24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 MAYIS 2018, CUMARTESİ SAYFA 3 Hamam böcekleri, drone’lar ve atıklar Sokakta dolaşan hayaletler ARTEM İS GÜNEBAKANLI Bir şehri öğrenmenin en iyi yolu yürümek. Biraz da ara sokaklara girme, ucu görünmeyen yokuşu da çıkma isteği oldu mu yıllarca içinden geçip gittiğimiz mahalleler, bilmediğimiz yüzlerini hemen gösteriveriyor. Bu yıl üçüncüsü düzenlenen sanat projesi Red Bull Art Around, 20 Mayıs’a kadar bizi Boğaz’ın en güzel semtlerinden Arnavutköy’ü farklı bir gözle keşfetmeye, onunla çağdaş sanat üzerinden yeni bir ilişki kurmaya davet ediyor. Collective Çukurcuma’nın küratörlüğünü üstlendiği sergide, farklı disiplinlerden 14 sanatçı hayaletler temasından yola çıkarak semtin geçmişten bugüne değişen yapısını ve muhtemel gelecek senaryolarını yorumluyor. Can Büyükberber, Canavar, Bahar Yürükoğlu, Pınar Yoldaş, Ali Emir Tapan, Guido Casaretto, Ilgın Seymen, Uğur Engin Deniz, Sabo, Begüm Yamanlar, Eda Aslan, Pınar Marul, Ceylan Göksel ve Zeynep Kaynar’ın eserleri semtin sokaklarını, bahçelerini, kâh terk edilmiş görünen kâh her gün dolup taşan mekânlarını mesken tutuyor. Etkinlik programında video gösterimleri ve sanat kolektifi birikenin performansları da yer alıyor. Hayalet omzumuzda Canavar’ın eski bir apartmanın cephesine resmettiği dev hamam böcekleri, yaşamın biz dünyadan gittikten sonra da var olacağını hatırlatıyor. Bahar Yürükoğlu’nun gözden uzak bir bahçenin içinde yer alan pleksiglas yerleştirmesi, doğada kaybolmayan atıklarımızla ortak bir hayatın coğrafyasına dair ipuçları veriyor. Begüm Yamanlar’ın eski bir kemerin altında konumlanan video çalışması semtin mimari katmanlarına vurgu yaparken Ceylan Göksel’in drone sesleriyle kurguladığı ses yerleştirmesi, geleceğin tedirgin edici bilinmezliğini hissettiriyor. Ali Emir Tapan’ın işi ise herhalde korkularımıza en çok dokunan eser. Boş bir depoda, bizimle hiçbir iletişim kurmadan yalnızca telefonlarıyla ilgilenen dört kişiyle geçirdiğimiz sürenin ardından dışarı çıktığımızda, içeridekilerin hakkımızdaki yazışmalarına ulaşabileceğimiz bir QR kod ediniyoruz. Sadece dış görünüşümüzle şekillenen yargılar sanal ortamdan çıkıp peşimize düşüyor. Olduğumuz kişinin hayaleti, omzumuza dokunuyor. Red Bull Art Around Arnavutköy’ün başlangıç noktası ANY. Sergiyi buradan alacağınız haritayla gezebilir ya da 17 Mayıs ve 20 Mayıs’taki turlara katılarak küratörlerden dinleyebilirsiniz. Ali Emir Tapan’ın işi, sanal ortamı gerçek hayata taşıyor. 14 sanatçı hayaletler temasından yola çıkarak Arnavutköy’ün geçmişten bugüne değişen yapısını ve muhtemel gelecek senaryolarını yorumluyor. GJ273b gezegenine bizden bir ses 25. yaşını kutlayan müzik, yaratıcılık ve teknoloji festivali Sónar, 2017 sonunda başlattığı Sónar Calling projesiyle 30 müzisyenden aldığı 10’ar saniyelik ses parçalarını dünyadan 12.4 ışık yılı uzaklıktaki GJ273b gezegenine gönderiyor. Projede yer alan sanatçılar arasında Türkiye’den Ah! Kosmos da var. Tam sayısı bilinmese de milyonlarca canlı türüne ev sahipliği yapan dünyayı 10 saniyede özetleyecek ses ne olabilir? Yaşamın kaynağı olan okyanusların sesi mi? Uy garlığın ulaştığı en üst nokta sayılan süper teknolojik bir şehrin uğultusu mu? Yoksa Alman elektronik müzik sanatçısı Alva Noto’nun uzaya gönderilmesi için seçtiği anne karnındaki bir bebeğin kalp atışları mı? Bütün bunlar bizden tamamen farklı bir bilinç seviyesi ve fiziksel yapıya sahip varlıklara ne ifade edebilir ve bu varlıklar bize ne cevap verebilirler? Bunları düşünmek için bol bol vaktimiz var çünkü GJ273b’ye yapılan yayın, gezegene 2030’da ulaşacak. Handmaid’s Tale dizisinin 2. sezonu başladı Amerikan kâbusu GÜLİZ ATSIZ NOYAN Afişi çıktı, fragmanı geldi derken, bazen beklediğim bir dizinin yeni sezonuna sekiz ay mı var yoksa bilmem kaç hafta önce başladı bile mi, takip etmekte güçlük çekiyorum. Bu vurdumduymazlık genelde birikmiş bölümlerle ödüllendirilmeme sebep oluyor. Uzun zamandır giyilmemiş bir pantolonun cebinde para bulmak gibi, meblağ düşük ve hemen tüketilecek belki ama, önemli olan hiç yoktan hesapların artıya geçmesi. Karanlığın dozu artmış Bu hafta tesadüfen The Handmaid’s Tale’in ikinci sezonunun başladığını ve birkaç bölüm ilerlediğini gördüğümde de aynen böyle oldu. Anında başına geçip, cebimden ne kadar bölüm çıktıysa izledim ve şimdi hafta hafta beklemek zorundayım. Bu sefer bu bekleme işine o kadar üzülmedim çünkü yeni sezon pek öyle löpür löpür yenecek gibi değil. İlk sezon on bölümü bir hafta sonu oturup yutar gibi izlemiş, ciddi bir hazımsızlık çekmemiştim. Dizi gelmeden kitabı okuyup, kendimi Gilead denilen distopik memlekette yaşanan kötülüklere hazırlamıştım. Ama dizi adeta, “Bunlar daha başlangıçtı, hadi bununla da yüzleşip, normal hayatınıza devam edin bakalım” diye meydan okur gibi, karanlığın dozunu fena artırmış. Bu sezon Gilead çok daha acımasız ve sert. Seyirciyi dayak yemiş gibi bırakan bölümlerin sertliği, bu sezon çeşidi ve kuvveti artırılmış psikolojik oyunlarla fiziksel işkencelerden kaynaklanmıyor. Keşke bu yüzden olsaydı. Televizyonda ve sinemada gore’u (şiddet dozu yüksek) normal karşılama rekorları kıran bir jenerasyon için, hafif bile kalırdı. İlk sezonda ve kitapta, geçmişle bugün arasındaki farkları görüp az çok neyin nasıl ilerlediğini tahmin edebiliyorduk. Bu sezonda ise, dizi aradaki boşlukları doldurmaya başlıyor. Artık yalnızca, “Bir sabah bütün kadınlar işten çıkarılmıştı ve sonra doğurgan kadınları toplayıp kamplara yerleştirdik” demiyor dizi. İşten çıkarılmaların, kadınların banka hesaplarına konan blokajların ve buna benzer kilometre taşları ile sonrasındaki normalleşme ve kabullenme süreçlerini de gösteriyor. Geri dönüşlerle doldurulan bu boşluklar, en dışarı fırlamış bağırsaklardan daha çok kanımızı donduruyor. Bitmeyen malzeme Beni şimdiye kadar en çok etkileyen sahne ise, Boston Globe’da geçen sahneler oldu. Gazeteler, ertesi gün paket kâğıdı ve cam sileceği olarak kullanılan, içeriğinin son kullanma tarihi dolan kağıtlar olarak görülebilir. Ama hâlâ gazeteyi internetten okumayanların çok iyi anlayacağı gibi, saatli maarif takvimi gibi günbegün biriken bu kâğıt yığını, aslında çok uzun bir hikâyenin devamlılık taşıyan bölümleri gibidir. Amerika nasıl Gilead oldu diye anlamakta zorluk çeken seyirci için de, Gileadlılar için gazeteden daha iyi bir lokasyon seçilemezdi. June’un Boston Globe kupürlerini keserek oluşturmaya başladığı duvar, ofislerin olduğu katta ifade özgürlüğüyle ilgili bir şeylerin yazılı olduğu duvar ve matbaa bölümünde June’un deyim yerindeyse türbeye çevirdiği infaz duvarı bir bölüm içerisinde arka arkaya sıralanınca etkilenmemek elde değil. Amerika’da Trump’ın adaylığından bu yana tartışılan meselelerin üzerine, son bir iki sene içerisinde Hollywood’da cinsel saldırı suçları, ırkçılık ve eşit işe eşit ücret tartışmaları da eklenince Amerikan Kâbusu’nun uzaylılar, virüsler ve kötü ruhlardan daha gerçekçi kimlikler edinmesi de kaçınılmaz hale gelmiş anlaşılan. İlk sezondan beri dizinin kapsamını kitaptan daha geniş tutan yapımcı Bruce Miller, malzemenin çok olduğunu, böyle giderse dizinin rahat on sezon gidebileceğini açıklamış. Bir sezon mini dizi olarak başlayıp, devam kararı alarak kitabından sapan Ölmek İçin 13 Sebep ve Küçük Ama Büyük Yalanlar gibi dizilerin nereden besleneceğinden emin olamıyorum. Ticari kaygılarla yola devam edip, “fena bozdu” diyeceğiz gibime geliyor. Ama Miller’a katılıyorum, bu dizi daha senelerce gider, bu malzeme de maalesef bitmez. Bu sezon çok daha acımasız ve sert. Geri dönüşlerle doldurulan bu boşluklar kanımızı donduruyor C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle