi olursam daha iyi bir kadın/anne/çalışan/eş/evlat ve diğer her şey olunacağına inanan, çocuklar üzerinden annelik, kadınlık yarıştırmamaya gayret eden, ‘kinoalı porridge’i de geleneksel tarhanayı da kucaklamaya çalışan, atanmış doğrularla değil kendi doğrularıyla hareket etmeye çalışan, geleceğe dair türlü ve kendimce haklı olduğumu düşündüğüm ve temelsiz birkaç cümleyle/ “haydi!”yle geçiştirilemeyecek kaygıları olan doğum kontrolüne inanan bir insan, kadın, anneyim. Ve biliyorum, yalnız değilim. Kapıda bekleyen Anneler Günü şerefine pürüzsüz, cilalı, törpülenmiş, üzerine simli pembe tozlar serpilmiş, tek tipleştirilmiş, kutsallaştırılmış, yüceltilmiş değil, acı, tatlı, ekşi tüm gerçek hikâyelere! Hande Birsay, Instagram’daki @hihieved hesabında anneliğe kutsallık atfeden ve kadınları annelik üzerinden yargılamayı iş edinenleri ironik paylaşımlarıyla silkeliyor. Anneler Günü arifesinde yine ters köşeden vuran bir yazı yazdı. Ben bir anneyim, bekârım, evliyim, erkeğim, babayım, işçiyim, yöneticiyim, siyasetçiyim, öğretmenim, park teyzesiyim, doktorum, taksi şoförüyüm, yan komşuyum. Her yerdeyim. Türlü türlü konularda kendime saklayamadığım engin fikirlerim var, fırsatını bulduğumda ya da çoğunlukla fırsatı kendim yaratarak, inci gibi diziyorum hepsini. Bunların başında da annelik geliyor. Doğum yapmanın bir kadına bahşedilmiş en değerli, en kutsal deneyim, hatta başlı başına bir varoluş amacı olduğuna inanıyorum. Bunu mümkün olduğunca yüksek sesle her yerde dillendiriyorum ki biyolojik yollarla çocuk sahibi olmak isteyip de olamayan, olmak istemeyen, anne olup da böyle hissetmeyen, farklı ebeveynlik biçimlerini deneyimleyen, deneyimlemeyen, kısacası benim gibi düşünmeyen ve hissetmeyen herkes kendisini mümkün olduğunca eksik hissetsin ve ayağını denk alsın. İşim bu benim. Mağduriyet sandalımız Bana göre bir ilişki biçimi var; o da ancak ve ancak bir kadın ile erkek arasında vuku bulabilir. Bu ilişkinin de tek bir hali olabilir, evlilik hali. Evliliğin de takdir edersiniz ki yegâne bir ama cı var, aile olmak. Hayır, iki kişiyle veya kedi köpekle değil. Biyolojik olarak çoğalarak. Bir kadın doğum yaparak sadece “tam” olmaz, aynı zamanda güzelleşir, anlamlanır, berraklaşır, ilahlaşır. Annelik, bir kadının hayattaki en temel ileri gidiyorum tek kariyeri olmalı. Ah, sanıyorum bu daha önce hem de oldukça ciddi bir ortamda söylenmişti. Olsun. Doğru, her yerde ve daima doğrudur. Kadınlar olarak uyanık olmamız gereken pek çok husus var ama en önemlisi şu: Modern zaman öğretilerine sırtımızı yaslayarak mesleki kariyer, kendini gerçekleştirme, kişisel hedefler, farkındalık, maddi manevi özgüven, kendi hayatının iplerini eline alma safsatalarıyla kandırılıyor; erkeksileştiriliyor, hayata geliş amacımızı unutuyoruz. Tüm bu sözünü ettiğimiz “safsatalara” bağlı olarak, bu hafta başında başka bir şeyle daha kandırıldığımızı öğrendik: Bizi yıllarca doğum kontrolü diye de kandırmışlar. Mağduriyet sandalımıza bir yük da ha bindi. Çek, çek kürekleri. Tarihin en eski kandırmacalarından biri bu, başlangıç yaklaşık milattan öncesi. Kısmetiyle gelir Yazılı bulgulara bakarsak, kandırmacayı başlatanın Antik Mısır medeniyeti olduğu görülüyor. Timsah dışkısı, bal, laktik asit dahil envai çeşit karışımdan ilişki sonrası yedi kez takla atmaya varan muhtelif yöntemleri denemişler zamanında. Eldeki verilere dayanarak, o dönemlerde teşebbüs edilen gebelik önleyici girişimlerin amacı istenmeyen gebeliğin önüne geçmek, hastalıklardan korunmak, ekonomik zorluklar vb. şeklinde sıralanıyor. Yani bugün artık geçerliliği kalmamış sebepler! O halde ne duruyoruz? Tez elden “Çocuğu veren Allah rızkını da verir” diyerek, “kısmetiyle gelme” yaklaşımını benimseyip geleneksel kodlarımıza sahip çıkacağız. Bu durumda, tek çocuk hiç çocuk. Kardeş şart. Üç bereketiyle geliyor, dört kısmetiyle, beşin boynu bükük kalıyor, altı “Hani bana?” diyor. Kırmak olur mu? Evlenip evlenmeyeceğimizin, doğurup doğurmayacağımızın, doğurursak kaç tane doğuracağımızın, ne şekilde ve hangi yöntemle doğuracağımızın, onları “samimi buğday ekmeği”yle mi yoksa on yaşına kadar anne sütüyle mi besleyeceğimizin – ben yirmi yaşına kadar yemeklerine azar azar anne sütü katmayı planlıyorum, konu komşu neyse de bilhassa devlet politikaları tarafından ayrıntılı olarak belirlenmesine ihtiyaç var. Çok ihtiyaç var hem de. Çünkü bir boşluk oluyor. Ben kendi adıma her karar verme anında birey olarak kafa karışıklığı yaşıyor, düşünemiyor, sorgulayamıyor, tartıp biçemiyor, kendimi tanımadığım için ihtiyaçlarımı da bilemiyor, doğru kararları veremiyor, birinin yardımına ihtiyaç duyuyorum. Böyle kırılma anlarında, “Bu konuda atanan doğru neydi” diye kısa süreli bocalayıp ardından hemen arşivi kurcalamaya başlıyorum. Bazen arşive gerek bile kalmıyor çünkü birtakım faydalı bilgiler daima canlı, bizimle yaşıyor, her gün farklı biçimlerde yeniden vücut buluyor. Bazen bir reklamda, bazen bir demeçte, bazen bir dizide, bazen sosyal medyada, bazen bir haber dilinde. Güzellik, iyilik, şefkat ve birliktelik doğurmak İREM AKIN Aylarca hatta belki yıllarca beklenen bir çocuk gözünü açtı ilk defa, sıkıntılarla dolu dünyaya ve sevgiyle bakan insanlarına. El üstünde tutuldu incinmesin diye. Elinden tutuldu yolda yürürken kaybolmasın diye. Sonra bir gün geldi, o tutan ellere, destek olan bakışlara rağmen “Giremezsin” dediler. Hatta “Giyemezsin, gülemezsin, kahkaha atamazsın, şayet şanslıysan okursun ama fikir belirttiğinde sustururuz” dediler. Batısından doğusuna, kuzeyinden güneyine bu topraklarda kadın olmaya çalışmak böyle bir şeydi işte. Kadın olduğunu senin bilmen yetmiyordu hiçbir zaman, ayaklarını kuvvetle yere basarak adeta haykırman gerekiyordu: “Buradaydım, buradayım ve hep burada olmaya devam edeceğim”. Varlığına şiirler yazılan, roman lar adanan, şarkılara ilham veren, sahnelerde devleşen, canan olan, bakışından güç alınıp gülüşüne sığınılan, can veren varlık. Paylaşarak yaşayabilmek Bütün bu edebi güzellemelere rağmen bir kadın vapurda arkadaşlarıyla yolculuk ederken kahkaha attığı için edebi ayaklar altına alınıyor. Bir kadın sokakta tacize uğradığında bunu yapan değil de kadının kıyafeti ve olayın gerçekleştiği saat tartışılıyor öncelikle. Bütün bu tartışmaların arasında, kadına var olduğu için şükretmenin adeta dikte edildiği günler geliyor. Oysa hayat müşterek; paylaşarak yaşamak ve birlikte keyif alabilmek gerek. Aslında anımsanması gereken, kadının doğurgan olduğu. Çocuk doğurmadan da güzellik, iyilik, şefkat ve birliktelik doğurduğu. Sevdaya dair her bir olguyu yaşam vererek gözler önüne seren kadınlar, hayatın bütün alanlarında ses çıkararak varlıklarını ortaya koyuyor. Tiyatro sanatçısı kadınlar “Sahnelerdeki cesaretimizi Afife Jale’den, Meclis’teki varlığımız yüz yıllık kadın mücadelesinden geliyor” diye haykırdığında, susturulmaya çalışılan seslere rağmen çıkan her bir ses cesaretlendiriyor. Kız çocuklarının her koşulda okuması gerektiğini, bunun cinsiyetten muaf bir hak olduğunu anımsatan ve bunun için ömrü yettiğince savaş vermiş kardelenlerden, fakültelerini ve eğitimin bağımsızlığını savunan akademisyenlere kadar ses olan her eğitim sevdalısını duydukça her bir harfe duyulan sevdayla umutlanılıyor. On yıllar evvel, korkmasına rağmen savaşa çocuklarını uğurlayan annelerin ce sareti, metaneti ve gücü on yıllar sonra hâlâ bu toprağa işlemiş dişil enerjide yaşam buluyor. Kendine annelik Bereket Ana’dan Zübeyde Hanım’a, Halide Edip’ten Süreyya Ağaoğlu’na, yıllarca her kapı çaldığında çocuğu dön müş gibi kapıya koşan her kadından sokakta dimdik var olma kavgası veren her bir kadına kadar. Memlekette kadınlık üzerine eril güç üzerinden bolca söz sarf edilirken, tamlığı ve yarımlığı annelik ile özdeşleştirilirken, yeri geldiğinde kardeşine, zaman zaman ebeveynlerine, kimi zaman da çevresindeki her tür canlıya ama en çok kendine annelik yapan her bir kadına saygıyla... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle