24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 4 12 MAYIS 2018, CUMARTESİ Murakami bu yıl da Nobel’i alamadı Tarihin, sanatın, şarabın ve illa ki dostların şehri Sözden öte Mardin YEKTA KOPAN “Cinsel tacize uğradıysanız bu tweet’e cevap olarak ‘ben de’ yazın.” ABD’li oyuncu Alyssa Milano, 15 Ekim 2017’de bu meşhur cümleyi yazarken, ateşini yaktığı fitilin Nobel dinamitini de patlatacağını düşünmüyordu herhalde. Ama #MeToo etkisi kısa sürede Stockholm’e ulaştı ve İsveç’in ünlü gazetelerinden Dagens Nyheter’in haberiyle edebiyatta çarşı pazar karıştı. Meğer neler oluyormuş İsveç Akademisi’nde? Cinsel taciz, gizli bilgilerin sızdırılması, Akademi fonlarının haksız kullanımı, istifalar, suçlamalar, taraf tutmalar... Roman olsa Henning Mankel yazar, televizyon dizisi olsa başrolde Saga Noren karakterini görürüz, sinemaya uyarlansa Ruben Östlund yönetmen koltuğuna oturmak için can atar. İtiraflar çığ oldu Sarsıntı Kasım 2017’de başladı. Dagens Nyheter gazetesini haberi, akademi üyesi İsveçli şair Katarina Frostenson’un kocası JeanClaude Arnault ile ilgili yolsuzluk ve cinsel taciz suçlamalarıyla doluydu. Habere göre, Arnault yedi kez Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan isimleri sızdırmış ve 18 kadına cinsel saldırıda bulunmuştu. Bu haberler üstüne İsveç Akademisi Arnault’la bütün maddi bağlarını kopardı. Skandalların odağında akademi üyesi İsveçli şair Katarina Frostenson’un kocası JeanClaude Arnault yer alıyor. Ama kartopu yuvarlanmıştı bir kere, çığ olmadan durmaya niyeti yoktu. Ardı ardına itiraflar gelmeye başladı. Bu itiraflarda bazı suçların, Akademi’nin Stockholm ve Paris’teki mülklerinde gerçekleştiği söyleniyordu. 2003 yılında Legion d’Honneur ile onurlandırılan ve 1992 yılından beri Akademi üyesi olan Katarina Frostenson’un “atılması” için bir oylama yapılması, sarsıntıyı büyüttü. 1786 yılındaki kuruluşundan bu yana Akademi’nin daimi sekreteri görevini üstlenen ilk kadın olan Sara Danius’un görevinden istifa ettiğini açıklamasıyla (ya da buna mecbur bırakılmasıyla) tartışmalar zirveye ulaştı. Ama ortada bir de Forum sorunu vardı. JeanClaude Arnault’ya ait sanat mekânı Forum, İsveç Akademisi’nden fon desteği alıyordu. Böylece cinsel saldırı ve bilgi sızdırma suçlamalarına, bir de yolsuzluk suçlamaları eklendi. Soruşturmanın çerçevesi genişletildi. Tuhaf olan bir nokta da soruşturmadaki “Arnault’nun kabul edilemez davranışları olduğu, ancak bunun Akademi’de yaygın bir biçimde bilinmediği” cümlesinde gizliydi. Demek ki İsveç Akademisi’nde birileri uzun zamandır “üç maymunu” oynuyordu. Cevapsız sorular Kimler “sessiz” kalmıştı? Kimler, ne şekilde taciz edilmişti? Tehdit edilmişler miydi? Hangi isimlerin bilgileri sızdırılmıştı? Sızdırılan bilgiler Nobel bahisçilerinin işine yarıyor muydu? Forum’un aldığı destekler nasıl kullanılmıştı? Daha pek çok soru cevapsız. Arnault ise, ilk günden beri, avukatları aracılığıyla suçlamaları reddediyor. Gelinen noktayı artık hepimiz biliyoruz. Bu yıl Nobel Edebiyat Ödülü verilmeyecek. 2. Dünya Savaşı günlerinden bu yana ilk kez yaşanacak bu durumu, Akademi’nin yeni ve geçici daimi sekreteri Anders Olsson şöyle açıkladı: “Bir sonraki ödülün duyurulmasından önce, Akademi’nin halkın güvenini kazanması için biraz zaman gerektiğini düşünüyoruz.” Ödül bu yıl verilmeyecek ama önümüzdeki yıl, bu yılın ödülü de verilecek. Stockholm’de sular önümüzdeki yıla kadar durulur mu bilinmez? Bir cephede Akademi sistemini erkek egemen bir yapı olarak gören Kültür Bakanı Alice Bah Kuhnke, bir cephede de skandalı ve ardından gelen çatışmaları “çok talihsiz” olarak nitelendiren Kral Carl XVI Gustav. Çok talihsiz mi? E pes yani sayın Kral. Şu görmezden gelen, erkek egemen dilinizi edebiyatın üstünden çekin bari. Siz bize şunu söyleyin: Önümüzdeki yıla kadar bu pislik temizlenir mi? Ayça Derİn Karabulut Böyle yazıyordu Tacettin Usta’nın atölyesinin girişinde: Bitmeyen şehir! Üç sene sonra yine Mardin’deyim. Burası bir arada olmanın, tarihin, sanatın, şarabın ve illa ki dostların şehri! 4. Uluslararası Mardin Bienali, Döne Otyam’ın “Onlar olmasaydı, bienal olmazdı” dediği, yönetiminde Hakan Irmak’ın ve Mehmet Baran’ın bulunduğu Mardin Sinema Derneği’nin desteğiyle 4 Mayıs’ta açıldı. Mardin Bienali 8 yıllık bir serüven, ama direktörü Döne Otyam’ın hikâyesi daha eskiye dayanıyor. 40 yıl önce babası Fikret Otyam’la geldiği bu şehre yıllar sonra geri dönüyor. O gün bugündür de AnkaraMardin arası mekik dokuyor. Yerinden edilmiş insan Bienalin ana başlığı “Sözden Öte”. Küratörler Fırat Arapoğlu, Nazlı Gürlek ve Derya Yücel... 18’i yabancı 50 sanatçı bulunuyor. Bienale öyle bir ilgi vardı ki açılış günü 700 kişi Mardin’e akın etmiş. Bütün oteller hatta evler dolu, uçaklarda yer yok. İlk durağım Alman Karargâhı... İrlandalı sanatçı John Gerrad’a göre 20. yüzyılın bize bıraktığı en büyük miras, atmosferde yükselen yoğun karbondioksit oranı. Ve bunu Teksas’ta keşfedilen geniş petrol sahası Spindletop’ta çektiği “dumandan bayrak”la görselleştirmiş. Mardin’de kapı ve pencere eşikleri akrepleri uzak tutmak için maviye boyanırmış. Merkezkaç ekibinin “Esriklik Anları”ndan öğreniyorum bunu. Fırat Bingöl’ün Hasankeyf’te çektiği ve suya niyet okuyan bir grup genç insanı konu aldığı “Ey Su” adlı video çalışması da görülmesi gerekenlerden. Mustafa Avcı’nın “Mama Nazlı Türküsü: Bienal için Curcuna” adlı video çalışması, Mürsel Argunağa’nın “İsimsiz” yerleştirmesi de burada. Şöyle yazıyor “İsimsiz”in künyesin 4. Uluslararası Mardin Bienali şehrin dört bir yanına yayıldı. Sokaklar, tarihi yapılar, duvarlar bienalin izlerini taşıyor. Ai Weiwei sergisi 29 Temmuz’a kadar Mardin’de. İhsan Oturmak’ın işi “Sokağın Zoru”. de: “Yerleşikliğin yerini hareketin ve göçün aldığı çağımız, “yerinden edilmiş insanın çağı”dır. Mardin Müzesi’ne doğru ilerliyorum. Dar sokaklardan birine sıkışmış bir otomobil var burada: İhsan Oturmak’ın işi “Sokağın Zoru”. Ve Hasan Pehlevan’ın kentsel dönüşümün tahribatına değinen, duvarlarda sergilenen taş parçaları. Meryem Ana Kilisesi Taner Ceylan’ın “Acıların Adamı” tablosuna ev sahipliği yapıyor. CANAN’ın “Gönül Dili”ni görmek için Yıldız Hamamı’ndayım. Sanatçı tavandan üzerlerinde kuş, hayvan, çi çek figürlerinin olduğu tüller sarkıtmış. “Gönül yalnızca Türkçede anlam bulan bir kelime,” diyor, “başka dillerde kalp ya da ruh. Ama ‘Gönül Dili’ zamansız ve evrensel bir dil.” Göçün simgesi porselenler Ve bienalin açılışının da gerçekleştiği Mor Efrem Manastırı. Burada İranlı sanatçı Parastou Forouhar’ın “Portreler” isimli illüstrasyondijital çizim serisini, Metin Çelik’in “AntiKamuflaj”ını, Pelesiyer’e ait “Alargada”yı ve Nasan Tur’un “Direnç Olarak Bellek”ini görmelisiniz. Bienalle eşzamanlı olarak gerçekleşen, “Ai Weiwei Porselene Dair” başlıklı sergideki eserlerden oluşan 17 parçalık özel seçkiyi görmek için Sakıp Sabancı Mardin Kent Müzesi’ndeyim. Sanatçının göçün simgesi haline getirdiği mavi porselen eserlerine Suriye iç savaşından Avrupa’ya kaçan sığınmacıların uğrak yeri olan Mardin ev sahipliği yapıyor. O sarı duvarların arasındaki mavi porselen tabakları tekrar görmek için bile Mardin’e gitmeye değer! İsveç, Osmanlı’ya borcunu itirafla ödedi Zümrüt yerine köfte Aylİn Öney Tan İsveç Kralı 12. Karl’ın beş yıllık bir Osmanlı misafirliği var. Türklerin konukseverlik sınırlarını zorlayan biraz fazla uzamış bu konukluk sürecinde kralın maiyeti İsveçliler bol bol yemişler ve içmişler. İsveç’e dönerken de hesabı ödemeden çekip gitmişler. Peşinden borç tahsili için heyetler gönderilmişse de çabalar boşa çıkmış; onca yenen köftenin, dolmanın, içilen kahvenin hesabı bir türlü alınamamış. Olay şöyle gelişiyor. On beş yaşında tahta çıkan 12. Karl, parçalanma tehlikesinde olan ülkesini toparlamaya başlar. Kendisine tehdit oluşturan ülkeleri teker teker yener, ancak gücü arttıkça İsveç krallığının sınırlarını Moskova’ya kadar geliştirmek sevdasına kapılınca işler tersine döner. Kazak kalesi Poltova’da Rus ordusu İsveç ordusunu fena kıstırır, Karl da çareyi Osmanlı’ya sığınmakta bulur. Demirbaş tayın O sırada iktidarda olan Sultan 3. Ahmet bu imdat çağrısına karşı kayıtsız kalmaz ve şöyle buyurur: “Yaralı bir halde bize sığınmış olan bir kralı iyi karşılamak lazım gerekir. Benden himaye ve yardım isteyen Kral 12. ne tarafından karşılanma ya başlanır. Ama geçici sa nılan konukluk yıllar sü rer, üstüne üstlük kendisi ne tahsis edilen harçlık yet meyince memleketine dö nebilmesi için yolluk bir de 400 bin kuruş borç ve rilir. Borç paralar dev let şanına gölge düşürme mek için zümrüt bezeli ke selerde teslim edilir. Tüm bu masraflar da Hazinei Amire’ye demirbaş olarak İsveç devleti resmi Twitter kaydedilir. İşte bu yüzden İsveç kralı Karl’ı biz De hesabından “Köfteyi biz Türklerden aldık” itirafında mirbaş Şarl olarak tanırız. Hesaba göre demirbaş olarak kaydedilenler ile bulundu. İsveçlilerin bize ride İsveç kralından tahsil edilecektir. Liste uzadıkça 304 yıllık borcu en sonunda uzar, borç defteri kabardıkça kabarır. Neler yoktur ki, ödendi. Meğer IKEA köftesi bizimmiş. her gün ekmek, koyun eti, sığır eti, tavuk, Mısır tavuğu, pirinç, nohut, merci mek, has un, sade yağ, te Karl’a iltica hakkı tanıyorum. Kral, şanımıza layık ve münasip surette misafir edilecektir. Tam bir hükümdar gibi karşılansın. Maiyetine tayınat verilsin”. İşte bu tayınat İsveç mutfağının ka reyağı, zeytinyağı, sirke, limon, soğan, yumurta, süt, bal, şeker, üzüm ve kahve verilir, hayvanlar için arpa ve ot eksik edilmez, yakacak odun da temin edilir. Günlük iaşeye ek olarak o zamanlar arpa suyu tabir edilen bira ve arak yani rakı bile veri derini değiştirecektir. Yıl 1709, İs lir. Hatta zencefil, tarçın, kakule gibi veçlilere derhal bir mutfak takımı tah baharatlar bile eksik edilmez. Giderek sis edilir ve her türlü ihtiyaçları hazi artan günlük masraf 7 Aralık 1710 ta rihinde 62 bin akçeye ulaşır. Demirbaş Şarl bu konukseverli ğe rağmen fitneden de geri kalmaz, RusOsmanlı barışını engellemek ve iki devletin aralarını bozmak için ellerinden geleni yapar. En nihayetinde Osmanlı’nın sabrı taşar ve kral derdest edilip memleketine doğru postalanır. İşte burada hikâye biraz karışır. Sanıldığı gibi krala Osmanlı misafirliği boyunca yediği köftelerle dolmaları İsveç’e götürmek nasip olmamıştır. Çünkü Karl hiçbir zaman İsveç’e varamamıştır. Memleket hasreti gidermesine ramak kala Norveç’te öldürülmüştür. Ama elbette maiyetindekilerden geri dönebilenler pekâlâ köfte ve dolmayı İsveç’e götürmüş olabilirler. Bir de peşlerinden giden Osmanlı memurları var tabii. 1727 yılında Koz Bekçi Mustafa Ağa borç tahsili için Stockholm’e kadar gider, 9 ay bekler ama sonuç alamaz, bu gelip giden tahsildar seferleri 1733’e kadar devam eder. Paralar pul, köftelerle dolmalar cukka olmuştur, Osmanlı’ya borcun üstüne bir bardak soğuk su içmek kalmıştır. İşte bence bu köfte itirafının arkasında bu vicdan muhasebesi yatmaktadır. İsveç devleti çağımıza pek uygun olarak Twitter hesabından hesabı kapatmış, zümrüt bezeli çil çil para keseleri borcu köfteyle de olsa geri ödenmiştir. l aylinoneytan@yahoo.com C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle